Gazali Net Ana Sayfa
Anasayfa Anasayfa > Gazali'nin Fikirleri > Gazali'nin Fikirleri
  Yeni Mesajlar Yeni Mesajlar
  Forum Yardım Forum Yardım  Forumu Ara   Kayıt Ol Kayıt Ol  Giriş Giriş

HEYBET VE ÜNS

 Yanıt Yaz Yanıt Yaz
Yazar
Mesaj / Okunmamış Mesajları Gör
sibel Açılır Kutu Gör
Kalfa
Kalfa


K.Tarihi: 28 Nisan 2010
Durumu: Aktif Değil
Gönderilenler: 189
Aktiflik
Seviye
Deneyim
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Alıntı sibel Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Konu: HEYBET VE ÜNS
    Gönderim Zamanı: 10 Haziran 2010 Saat 23:14
Gerçekten onlar hayır işlere koşarlar, umarak ve korkarak bize du'â ederlerdi ve bize derin saygı gösterirlerdi. (Enbiyâ: 73/90) âyetinde Allah'ın sâlih kullan olan peygamberlerin, Allah'a rağbet ve rehbet ile duâ edip yalvardıkları belirtilmektedir. Rağbet Allah'ı arzulama, cennetini ve ni'metlerini isteme, umma; rehbet ise azabından korkma, rızâsbına aykırı düşmekten korkma, çekinmedir. Bu iki hal, heybet ve üns hallerini doğurur. Heybet Allah'ın ihtişamın karşısında korku ile karışık saygı; üns ise Allah ile ülfet etmek, O'nunla dost olmak, sevgili ile sohbet, arkadaşlık etmektir. Yemeği yeyince dağdın, söze dalmayın."[1] âyetinde geçen müste'nis, üns kökünden istif âl vezninin fail ismin çoğuludur. Heybet rehbetin, üns ise rağbetin ilerisindedir. Medâric sahibi ise bunları kabz ve bast hallerinin ilerisine yerleştirmiştir:
Bunlar kabz ve bastın üstünde olan hallerdir. Nasıl kabz havften, bast recâ'dan üstün ise; heybet de kabzdan, üns de basttan üstün ve tamdır. Heybetin gereği gaybet(kendinden geçme)dir. Heybettekiler, gaybetteki derecelerine göre çeşitlenirler. Üns'ün gereği de Hak ile sahv'dır. Her üns sahibi, uyanıktır. Heybet fenâ'ya, üns sahva götürür. Üns sahipleri, meşreb-lerine (karakterlerine) göre derecelere ayrılırlar. Bundan dolayı demişlerdir ki: Ünsün en aşağı derecesi, cehenneme atılmış olsa dahi, ünsünün bozulma-masıdır. Serî es-Sekatî şöyle demiş: "Kul, öyle bir dereceye varır ki yüzünü kılıçla kesseler dahi haberi olmaz."
Üns, ancak saygı ile, kendinden geçme ile olur. Hakk'a sürekli olarak saygılı olmadan üns iddia eden, zındıklığa düşer. Doğru bir üns hali, kulu mâsivâ'dan ayırıp Rabbiyle yalnız bırakır. Rabbi onun sırtına konuşur ve böylece o, Rabbiyle ünsiyyet (O'nunla ülfet) eder, kaynaşır.
Ebû Saîd el-Harrâz'dan anlatılan şu hikâye meşhurdur:
"Bir defa çölde kaybolmuştum, kendi kendime şöyle diyordum:
— Çölde yitiyorum, kendimden habersizim. İnsanların, bana insan dediklerinden başka bir şey bilmiyorum. Kentlerin insanından, cinninden
'. haberim yok. Eğer vücûdumu görmesem, kendimden de kaybolacağım. Birden gaipten bir sesin şöyle dediğini duydum:
— Eğer sen, gerçekten vücûd ehlinden olsaydın, bütün kâinattan, Arştan, Kürsîden kaybolurdun. Allah ile bilâ hâl olur cin ve insan hatırlamaktan korunurdun!"
Ebû Abdillah İsmâîl el-Herevî, ünsü, yakınlığın ruhu sayıyor. Bunun için konunun başına:
Kullarım sana, beni sorarlarsa (bilsinler ki) ben yakınım!.."[2] âyetini koymuştur[3].
Allah'ın iyilik, ihsan ve lütfunu düşünmek, kalbi Allah'a yaklaştırır. Allah'a yakınlık da üns doğurur. Üns, ibâdet ve sevginin ürünüdür. İtaat eden herkes ünsiyyet eder; isyan eden de O'ndan uzaklaşır. [4]
 
A) Üns'ün Dereceleri:
 
Üns'ün üç derecesi vardır:
a. Birinci derece, şâhidlerle ünsiyettir. Bu da Allah'ı anmaktan zevk almak, semâ' ile gıdalanmak, işaretlerde durmaktır.
Mutasavvıflara göre şevâhid (şâhideler) sözü iki anlama gelir: Biri hakikat, diğeri hakikatin eylem şeklinde tezahürüdür. Kulun görür, yanında bulunur gibi hissettiği, kalbine hâkim olan hal, hakikat şâhidesidir. Kulun kalbini istilâ eden her hal, onun şâhidesidir. Kiminin şâhidesi amel, kiminin zikir, kiminin mahabbet, kiminin havftir.
Kulun yaptığı eylem de, şâhidenin tezahürüdür. Yani kalbinde bulunan düşünce hakikat şâhidesi, o düşüncenin eseri olarak ortaya çıkan eylem de hâl şâhidesidir.
Menâzil yazarı (el-Herevî), birinci şâhideyi, yani müridin ünsiyet ettiği düşünceyi kasdediyor. İşte bu düşünce Allah'a ulaşmak için Allah'ı anmayı ona tatlı yapar. Mürîd, zikredilenle ünsiyet için zikirle ünsiyet eder. Yemek nasıl bedenin gıdası ise, zikir de onun ruhunun gıdası olur[5].
b. İkinci derece, keşif nuruyla ünsiyettir. Birinci üns'ten üstün olan bu ünse heyemân saldırır, fena dalgası çarpar. Akla hâkim olan bu üns, bazılarının dayanma gücünü kırar, onların ilim bağlarını çözer.
Üns ile keşif nuru arasındaki fark şudur: Keşif, ma'rifet türündendir, kalbe hakikatin açılmasıdır. Üns ise yaklaşma türündendir. Ünsiyet edilen kimse ile bulunmak ve onunla huzur bulmaktır. Bunun karşıtı vahşet; keşif nurunun karşıtı ise hicâb zulmeti (kapalı perdenin verdiği karanlık)dır.
Heyemân :Hayret ve dehşetten bocalamaktır. Bu, bir çeşit seçme yeteneğini kaybetmekten, önüne geçilemeyecek ezici bir istekten doğar. Bu üns sahibini, fenanın başlangıçları kuşatıp, denizde boğulmakta olan kimseyi evirip çeviren dalgalar çevirir, aklını, irâdesini elinden alır. O üns sahibi (müste'nis), beş duyunun algı sınırı dışında bir şey görür. Müşa hedenin, kalbe gelen hâlin kuvveti, akla galip gelir.
Kâmil olanlar, bu halde durur, deprenmezler, dağ gibi yerinde sabit kalırlar. Cüneyd'e: "Sen başkasını işitmez misin?" denilmiş, şöyle cevap vermiş .Dağları görürsün de onları (yerlerinde) donuk, hareketsiz sanırsın; oysa onlar, bulutlar gibi yürümektedirler."[6] Biri de bu hâli anlatmak için Uyudukları halde sen onları uyanıklar sanırsın; onları sağa, sola çeviririz..."[7] âyetini okumuştur.
c. Ünsün üçüncü derecesi: Allah'ı şühûd ile hâsıl olan izmihlal (varlığın parçalanıp dağılması, ortadan kalkması) ünsüdür. Bunun gaybı bilinmez, sınırına işaret edilmez, mâhiyeti anlaşılmaz. Bu üns, hakikatin içine girmekle, kendi beşerî varlığından geçmedir. Bu hali sözle anlatmak mümkün değildir[8].
Heybet ve üns hâli, yüksek mertebeler olmakla beraber, hakikat erbabı yine de bunları eksik sayarlar. Çünkü bunlar, başkalık, ikilik anlamı taşır. Oysa temkîn ehli, başkalık görmenin üstüne çıkmıştır. Üns, bir başkasının olmasını gerektirir. Temkîn sahiplerine göre başka yoktur. Bu noktaya varanların, artık ne heybeti, ne ünsü, ne ilmi, ne duygusu olur[9]. Bu, mutlak fena hâlidir. Fakat bu halde kul, irâdesini yitirdiği, varlığını bilmediği için hiçbir şey de yapamaz. Bir insan için bu da kemâl hâli olamaz. Bu halden, beşerliğe, irâde ve kişiliğine dönüp, normal görevlerini yapmalı, fakat  kendi nefsiyle değil, tek sevdiği Allah ile yapmalıdır. İşte beka billâh (Allah ile var olma) denen bu hal, mutlak ünsün de üstünde bir kemâl mertebesidir. Çünkü beka billâh, bütün mertebeleri aştıktan sonra varılan kulluk makamıdır ki Hz. Peygamber(s.a.v.)in makamıdır. [10]
 
B) Gazalinin Görüşü:
 
Gazâlî'nin, İhyâ'da beyânına göre: Üns, havf ve şevk, mahabbetin ürünlerindendir. Ancak bu ürünler, sâlike gâlib gelen hâle göre değişiklik gösterir. Eğer sâlike, gayb perdelerinin ardından en yüce güzele bakma hâli gâlib olur ve bu cemâlin künhünü anlamaktan âciz olduğunu anlarsa kalbde arama, onu görme arzusu uyanır; kalb sabırsızlanmağa başlar ki bu hale "şevk" denilir.
Sâlike, Hakk'a yakın olmakla sevinç ve kendisine açılan bilgiler, haller ile huzur müşahedesi galip ise ve sâlik sadece kendisine keşfedilen güzelliği görmekle meşgul olup başka bir şeye bakmıyorsa o kalbin duyduğu sevinç haline "üns"'denilir.
Eğer izzet sıfatlarına bakarak istiğna, Hak'tan başka bir şeye aldırmama halinde iken, bu halin gitmesini ve bundan uzak düşeceğini de hatırlarsa bu duygu ve düşünce kalbde acı ve ızdırap doğurur ki buna "havf denilir.
O halde, üns, kalbin, güzelliği görme ve düşünme sevincidir. Bu açıdan bakan kimse "Sen müştak mısın?" sorusuna: "Hayır, ğâibe iştiyak duyulur. Gâib hâzır ise (giden geri dönmüş ise) kime iştiyak (özlem) duyulacak?" der. Bu, açılan yüce hallerin sevincine dalıp, artık başka hallere iltifat etmeyenin sözüdür.
Kendisine üns hali galip olan, yalnız halveti sever. İbrâhîm Edhem dağdan inmiş, kendisine:
—  Nereden geldin? denilmiş.
— Allah ile üns'ten demiş.
Çünkü Allah ile ünsiyyet, Allah'tan başkasından ayrılmayı, onlardan yalnız kalmayı gerektirir. Hattâ halvete engel olan her şey, kalbe sıkıntı verir. Bundan dolayı hekimlerden biri duasında: "Ey zikriyle, benimle ünsiyyet eden (kaynaşan) ve beni yaratıklarından ayırıp yalnız bırakan!" demiş.
Abdu'l-Vâhid ibn Zeyd şöyle demiş: "Bir rahibe uğradım, dedim ki:
—  Ey râhib, yalnızlık hoşuna gidiyor mu?
—  Ey adam,dedi,yalnızlığın tadını tadsan, kendinden dahi O'na kaçarsın. Yalnızlık, ibâdetlerin başıdır.
—  Ey Râhib, yalnızlık içinde bulduğun en aşağı şey nedir? dedim.
—  Halkla uğraşmaktan rahat etmek, şerlerinden uzak olmak, dedi.
—  Ey râhib, dedim, kul, ne zaman Allah ile üns'ün tadını tadar?
—  Sevgi sâflaşırsa, muamele (karşılıklı eylem) hâlis olur, dedi.
—  Sevgi ne zaman sâflaşir? dedim.
—  Bütün çabalar itaatte toplanır, itaat dışında bir istek kalmazsa, dedi.
Ünsün alâmeti: Halkla beraber olmaktan sıkılmak, hep zikirle meşgul olmak ve zikrin tatlılığı içinde kendini kaybetmektir. Halka karışsa toplum içinde yalnız gibidir. Hazarda olduğu halde gurbette gibidir. Seferde (gurbette) iken hazardadır (halktan garip, fakat Hak ile beraberdir). Bedeni halkla, kalbi Hak iledir[11].
 

 
[1] Ahzâb: 97/53
[2] Bakara: 92/186.
[3] Menâzil: 27.
[4] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 23/199-200.
[5] Menâzii: 27; Medâricu's-sâlikîn: 2/406-407.
[6] Nemi: 48/88.
[7] Kehf: 69/18.
[8] Menâzil: 27; Medâricu's-sâlikin: 2/422
[9] Risale: 33-34.
[10] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 23/200-202.
[11] îhyâu' 'Ulûmi'd-dîn: 4/313-314.
Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 23/202-203.

Yukarı Dön
 Yanıt Yaz Yanıt Yaz

Forum Atla Forum İzinleri Açılır Kutu Gör

Powered by Web Wiz Forums Free Express Edition
Copyright ©2001-2009 Web Wiz
Türkçe Çeviri Hakan Tekgöz

Bu Sayfa 0,158 Saniyede Yüklendi.