|
Allah İçin Buğzedilenlerin Mertebeleri |
Yanıt Yaz |
Yazar | ||||||||||||||||
zczamaneyolcusu
Kalfa K.Tarihi: 29 Nisan 2010 Durumu: Aktif Değil Gönderilenler: 706
|
Mesaj Seçenekleri
Yanıt Yaz
Alıntı zczamaneyolcusu
Bu mesaj kurallara aykırıysa buradan yöneticileri bilgilendirebilirsiniz.
Gönderim Zamanı: 03 Temmuz 2010 Saat 00:37 |
|||||||||||||||
Allah İçin Buğzedilenlerin Mertebeleri ve Onlara Nasıl Davranılması Gerektiği (İhya kitabından alıntı)Soru: Fiil ile düşmanlığın ve buğzun gösterilmesi farz değilse, mendub olduğunda şüphe yoktur. Asiler ve fâsıklar ise çeşitli mer tebelerdedir. O halde onlara nasıl davranılırsa fazilet elde edilir? Acaba hepsi için aynı yol mu veya değişik yollar mı takip edilir? Cevap: Allah'ın emrine muhalefet eden bir kimse ya inancında veya fiilinde muhalefet eder. Bunların ikisinin dışında muhalefet tasavvur edilmez. İnancında muhalefet eden bir kimse ya bid'atçıdır veya kâfir.., Bid'atçı ise, ya ihdas ettiği bid'ate insanları çağırmaktadır veya susmaktadır. Sükût eden kimse ya kendi isteğiyle veya aciz olduğundan sükût etmiştir. Bu bakımdan itikaddaki fesadın kısımları üçtür: Birincisi küfürdür. Kâfir bir kimse eğer harbî bir kâfir ise öldürülmeye ve köle edinilmeye müs tehak olur. Öldürmek ve köle etmekten öte bir rezalet yoktur. Zimmî bir kâfir ise, ona eziyet etmek caiz değildir. Meğer ki uzaklaşmak ve tahkir etmek suretiyle olsun. Bu da ancak onu en dar yola mecbur etmek, ona daha önce selâm vermemek, ancak o 'esselâmü aleyke' dediği zaman ve aleyke' demek suretiyle eziyet edebilirsin. En evlâsı onunla oturup kalkmayı, alışveriş yapmayı ve onunla yiyip içmeyi bırakmaktır. Müslüman dostlarıyla sohbet ettiği gibi onunla sohbete dalmak, ona güler yüz göstermek şiddetle mekruhtur. Hatta bu tür filler nerede ise haram hududuna varır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: Hz. Peygamber (s.a) de şöyle demiştir: Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: İkincisi, bir bid'atçıdır ki halkı bid'atına davet etmektedir. Eğer bu kimsenin ihdas ettiği bid'at, küfrünü gerektiren bir bid'atsa, onun durumu zimmî bir kimsenin durumundan daha şiddetlidir. Çünkü bu ne haraç vermek suretiyle durdurulur, ne de zimmet akdiyle kendisine müsamaha gösterilir. Eğer ihdas ettiği bid'at ile kâfir olmuyorsa, onun işi kendisiyle Allah arasında olduğundan, şüphesiz ki kâfirin durumundan daha hafiftir. Fakat bu bid'atçının yaptığını münker görmek ve buna karşı çıkış yapmak, kâfire karşı yapılan çıkıştan daha şiddetli olmalıdır. Çünkü kâfi rin şerri başkalarına sirayet eden bir şer değildir. Zira müslüman lar onun kâfir olduğuna inanmışlardır. Bu bakımdan onun sözüne itimat etmezler. Zira o, müslümanlığı seçtiğini ve inandığını iddia edemez. Bid'atınâ halkı davet eden bid'atçıya gelince o, halkı davet ettiği bid'atının hak olduğunu iddia etmektedir. Bu duruma göre halkın dalâlete gitmesine vesile olur. Bu bakımdan bu bid'atçının şerri, Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir: Üçüncüsü, halk tabakasından olan bid'atçıdır. Öyle bir bid'atçı ki, halkı bid'atına davet etmeye gücü yetmez. Halkın ona uy masından korkulmaz. Böyle bir bid'atçının durumu daha hafiftir. En evlâ olan böyle bir kimseye şiddetle ve haysiyet kırıcı bir şekilde davranmamaktır. Kırıcı olmamak şartıyla nasihatta bulunul malıdır. Çünkü halk tabakasının kalpleri çabuk dönüş yapan kalp lerdir. Eğer bu kimseye nasihat fayda vermezse, ondan yüz çevir mekte, onun gözünde irtikâb ettiği bid'atı tahkir etmek mânâsı varsa, bu takdirde bundan yüz çevirmek daha da uygun olur. Eğer tabiatının katılığından, yanlış akidesinin kalbinde yerleşmesinden dolayı kendisinden yüz çevirmenin herhangi bir tesir ve etki yap mayacağını biliyorsa, o vakit kendisinden yüz çevirmek daha evla olur. Zira bid'at şiddetle takbih edilip kötülenmedikçe, halk arasında yayıldıkça yayılır ve fesadı umumileşir. İnancıyla değil, fiil ve ameliyle isyan eden bir kimseye gelince... Bu da, ya başkasını rahatsız edecek derecede olur, zulüm, gasp, ya lancı şahitlik, gıybet, halk arasında fitne ve kovuculuk yapmak ve benzerleri gibi... veya isyanı sadece kendi nefsine münhasır ve başkasına eziyyet verici isyanlardan olmaz. Bu da şu kısımlara bö lünmektedir. Bu kimsenin isyanı, ya büyük günah veya küçük günah ile olur. Bu günahların herbirinde ya ısrar edecek veya etmeyecektir. İşte bu bölümlerden üç kısım meydana gelir. Bu kısımların her bi rinde de bir derece vardır. Bir kısım diğerinden daha şidetlidir. Biz hepsini aynı yoldan götürüp aynı derecede görmeyiz. Böyle yapan kimselerden yüz çevirmek, onlarla oturup kalkmayı terketmek, muamelelerinden geri kal mak daha evladır. Zira halka eziyet veren isyan daha ağırdır. Sonra bu kimseler, canlara, mallara ve namuslara zulmeden gruplara ayrılırlar. Bir kısım diğerinden daha şiddetlidir. Müstehab olan, bunları tahkir etmek, ciddi bir şekilde bunlardan yüz çevirmek, bunları hor görmek ve göstermektir. Eğer bunları hor göstermekten ötürü bunların fiillerinden cayabileceğim veya başkasının bunlardan çekinebileceğini umuyorsa böyle hareket etmek daha da faydalı ve gereklidir. İkincisi, fısk ve fesad sebeplerini hazırlayan fesad yuvasının sahibidir. Böyle bir kimse halka eziyet etmezse de fiiliyle onların dinlerini fesada uğratmaktadır. Eğer onların rızasıyla böyle hare ket ederse, birincisine yakın olur. Fakat yine de birincisinden hafif tir. Çünkü günah, kul ile Allah arasında olduğu müdetçe Allah'ın affına daha yakındır. Fakat bu kimse, az da olsa, başkasının hak ve hukukuna tecavüz etmesi bakımından yaptığı çok kötü bir iştir. İşte bunun da yaptığı, kendisini tahkir etmeyi, kendisinden yüz çe virmeyi, kendisiyle selamı sabahı kesmeyi gerektirir. Bunun se lâmının karşılığı eğer vermediği takdirde, kendisinde veya başkasında müsbet bir tesir yapacaksa terk olunur. Üçüncüsü, sadece kendi nefsine zarar veren kimsedir. İçki kullanmak, farzı terketmek veya zararı sadece kendisine olan bir işi yapmak gibi... Bunun hakkındaki iş daha hafiftir. Fakat bu kimseye bu yasakları işlediği zaman tesadüf edilirse, onu bunları yapmaktan menetmek için gerekenin yapılması farz olur. Hatta dövmek veya rezil etmek suretiyle olsa dahi... Zira münkeri yasak lamak farzdır. Fakat adam bunu alışkanlık haline getirmişse, na sihatin da ona fayda vereceğini biliyorsa, nasihat etmek farzdır. Eğer böyle bir kanaate sahip değilse, fakat nasihatten ibret alacağını umuyorsa, bu sefer yumuşak veya menfaati varsa şiddetle kendisine nasihat etmek ve o fiilinden alıkoymak en fazi letli bir hareket olur. O günaha ısrar ettiğini ve nasihatin kendi sine fayda vermeyeceğini bildiğinde onun selâmını almamak, onunla selâmı sabahı kesmek hususuna gelince; bu hususta düşünmek gerekir. Ulemanın bu husustaki gidişatı çeşitlidir. Doğrusu bu, kişinin niyetine göre değişir. İşte böyle bir harekette 'Ameller niyetlere bağlıdır' denir; zira arkadaşlık yapmak, halka merhamet gözüyle bakmakta bir nevi tevazu vardır. Şiddet göster mek ve yüzçevirmekte ise, bir nevi ürkütme vardır. Burada fetva mercii kalptir. Yani kalpten fetva istenmelidir. Bu bakımdan kişinin kalbin hevasına ve tabiatın isteğine daha meyilli gördüğü tarafı bırakıp onun tam tersine yapışması daha evlâdır. Zira kişinin âsi bir kimseyi hafife alması, ona karşı cebir kullanıp ba zen gurur ve büyüklük göstermesi, salih bir kimse olduğunu be lirtmekten ve nazlanmaktan gelen birşeydir. Bazen de arkadaşlık yapması, müdaheneden, kalbi tesir altına almaktan ve bu vasıta ile gayesine vasıl olmaktan ileri gelir veya adam kendisinden ürktüğü takdirde mertebesine veya malına herhangi bir eksiklik geleceği korkusundan neşet eder. Bütün bunlar, yakın veya uzak bir zan ile meydana gelen mahsullerdir. Bütün bunlar şeytanın işaretleri üzerinde dönmektedir. Ahiret ehlinin emellerinden uzaktırlar. Bu bakımdan dinî amellere rağbet gösteren herkes nefsiyle beraber bu incelikleri tedkik etmeye, bu hal ve durumları kontrol altına al maya var kuvvetiyle çalışmalıdır. Fakat bu sahada fetva veren kalptir. Kalp de bazen içtihadında hakka tesadüf eder, bazen de yanılır. Bazen bildiği halde hevasına tâbi olur, bazen gururun hükmüne uyarak Allah rızası için çalıştığını zannederek ilerler. Ahiret yolunun yolcusu olduğunu sanarak ileri atılır. Bu incelik lerin beyanı Mühlikât kısmının 'Gurur' bahsinde gelecektir. Kul ile Allah arasında bulunan fısk hakkındaki işin tahkikine şu hadîs-i şerif işaret etmektedir:İçki içen bir kimse birkaç defa Hz. Peygamberin huzurunda içki cezasına çarptırıldığı halde durmadan aynı suçu tekrar etmekteydi. Bunun üzerine sahâbe-i kiramdan bir zat 'Allah ona lanet etsin. Ne fazla içiyor' dedi. Bu bedduayı duyan Hz. Peygamber şöyle demiştir: Veya bu mânâyı ifade eden bir lâfız kullandı. Rasûlullah'ın bu tabiri, şefkatin, şiddet göstermekten daha güzel olduğuna işaret eder. 42) Ebu Dâvud ve Tirmizî Düzenleyen zczamaneyolcusu - 03 Temmuz 2010 Saat 00:37 |
||||||||||||||||
Yanıt Yaz |
Forum Atla | Forum İzinleri Kapalı Foruma Yeni Konu Gönderme Kapalı Forumdaki Konulara Cevap Yazma Kapalı Forumda Cevapları Silme Kapalı Forumdaki Cevapları Düzenleme Kapalı Forumda Anket Açma Kapalı Forumda Anketlerde Oy Kullanma |
|