Gazali Net Ana Sayfa
Anasayfa Anasayfa > Gazali'nin Fikirleri > Gazali'nin Fikirleri
  Yeni Mesajlar Yeni Mesajlar
  Forum Yardım Forum Yardım  Forumu Ara   Kayıt Ol Kayıt Ol  Giriş Giriş

İMAM-I GAZÂLİ'DE DİN VE AHLÂK EĞİTİMİ

 Yanıt Yaz Yanıt Yaz
Yazar
Mesaj / Okunmamış Mesajları Gör
sibel Açılır Kutu Gör
Kalfa
Kalfa


K.Tarihi: 28 Nisan 2010
Durumu: Aktif Değil
Gönderilenler: 189
Aktiflik
Seviye
Deneyim
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Alıntı sibel Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Konu: İMAM-I GAZÂLİ'DE DİN VE AHLÂK EĞİTİMİ
    Gönderim Zamanı: 03 Mayıs 2010 Saat 22:47
İÇİNDEKİLER
KISALTMALAR i
ÖNSÖZ ii
İÇİNDEKİLER iii
GİRİŞ 1
I. KONUNUN BELİRLENMESİ VE SINIRLANDIRILMASI 1
II. KONUNUN ARAŞTIRILMASINDA KULLANILAN METOD 1
BİRİNCİ BÖLÜM 2
A. GAZÂLİ’NİN HAYATI VE ESERLERİ 2
I. HAYATI 2
II. ESERLERİ 3
III. YAŞADIĞI DÖNEMİN KARAKTERİSTİK ÖZELLİKLERİ 5
A. Siyasi Durum 5
b. Devrin İlim ve Kültür Hayatı 7
IV. GAZÂLİ’NİN İLMÎ KİŞİLİĞİ VE METODU 8
İKİNCİ BÖLÜM 10
B. GAZALİ’DE DİN VE AHLÂK EĞİTİMİ 10
I. Gazâlî ve Din Eğitimi 10
a. Eğitim Açısından İnsan 10
b. Eğitim Açısından Çocuk 11
c. Gazâlî’ye Göre Çocuk Eğitimi 12
II. GAZALİ VE AHLÂK EĞİTİMİ 16
a. Ahlâk Eğitimi 16
b. Ahlâk Eğitiminin İmkanı 18
c. Nefis Eğitimi 19
d. Davranış Eğitimi 20
III. GAZÂLÎ’YE GÖRE ÖĞRETMEN - ÖĞRENCİ İLİŞKİLERİ 22
a. Öğretmen ve Önemi 22
b. Öğretmenin Görevleri 24
c. Öğrencinin Görevleri 25
SONUÇ 27
BİBLİYOĞRAFYA 29

GİRİŞ
I. KONUNUN BELİRLENMESİ VE SINIRLANDIRILMASI
İmamı Gazâlî, bir Türk-İslâm devleti olan Büyük Selçuklular devrinde yaşamış ve o dönemde Nizamiye Medresesinde Müderrislik yapmış, verdiği eserlerle düşünce hayatında derin izler bırakmış mümtaz şahsiyetlerdin birisidir. Gazâlî’nin, hayatı boyunca hemen hemen ilgilenmediği bir ilim kalmamıştır. Gazâlî, hakkında çok çeşitli araştırmalar ve incelemeler yapılmıştır. Biz çalışmamızda onun, din ve ahlâk eğitimi hakkındaki düşüncelerine ve yorumlarına ağırlıklı olarak yer vermeye çalıştık. Bu nedenle çalışmamızı Gazâli’nin din ve ahlâk eğitimi ile sınırlandırdık.
Araştırmamızın birinci bölümünde Gazâlî’yi daha iyi anlayabilmek amacıyla, içinde yetiştiği devir hakkında bilgi edinmek gerektiği hususundan hareketle devrin siyasi ve kültürel durumu ile Gazâli’nin ilmi kişiliğini ele aldık.
İkinci bölümde, Gazâli’nin eğitime yaklaşımı, eğitim açısından insanların durumu ile ahlâk eğitimi üzerinde durulmuş ve daha sonra öğretmen ve öğrencilerin karşılıklı vazifeleri konusu üzerinde durulmuştur.
II. KONUNUN ARAŞTIRILMASINDA KULLANILAN METOD
Araştırmamıza İmam-ı Gazâli’nin eserlerini okumakla başladık. İkinci planda İmam-ı Gazâlî hakkında yazılan eserleri belirleyip bu eserleri titiz bir şekilde inceledik. İncelenen eserlerden Gazâli’nin din ve ahlâk eğitimi ile alakalı görüşleri fişlendi. Bütün bunlardan sonra ilmi bir çalışmanın ilk temel unsuru olan materyal toplanmış oldu. Bu çalışma sonucunda araştırma planı genel hatlarıyla ortaya çıktı. Daha sonra tez metninin oluşturulmasına geçildi.
Özellikle ilk kaynaklardan, Gazâli’nin eserlerinden yararlanmayı daha uygun gördük.





BİRİNCİ BÖLÜM
A. GAZÂLİ’NİN HAYATI VE ESERLERİ
I. HAYATI
Gazâlî, H. 450 / M. 1058’de Tus şehrinde dünyaya gelmiştir. Tus’ta er-Razekani’den bir müddet Fıkıh okuyan Gazâlî, Cûrcan’a giderek, İmam Ebu Nasr el-İsmailî’den ders gördü. Bundan sonra Nişabur’a giden Gazâlî, Horasan’ın mutlak içtihad derecesine varan İmamı, İmamül-Haremeyn Ebu’l-Meâli el-Cüveynî’nin derslerine devam etmeye başladı. Meşhur Nizamiye Medresesinde dinlediği bu dersleri az zaman zarfında tam bir şekilde vâkıf olan Gazâlî, İmam el-Haremeyn’in ileri gelen üç talebesinden biri olarak tanındı.
El-Gazâlî, zekası ve çalışkanlığı sayesinde yakın ilgisini çektiği bu hocasından fıkıh, usûl, mantık ve kelâm okudu. Gazâlî burada ayrıca Şeyh Ebu Ali Fâremidi’den de ders gördü. İmamül-Haremeyn’in vefatı üzerine (H.478) Gazâlî, yirmiyedi yaşlarında iken ünlü vezir Nizâmü’l – Mülk’ün yanına gitti. Nizamü’l – Mülk’ün ricası üzerine Bağdat’taki Nizamiye Medresesi’nin Müderrisi oldu. Burada emirler, melikler ve vezirleri gölgede bırakan bir itibar ve nüfuza sahip olmuştu. Üç yüz talebesine verdiği dersleri, devlet ricalinden de dinleyenler olurdu.
Fakat bu tarihte yavaş yavaş hissettiği bir şüphenin gittikçe kuvvetlenmesi ruhi haleti üzerinde tesir etti. Dersi terketti. Bir müddet her şeyden şüphe ederek, dünyevi meşgaleleri bir kenara bırakmıştı. Dili tutulmuş, fesâhat ve belagatı zail olmuştu. Kâl (söz) aleminden hâl (yazış) alemine ulaşmanın verdiği neşve içinde Bağdat’ı terk etmiş tek başına, topluma karışmadan yaşamaya karar verdi. Yerine kardeşi Ahmet el-Gazâlî’yi bırakarak Şam’a gitti. Burada iki sene riyazet ve mücadele dolu bir hayat yaşadı. Buradan da Kudüs’e giderek, Sahra’da aynı halvet hayatını sürdürdü. Kendi ifadesine göre, gayb aleminin tecellilerine mazhar olmanın verdiği neşve ile, buradan hac için Mekke’ye gitmiştir.
Bağdat’a tam bir “müzekkir” sîması ile dönen Gazâlî İhya’sını okutmaya başladığı zaman eskisinden daha kalabalık bir dinleyici kitlesine hitâp ediyordu. Fakat bu hâl çok uzun sürmedi. Sufiyâne hayat arzusu onu Tus’a çekilmeye sevketti. Burada on sene kadar münzeviyane (tek başına ibadet etmek, her şeyden uzak yaşamak) yaşayan Gazâlî’yi, Nizamül-Mülk’ün halefi Fahrü’l-Mülk tekrar Nizamiye Medresesi’nde tedriste bulunmaya ikna edebildi. Halkın zayıflayan imanı karşısında, bid’at ehlinin kuvvetlendiğini gören Gazâlî ulema ile istişare ederek, tek başına yaşamanın, toplum içine karışmamanın caiz olmadığına kanaat getirip (H.499’da) tekrar tedrise başladı. Bir müddet sonra tekrar Tus’a dönen Gazâli’nin evinin yanında bir de Medrese yaptırarak, irşad, telkin, ibadet, zikir ile dolu bir hayat yaşamayı her şeyden üstün tuttuğu görülür.
Tus’a dönen Gazâlî, XIV Cemâziyelâhir H. 505(18 Aralık 1111) Pazartesi günü vefat etmiş ve Tus’un Taberan semtinde defnedilmiştir.
Kendisinin sadece kızı olduğu kaynaklarda zikredilmektedir.
II. ESERLERİ
Gazâlî, İslâm düşünce tarihinde çok sayıda disiplinle ilgilenmiş ve bu itibarla da İslâm düşünce dünyasında pek çok eser veren nadir şahsiyetlerden biri olarak göze çarpmaktadır.
Burada Gazâli’nin bütün eserlerine yer vermemekle beraber bazılarını şu şekilde sıralamak mümkündür.
El-Menhûl fi’l-Uşûl: Gazâli’nin günümüze ulaşabilen ilk kalem tecrübesi niteliğindedir. Fıkıh, kelam ve felsefe meseleleri ele alınmıştır.
El-Basit fi’l-Fürû: Şafiî fıkhının für3u kısmı işlenmiştir.
El-Vasît: Şafiî fıkhıyla ilgili olarak kaleme aldığı ikinci eserdir.
El-Fetâva: Gazâli’nin fetvaları ile alakalı bir kitaptır.
Gâyetü’l-Gavr fi Dirâyeti’d-Devr: Talak ile ilgili bir kitap olup beş nüshası zamanımıza ulaşmıştır.
Mi’yârü’l-İlm: Gazâlî felsefi konularda eser vermeye başlayınca Aristo felsefesinin dayanağı olan mantık konusuna da özel ilgi duymuş ve bu esiri yazmıştır.
Mihakkü’n-Nazar fi’İlmi’l-Mantık: İki bölümden oluşan eserin birinci bölümünde kıyas teorisi, ikinci bölümünde tanımlar konusu ele alınmaktadır.
El-Kıstâsül-Müstakîm: Bâtıniliğe karşı yazmış olduğu eserlerden sonuncusudur.
Fedâ’ihu’l Bâtiniyye: Batıni görüşlere karşı yazmış olduğu eserlerin en önemlisidir.
El-İktisâd-fi’l-i’tikad: Allah’ın zâtı, sıfatları, fiilleri, nübüvvet, meâd ve imamet konuları ele alınmıştır.
El-Maksadü’l-Esnâ’fi Şerhi Esmâ’İllâhi’l-Hüsnâ: Allah’ın doksan dokuz isminin manasını açıklamak üzere kaleme alınmış bir eserdir.
Ed-Dürretü’l-Fâhire fi Keşfi ‘Ulûmi’l-Âhire: Ölüm kabir hayatı ve ahiretle ilgili konuları ihtiva eder.
İlcâmü’l-‘Avâm ‘an ‘İlmi’l Kelâm: Haşviyye mezhebi mensuplarının teşbih ve tecsime dair görüşleri eleştirilerek kendilerinin Selef’in temsilci oldukları yolundaki iddiaları reddedilmektedir.
Makâsıdü’l-Felâsife: Felsefeye dair ilk eseridir. Filozofların tutarsızlıklarını ortaya koymak üzere ilk önce onların amaçlarını belirttiği bir kitaptır.
Tehâfütü’l Felasife: Filozofların tutarsızlığını göstermek üzere kaleme aldığı eserdir.
El-Münkız Mine’d-Dalâl: Müellifin kendi düşünce hayatının seyrini özetlediği bir kitaptır. Eser Fransızca, İngilizce, Farsça, Türkçe, Hintçe, Felemenkçe gibi çeşitli dillere çevrilmiştir.
Mizânü’l-‘Amel: Ahlâk ve tasavvuf ağırlıklı bir kitaptır.
İhyâ’ü ‘Ulümi’d-Din: Gazâli’nin Bağdat’ı terk ederek kendini tefekküre ve derûni bilgiye verdiği dönemin en önemli ürünü ve dinî, ahlâkî, felsefî, tasavvufî muhtevasıyla İslâm düşüncesinin en dikkat çekici eserlerinden biridir.
Bidâyetü’l-Hidâye: Bu eserinde ilmin asıl amacının sahibini doğru yola götürmek olduğunu, bunun başlangıcının da sonunun da takvâdan geçtiğini belirtir ve takvâ hakkında açıklamalar yapar. Kitabın sonunda kişinin diğer insanlarla ve yaratıcı ile ilişkisine dair bir bölüm yer almaktadır.
Cevâhirü’l-Kur’ân: Kur’ân-ı Kerim’in özelliklerini, inceliklerini ve sırlarını açıklamayı amaçlayan bir çalışmadır.
Eyyühe’l-Veled: Gazâli’nin bir öğrencisine verdiği nasihatları içermektedir.
Nasîhatü’l-Mülük: Melikşah’ın oğlu Sultan Muhammed Tapar’a hitaben yazılmıştır.
Minhâcü’l-‘Abidin, Sırrü’l-‘Alemin, Kimyâ-yı Sa’âdet, el-Ma’ârifü’l-‘Akliyye, Mişkatü’l-Envar, Er-Risâletül-Ledünniyye, El-Madnün bih ‘Alâ Ehlih, El-Madnün bih ‘Alâ Gayri Ehlih; El-Müntehal fi ‘İlmi’l-Cedel, Ed-Dürcü’l-Merküm bi’l-Cedâvil, Mufassılü’l Hilat, Huccetü’l-Hak, Kavâ’idül-‘Akâ’id.
III. YAŞADIĞI DÖNEMİN KARAKTERİSTİK ÖZELLİKLERİ
A. Siyasi Durum
Gazâlî, XI. yüzyılın ikinci yarısıyla XII. yüzyılın başlarında yaşamıştır. Bu dönem, İslâm dünyasının merkezi kısmında Selçuklu idaresinin hükümran olduğu dönemdir. Gazâlî’nin hayatı da Selçukluların hükümranlık dönemi ve alanı içinde geçmiştir.
Bu dönem İslâm tarihinin temel özelliği parçalanma, karışıklık ve istikrarsızlık olarak daha geniş bir safhanın içinde yer alır. Abbasi halifeleri merkezi otoritelerini kaybetmiş ve yek diğerleri ile geçinemeyen bir takım yarı bağımsız emirlik ve sultanlıkların resmi bağları durumuna düşmüşlerdir. Buna mukabil Büyük Selçuklu Devleti’nin sınırları genişliyor ve nüfusu artıyordu.
Gazâlî, bu devletin büyük hükümdarları olan Tuğrul Bey’in, Alparslan’ın ve Melikşah’ın devirlerini idrak etmişti. Melikşah’ın kıymetli veziri Nizamü’l-Mülk savaş meydanlarında zaferler kazanıyor, hem de o zaman dünyada mevcut en parlak ilim ocakları olan İslâm Üniversitelerini açıyordu.
Gazâlî zamanındaki siyasi bölünmüşlük tablosunun önemli bir parçası da Mısır’daki Fatimiler devletiydi. Bu devletin özelliği, siyasi bir bölünmenin yanısıra, dini inanç açısından bir bölünmeyi de temsil etmesiydi. Şiiliğin İsmaililik kolunun siyasi plandaki yansıması olan Fatimiler hem Abbasiler karşısında halifelik iddiasıyla yer almakta, hem de Şii inancın korunması ve yayılması için çalışmaktaydılar.
Özellikle Fatımi Halifesi El-Muntasır zamanında güçlendirilen Şii-Batınî hareketi, Selçuklu ülkesinin Horasan başta olmak üzere Şii unsurlarla meşhur bölgelerinde etkili olabiliyordu. El-Muntasır’ın görevlendirdiği Batınî daîlerden Hasan Sabbah’ın 1090 yılında Alamut kalesini zaptedip üs haline getirmesinden sonra durum daha da ciddiyet kazanmıştı. Hasan Sabbah’ın kurduğu “Fedai” teşkilatı, yalnız İran ve Irak değil, Suriye ve Anadolu’da da İsmaililiği yaymaya büyük gayret göstermiştir. Fedaîler sadık birer tedhişçi olarak hazırlanıyor ve gözlerini kırpmadan adam öldürüp kendilerini feda edebiliyorlardı. Bu hareketin arkasında da, hûriler ve gılmanlar ile Alamut kalesindeki dünyevi cennette bulunabilmek ve böylece ölümü cesaretle karşılayabilmek için kullanılan, afyon (haşiş) vardır. Hasan Sabbah’ın fedaîleriyle etrafa saldığı dehşet, Hülagu’nun Alamut kalesini zaptıyla tesirini oldukça kaybettiyse de, fırka olarak mevcudiyetlerini, özellikle İran, Suriye ve Orta Asya’da korudular.
Bu sebeple Selçuklular, her zaman gerek içerideki batınîlik hareketi, gerekse onların dışarıdaki hamiler Şiî Fatimilerle uğraşmak zorunda kalmışlardır. Ünlü Nizamiye medreseleri de bu münasebetle kurulmuştur. Son derece ileri görüşlü bir devlet adamı olan Vezir Nizamü’l-Mülk, Şiî-Batınî hareketlerinin sadece askeri tedbirlerle önlenemeyeceğini fark ederek imparatorluğun önemli merkezlerinde kendi adına nispet edilen Nizamiye Medreselerini kurmuştur. Açılan bu medreseler arasında İmam el Haremeyn Cüveynî’nin (Öl. 1085) Müderris, Gazâlî’nin talebe olduğu Nişabur Medresesi de vardır.



Gazâlî’nin çağında ayrıca İslâm dünyasına yönelik önemli gelişmeler meydana gelmekteydi. Haçlı Seferleri, Batınîler ve Nusayrilerden de yardım gören Haçlılar, Antakya’yı ve Kudüs’ü ele geçirerek yetmiş bin kadar Müslüman’ı kılıçtan geçirmişlerdi.
İşte Gazâlî’nin yetişme çağı siyasi bunalımların böylesine hüküm sürdüğü bir devirde geçmiş, ilim tahsilini böyle bir siyasi ortam içinde gerçekleştirmiştir. Bu nedenle Gazâlî’nin, devrinin bu olaylarından ister istemez etkilenmiş olduğu söylenebilir.
b. Devrin İlim ve Kültür Hayatı
Bütün bu siyasi dalgalanmalara rağmen, İslâm dünyasının XI. asırda ilim ve kültür sahasında büyük merhaleler katettiği bir vakıadır. Bunda Selçukluların Tuğrul Bey’den itibaren hakimiyetleri altına aldıkları şehirlerde cami, medrese, zâviye, kütüphane ve hastane gibi müesseseler en büyük âmil olmuştur. Nitekim ilk Selçuklu Medresesi’nin Nişabur’da kuruluşu Tuğrul Bey zamanındadır.
Selçuklu Devletinin Baş Veziri Nizamü’l-Mülk zamanında medreselerin senelik masrafı 600.000 Eşrefî altun idi. Bundan başka kendi arazisinin gelirinin onda birini eğitim masraflarına tahsis etmişti. (Selçuklu Devletinin Eşrefî altunu bizim paramızla en az 1000 TL. değerindedir. Dolayısıyla, medreselerin bütçesi 600 milyon lira eder). Bundan başka her sene devlet hazinesinden 10 milyon 100 bin (10.100.000) Eşrefî altun eğitim işlerine ayrılırdı (10 milyar 100 milyon TL) böyle muazzam bir rakam başka bir milletin tarihinde görülmemiştir. İlme ve alimlere büyük değer veren Nizamü’l-Mülk’ün kendisi de ilim ve irfan sahibi bir zat idi. Şeyh Ebu Ali Fâremidî Hazretleri Nizamü’l-Mülk’ün makamına gelince, Başvezir,yerine onu oturturdu. Ebu İshak Şirâzî’ye ve İmamü’l-Haremeyn’e büyük hürmeti vardı. Onlar makamına gelince ayağa kalkar, elpençe divan dururdu. Bu kıymet bilirlik, değer tanırlık onun makamını kâmil insanların, alimlerin merkezi haline getirmişti. Binlerce alim ve fâzıl kimse onu ziyaret ederlerdi. Huzurunda ilmî münazaralar, sohbetler yapılırdı. İmam Gazâlî’nin Nizamü’l-Mülk’ün yanına gitmesi ve onun hayranlığını kazanması kendisine Nizamiye Üniversitesi Başmüderrisliğini sağlamıştır.
IV. GAZÂLİ’NİN İLMÎ KİŞİLİĞİ VE METODU
Gazâlî “Ansiklopedik” diye bilinen çok yönlü bir düşünürdür. İlgilenmediği ve eserlerinden de temas etmediği bilgi ve düşünce alanı yok gibidir. Nitekim bazı araştırmacılar bu özelliği anlatmak için, her bilginin adının belli bir imaj uyandırdığını, mesela Farabî ve İbni Sinâ denince iki büyük İslâm filozofunun İbni Arabî denince bir mutasavvıfın, Buharî ve Müslim denince iki büyük hadis âliminin hatıra geldiğini, halbuki Gazâlî denince durumun değiştiğini ve deyim yerinde ise aynı anda bir değil, her biri kendi alanında özel bir yere sahip bir çok kişinin akla geldiğini söylerler. O bir hukuk felsefecisi ve metodcusu (usulcü), bağımsız bir hukukçu, yeni bir tür kelâmın başlatıcısı, toplumu gayet iyi tanıyan bir sosyolog, insanı da aynı şekilde tanıyan bir psikolog, bir ahlâk ve siyaset bilimcisi, bir mürebbi (pedagog), yunan felsefesini baştan sona eleştiri süzgecinden geçiren bir filozof, çığır aşan bir mutasavvıf, kısacası çağının tüm bilgilerini kendinde toplayan bir merkezdir.
Otuzdört yaşlarında profesörlük ünvanını elde eden Gazâlî’nin olağanüstü bir kişilik gücüne sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Gazâlî’nin böylesine büyük bir alim olmasındaki en büyük etken şüphesiz yaradılışında var olan araştırma tutkusudur. Nitekim bunu kendisi şöyle ifade eder. “Hadiselerin hakikatlerini anlamaya susayış, ilk anlarından itibaren Allah’ın bana bahşettiği fıtrî bir alışkanlığımızdır.”
Gazâlî, zamanında gerçeği sadece kendilerinin temsil ettiği iddiasında bulunan bir çok grupların mevcudiyetinden dolayı hakikat araştırmasına yöneldi. Bu hakikat araştırmasındaki azmini kendisi şöyle ifade eder: “Bir bâtınî’nin gizli sırrını öğrenmek isterim. Zâhiriliğin dayandığı özü bilmek isterim, bir felsefecinin felsefesini vukuf sağlamak isterim, bir kelâmcının maksadının ne olduğuna muttali olmaya çalışırım, tüm sûfilerin tasavvuf sırlarını kavramak için yanıp tutuşuyorum, bir âbidin ibadetinin, ona ne sağladığını gözlerim. Ayrıca Allah’ı inkar eden bir zındığın, bu inkara cüret etmesinin sebebinin ne olduğunu araştırırım.” Gazâlî’nin bu sözleri onun ilmi kişiliğini ortaya çıkarmaktadır.
Fakat Gazâlî’deki bu araştırma tutkusu öylesine ilerlemişti ki, bir ara bütün b ildiklerinden dahi şüphe etmeye başladı. Fakat daha sonra kendisinin ifadesiyle, Allah’ın kalbine indirdiği nur sayesinde bu şüpheden kurtularak hakikate kavuşmuştur.
Bundan dokuz asır önce yaşamış olmasına rağmen İmam-ı Gazâlî’yi son derece objektif bir araştırıcı ve tenkidçi olarak görüyoruz. Bir fikri, doktrini veya cereyanı önce, gayet bîtarafâne, soğukkanlı, âdil bir şekilde inceler, güzelce tahlil ederdi. Ancak ondan sonradır ki, tenkid edilecek taraflarını bir bir gösterirdi.
İlk önce problemleri birer birer sıralamakta ve bunu yaparken de önem ve öncelik verdiklerini en başta, diğerlerini buna bağlı olarak zikretmektedir. Cesaret ve basiretinin yanısıra çevrede hazır bulunan ilimlerden ve mesleklerden de istifade eder.
Allah’a tevekkül ve itimad ederek, O’ndan muvaffakiyet dileyerek ve Allah’a sığınarak problemlerin çözümüne giriştiğini beyan eder.
Onun metodunun çok önem ve takdire şayan bir yanı da, meseleleri tahlile tabi tutması, hemen hemen her problemi kaynağından öğrenerek veya sorarak tanıması ve bir senteze giderek değerlendirmesidir. Gazâlî, meselelerin çözümüne giderken dedektif bir metod kullanmaktadır. Ayrıca o, sayma ve kontrol denilen usulü de ilmi sonuçlara uygular. Böylece vardığı sonuçların sağlamlılığının sağlanmasını yapar.
Gazâlî, kelamcılarını ve filozofların aksine her şeyde tecrübeye büyük önem verir. İkbâl, bilimin başlangıcının şüphe olduğunu prensibinin, ilk defa Nazzon tarafından formüle edildiğini, daha sonra Gazâlî’nin bunu genişleterek “Descartes Metodu” yolunu hazırladığını belirtir. Bu özellikleriyle Gazâlî, kendinden sonraki çağlara ışık tutmuş bir şahsiyettir.





İKİNCİ BÖLÜM
B. GAZALİ’DE DİN VE AHLÂK EĞİTİMİ
I. Gazâlî ve Din Eğitimi
a. Eğitim Açısından İnsan
yeryüzündeki varlıklar arasında tam ve kâmil bir şekilde olanların yanısıra, henüz varlığı tamamlanmamış, noksan olanlar bulunmuş ve eğer uygun şartlar bulunursa olgunluğu kabul edecek şekilde olanlar mevcuttur. Bu varlıklardan insanoğlu terbiyeyi kabule müsait olarak yaratılmıştır.
Ancak yaratılıştaki farklılık sebebiyle terbiyeyi kabulde de insanlar arasında farklılıklar görülür. Bu farklılıkların kaynağı insanda var olan şehvet, gazab ve kendini beğenmişlik duygusudur. Bu noksanlığı ancak iyi bir eğitim tamamlayacaktır.
Gazâlî, insanları eğitime uygunluğu ve onu kabul etme bakımından dört sınıfta değerlendiriyor.
1. Bazı insanlar hak ile batılı, güzel ile çirkini, doğru ile yanlışı birbirinden ayırabilecek durumda olmayabilirler. Bunlar bütün, kanaat (itika)’lardan uzak olarak yaratıldıkları sâfiyeti korurlar (yeni doğan çocuklar gibi). Bu durumda olanların ahlâki eğitimi oldukça kolaydır. Kolaylıkla terbiyeyi kabul ederler. Çünkü onların boş kalbine ne doldurursan onu alırlar. Bunların eğitimi için bir eğiticiye veya öğretmene ihtiyaç vardır.
2. Bir kısım insanlar da kötünün kötülüğünü, çirkinin çirkinliğini bilmekle beraber, iyi davranışlar yapmaya alışmadığı için yanlış olduğunu bildirdiği halde kötü davranışları alışkanlık haline getirmişlerdir. Bunlar kusurlarını kabul ederler. Birinci gruba nispetle bunların eğitimi daha güçtür. Çünkü bunlar bir taraftan nefislerindeki kötülüğe karşı zaaf ve itiyadları yok etmek, diğer taraftan da iyilik yapma alışkanlığını kazanmak için çaba sarfetmelidir. Bu güçlüklere rağmen, yine de ciddî bir gayretle, bunların ahlâki terbiyesi imkan dahilindedir.
3. Bazı insanlar; kötülükleri iyilik olarak tanımış, kötü ahlâkın, iyi, doğru ve en güzel vazife olduğuna inanmış kimselerden müteşekkildir. Hatta bu sebeplerin artması yüzünden bunların ıslahı nâdiren mümkündür.
4. Nihayet bazı insanlar da doğuşundan itibaren bu fâsid görüşler üzerinde yetişmiş, bunları yapmakla meşgul olmuş, fazileti kötülüklerin çokluğunda, adam öldürmede sanmış, yaptığı kötülüklerle övünmüş ve kötülüğü nispetinde şeref sahibi olacağını zannetmiştir. Fazileti rezilette arayan bu gibilerin ıslahı en zor olanıdır. Ve eğitimin en güç problemidir. Bunlar hakkında: “İhtiyarın riyazeti zor, kurdun terbiyesi ise azabtır” denilmiştir.
Gazâlî’ye göre bu sınıflardan birincisinin kusuru, sadece cahillik; ikincisinin kusuru ise cahil ve yanlış yolda olmalarıdır. Üçüncü sınıftaki insanlar hem cahil hem de yanlış yolda, hem de fâsik; nihayet dördüncü gruptakiler cahil, yanlış yolda, fâsık ve şirretlidirler (kötü ahlâklıdırlar).
b. Eğitim Açısından Çocuk
Gazâlî’nin üzerinde önemle durduğu konulardan biri çocuk eğitimidir. Eğitimin en elverişli devresinin çocukluk çağı olduğunu, çocukların her türlü eğitime müsait olarak dünyaya geldiklerini, onların kalplerinin hayrı da şerri de kabule elverişli olarak yaratıldığını, anne ve babaların onları istedikleri doğrultuda yetiştirebileceklerini belirtir. Bu konuda Hz. Peygamber (SAV)’in şu hadisini zikreder: “Her çocuk fıtrat üzerine doğar. Sonra anne ve babası onu Yahudi, Hıristiyan, Mecusi yaparlar.”
Gazâlî’ye göre çocuklar dünyaya geldiklerinde boş ve işlenmeye uygun bir levha gibidirler. Dolayısıyla çocuk, anne ve babanın yanında ilahî bir emanet olup, kalbi sâf bir cevherdir. Her türlü nakış ve suretten boş, nakşedilen her şeyi kabule müsait, kendisine müteveccih her şeye meyleder vaziyettedir. Kendisine iyilik telkin edilir ve iyi işler yaptırılırsa çocuk iyi bir insan olarak yetişir. Dünya ve ahirette saâdete ulaşır. Onu böyle yetiştiren, dolayısıyla onun böyle iyi bir insan olmasında katkısı bulunan anne-babası ile öğretmeni de sevabda ona ortak olurlar. İhmal edilirse, çocuk bedbaht ve helak olacağı gibi ebeveyni de bu vebalin altında kalır.

c. Gazâlî’ye Göre Çocuk Eğitimi
Gazâlî’ye göre çocuk eğitimi, daha çocuğun doğumuyla birlikte başlar. Çünkü anne ve babanın sahip olduğu kişilik çocuğun ileride sahip olacağı kişiliği üzerinde büyük bir fonksiyona sahiptir. Çocuğun iyi bir kişiliğe sahip olabilmesi için daha ilk günlerinde süt annesi olarak helâl yiyen, dindar, saliha bir kadın bulmak gereklidir.zira haramla meydana gelen sütle beslenen çocuğun vücudu temizliğini kaybeder ve kötü işlere meyleder. Çocuk altı-yedi yaşlarında iyiyi kötüden ayırabilecek bir seviyeye gelir. Bu durum çocukta utanma hissinin belirmesiyle anlaşılır. Çocuğun utanıp kendini büyüklerden sayarak bazı işlerini terketmesi, akıl nurunun parlamasına delalet eder. Bu sayede bazı şeylerin çirkinliğini farkeder ve onları yapmaktan utanır. Bu hâl ergenlik çağında akl-ı kâmilin müjdecisidir. Ancak utangaç bir çocuğu ihmal etmek doğru değildir. Onun hayasından faydalanmak terbiyesine önem vermek gerekir.
Gazâlî, çocuk eğitimi üzerinde özellikle ahlâki eğitim üzerinde hassasiyetle durmuş ve çocuğun çeşitli sahalarda nasıl eğitilebileceği konusunda görüşler ileri sürmüştür. Bu sahalardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
1. SOFRA ÂDÂBI
a. Çocuğa yemeye başlarken, besmele ile başlaması öğretilmeli, önünden ve sağ eliyle yemek yemeye alıştırılmalıdır.
b. Müşterek sofrada herkesten önce yemeye hücum etmemesi, ne yemeye, ne de başkasının yemeğine göz dikmemesi öğretilmelidir. Bu sayede çocuk büyüklerine karşı saygıyı ve aç kaldığı zamanlarda sabrı öğrenecektir.
c. Oburluğun iyi bir şey olmadığı çocuğa anlatılmalıdır.
Başkasına yedirmenin sevgisi ona aşılanmalı ve sofraya gelen yemek ile ihtifa etmesi, iyisini aramaması gibi, bütün bu hususlar kendisine öğretilmelidir. Böylece çocuk daha sonraki yaşamında başkaları ile birlikte yaşadığının farkına varacak ve paylaşmayı, cömertliği öğrenecektir.

2. MÜKAFAT ve CEZA
a. Çocuğun iyi bir hareketi görüldüğü zaman takdir ve taltif edilmeli, çocuğu sevindirecek şekilde ödüllendirmelidir.
b. Çocuğun kötü bir hareketi görülürse, bu durumda görmemezlikten gelmeli, gizli kusurlarını araştırıp teşhir etmemelidir.
c. Çocuk yaptığı kusuru gözlemek isterse, bunu tamamen görmemezlikten gelmek lazımdır. Aksi halde çocuk bu hususta cesaretlenir ve bu kusurunu tekrar yapmaya kalkışır. Duyulmasına artık aldırış etmez olur. Çünkü kusuru ortaya çıkarılan çocukta “nasıl olsa herkes biliyor düşüncesinde olacak, haya perdesi yırtılacak ve bu kusuru yapmaya devam edecektir.
d. Eğer çocuk bu hatalı hareketini tekrar ederse, gizlice tektir edilmeli, bunun zararları kendisine anlatılmalıdır. Bir daha kötülüğe dönmemesi kendisine tenbih edilmeli, bunun aksi halde nasıl rezil ve kepaze olacağı hatırlatılmalıdır. Gazâlî’nin de belirttiği gibi çocuk gizli bir şekilde uyarılmalıdır. Çünkü başkalarının yanında uyarı yapıldığı takdirde çocuğun gururu rencide olabilir ve uyaran kişiye karşı sevgi ve saygısını yitirebilir.
e. Çocuğa sık sık tekdir ve tâzirden de sakınmalıdır. Çünkü bu durum, çocuğu bu sözleri dinlememeye ve kötülükleri yapmaya tahrik eder. Dolayısıyla nasihatin tesirini de azaltır.
f. Baba çocuğuna karşı ağır davranmalı ve çok seyrek zamanlarda çocuğunu kınamalıdır. Anne ise çocuğunu babası ile korkutmalı, bu suretle kötülülerden alıkoymaya çalışmalıdır.
Her ne kadar Gazâlî bu düşünceye sahip ise de, biz bu konuda Gazâlî’nin görüşlerine katılmıyoruz. Babanın çocuğa ağır davranması halinde çocuk babasından soğuyacaktır. Halbuki çocuk ilk önce aile çevresinde yetişmekte ve anne-babasını örnek almaktadır. Anne-baba çocuğa hoşgörülü bir şeklide yaklaşmalıdır. Ancak burada şunu belirtmeliyiz ki çocuğa karşı hoşgörülü olmakla, onun şımarmasına imkan verecek bir tavır içinde olmak, aynı şeyler değildir.
Aşırı ve gereksiz hoşgörüden doğan şımarıklık, çocuk için oldukça zararlıdır. Çünkü çocuk, aşırı hoşgörülü ve şımarmasına imkan verilen bir ortamda yetişecek olursa, kendine olan güvenini yitirebileceği gibi, her istediğini zahmetsizce elde ettiği için, başka insanları, arzularının tatmini için bir araç olarak görmeye başlayacaktır. Bu ise, hem başkalarına hem de kendisine olan saygısını kaybetmesine yol açacaktır.
3. BEDEN EĞİTİMİ
a. Çocuğu mümkün olduğu kadar gündüz uykusundan alıkoymalıdır. Çünkü gündüz uykusu, tembellik getirir, fakat gece uykusuna mani olmamalıdır.
b. Etlerinin pekişmesi, vücudunun yağlanmaması için çocuk yumuşak döşekte yatırılmamalıdır. Aynı zamanda böyle zevk ile büyüyen çocuk bir daha sert döşeğe yatmak istemez ve zevke dalar.
c. Günün muayyen zamanlarında beden tâlimi ile alâkalı önemli hareketleri yapmalıdır. Aksi halde durgunluk, tembellik getirir.
d. Vücudunu açmaması, yürürken fazla koşmaması, ellerini fazla sallamaması kendisine öğretilmelidir.
4. TOPLUM ADÂBI
a. Çocuğa toplantılarda oturma âdabını da öğretmelidir. Mesela, çocuk sağa-sola tükürmemeli ve başkasının ağzına doğru esnemekten sakınmalıdır.
b. Mecliste kimsenin önüne geçip onu arkada bırakmamalı, ayaklarını birbiri üstüne atmamalı ve başını bir yere yaslamamalıdır.
c. Mecliste çok konuşmamalı, başkalarına da söz hakkı tanıması gerektiği kendisine bildirilmelidir.
d. Bulunduğu mecliste ilk sözü kendisi almamalı, başkası konuşurken onu dinlemeli, büyüklere yer vermeli ve onların karşısında hürmetle oturmalıdır.
e. İster yalan, ister doğru olsun, durup dururken yemin etmemeli ve buna daha çocuklukta alışmamalıdır. Bulunduğu mecliste ilk sözü kendisi almamalı, daha çok soruları cevaplandıracak şekilde konuşması kendisine söylenmelidir.
5. OKUL EĞİTİMİ
a. Çocuk okulda Kur’an okumayı, geçmiş haberleri öğrenir. Bu sayede iyi ve kötü insanların ne şekilde oldukları hakkında bilgi sahibi olur.
b. Dersten sonra çocuğa, üzerindeki yorgunluğu atması için oyun oynama müsaadesi verilmelidir. Eğer çocuk oyundan men edilir ve yalnız derse bağlanırsa, basireti ölür, zekâsı kaybolur. Daima dertli ve sıkıntılı olur.hatta bu esaretten kurtulmak için hile yollarına başvurur.
c. Anne ile babasına, hocasına, hürmet etmesi ve saygılı olması çocuğun kendisine anlatılmalıdır. Akrabası olsun olmasın, büyüklere hürmet ve onlara karşı daima edebli olmak, onların karşısında oynayıp eğlenmemek kendisine öğretilmelidir.
Ayrıca çocuk, altı-yedi yaşlarına geldiği zaman taharet ve namaz ile emredilmeli, durumu müsait ise alışması bakımından Ramazan’ın bazı günlerinde oruç tutmakla emredilmelidir hırsızlık yapmak, haram yemenin kötülükleri, hıyânet, yalan ve çirkin sözler gibi fiil ve hareketlerin zararları kendisine öğretilmelidir.
Çocuk ergenlik çağına ulaştığı zaman ise, tüm bunların yasak edilmesinin sebepleri kendisine anlatılmalıdır. Çocuk ergenlik anına gelinceye kadar güzel terbiye edilmişse, ergenlik anında bu sözler kendisine etki eder. Oyma yazının taşta iz bıraktığı gibi, bu sözler de çocuğun kalbine yerleşir ve orada iz bırakır. Fakat daha önceki yaşlarda terbiye edilmezse, duvarın kuru toprağı kabul etmesi gibi, çocukta etkili olmaz.







II. GAZALİ VE AHLÂK EĞİTİMİ
a. Ahlâk Eğitimi
Genel olarak İslâm insanın doğuştan iyi olduğunu kabul eder. Bozulma sonradandır. “Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.” Aslı güzel olan, insanın eğitime müsait olması fıtratı gereğidir. Bu eğitimin gerçekleşmesi için de dinler gelmiştir. Eğer insan eğitilmeye müsait olmasaydı, Peygamberler gibi eğiticilere ihtiyaç kalmayacaktı.
Bunun için de Gazâlî, önce ahlâk’ın tanımı üzerinde durmaktadır. “Ahlâk” diyor Gazâlî: “Nefiste yerleşmiş bir melekedir. Ondan herhangi bir fikri zorlama olmaksızın ‘(insan) eylemleri kolaylıkla ortaya çıkar.” Gazâlî, “Nefiste yerleşmiş bir melekedir” cümlesini insanda iyilik yapmanın özellik (fıtrat) haline gelmiş olması şeklinde açıklamaktadır ve de Gazâlî’ye göre ahlâkı eğitmenin yolu bütün işlerde dinin kanunlarına uymakla mümkündür. İnsan dini taklit ederek adım atmalıdır.” Buradan hareketle çocuğa iyi bir ahlâk kazandırmanın yolu dini çerçevede bir eğitimle olacaktır. Bunun için de ona güzel örnek olmak gereklidir. Çünkü diyor Gazâlî; çocuk anne ve babasının yanında ilâhi bir emanettir. Onun temiz kalbi, saf, kıymetli, her türlü, nakış ve suretten boş bir cevherdir. O, nakşedilen her şeyi kabule uygun, kendisine yönelen her şeye yönelir durumdadır. Kendine iyilik telkin edilir ve iyi işler yaptırılırsa çocuk iyi bir insan olarak yetişir. Dünya ve ahirette saadete ulaşır.
“Ey iman edenler, kendiniz ve çocuklarınızı ateşten korununuz”. (Tahrim, 66/8) Ayet-i Kerimesini eğitim açısından izah eden İmam Gazâlî: “Çocuğu terbiye, dünya ateşine yanmaktan koruduğu gibi cehennem ateşinden de korur.çocuğu koruma, onu güzel eğitip temizlemek,ş ona ahlâki değerleri öğretmek, kötü arkadaşlardan korumak, devamlı olarak zevk oluyor halde bırakmamak, refah ve süs sebeplerini savdırmamakla olur. Çünkü zinet ve refaha alışınca büyüdüğü zaman onları elde edebilmek için ömrünü onların peşinde kaybeder.
Görüldüğü gibi Gazâlî, ahlâki eğitimin çocuğu ilk günlerinde başlaması gerektiğine inanıyor ve de emilecek sütün iyi seçilmesi haram olmamasına dikkat edilmesi gerektiğine dikkat çekiyor.
Çocuk iyi ile kötünün farkına varması ile, murakabe edilmesi gerekir. Nelerin günah, nelerin iyi olduğu ona tedrici olarak anlatılmalıdır. Yemek adabı da bu yaşlarda öğretilmelidir.
Gazâlî’ye göre, çocuk ilk yetişme çağında ihmal edilirse ahlâkı bozulur, hasetçi, hırsız ve benzeri birçok kötü huylar peyda olur. Bütün bu kötü huylardan ancak güzel terbiye sayesinde korunur. Çocuğun güzel ahlâkı ile ilgili güzel bir hareketi görüldüğü zaman takdir edilmeli, çocuğu sevindirecek bir şekilde mükafatlandırmalıdır. Şayet bazen kendisinde bir defalık bir kötü hal görülecek olursa onu görmemezlikten gelmeli, gizli kusurları araştırılmamalıdır.
Gazâlî, çocuğun temyiz yaşına (7 yaş) geldiğinde taharet ve namazla emredilmesi ve Ramazan’ın bazı günlerinde oruç tutması gerektiğini söyler. Buluğ çağına yaklaştığı zaman kendisine yasaklanan hususları anlaması mümkün olur. Çocukluğunda güzel terbiye edilen çocuk buluğa yaklaştığında dinin sınırlarının sırlarını anlaması mümkün olur. Gazâlî, ergenlik çağından önce uygun terbiye verilen çocuklarda buluğa yaklaştığında muhakemenin geliştiğine ve ahlâki, dini prensiplerin davranışları kontrol etmesine işaret ediyor. Çocukluğunda iyi terbiye edilen çocuklar artık ergenlik döneminde soyut kavramları cennet ve sorumluluk gibi konuları anlama olgunluğuna geldiğinde dünyanın baki olmadığını, dünya nimetlerinin son bulacağını, dünyanın durulacak bir yer olmadığını, yolculuk yeri olduğunu, devamlı ve asıl mekânın ahiret olduğunu, ölümün her an gelebileceğini, akıllı insanların dünyadan ahiret azığını temin eden kimse olduğunu, bu sayede cennetin bol nitelerine kavuşup Allah katında mevki sahibi olabileceğini kendisine anlatmalıdır. Çocuk ergenlik çağına kadar uygun terbiye almışsa bu sözler buluğda kendisine tesir eder. Oyma yazının taşta iz bıraktığı gibi bu sözler de çocuğun kalbine yerleşir. Fakat daha önceki yaşlarda çocuk güzel terbiye edilmez, kötü söz ve işlere alışır, gününü sadece eğlenceyle geçirir ise duvarın kuru toprağı kabul etmemesi gibi bu çocukta hakikatleri kabul etmez.
b. Ahlâk Eğitiminin İmkanı
Gazâlî, ahlâk eğitiminin mümkün olduğunu ve eğitimle ahlâkın değişebileceğini savunur. Bunun mümkün olmadığı görüşünde olanlar da vardır. Gazâlî, onların bu görüşlerini şu şekilde sıralamaktadır:
1. Ahlâk, insanın iç yapısı (batınî sureti)dir. Beden ise onun dış yapısı (zahirî sureti)dir. İnsanın dış suretini değiştirmek mümkün değildir. Meselâ, kısayı uzun, uzunu kısa, güzeli çirkin, çirkini güzel yapmak mümkün olmadığı gibi. Bu nedenle batınî çirkinliği güzelleştirmek ve ahlâkı değiştirmek de mümkün değildir.
2. Bu görüşü savunanlar, ikinci delillerini tecrübeden aldıklarını sanmaktadırlar. Onlara göre, güzel ahlâk, şehvet ve gazabı kahretmekle mümkündür. Halbuki şehvet ve gazab tabiatın mizaç ve iktizasındandır. O, hiç bir zaman insandan ayrılmaz. Onunla uğraşmak boşuna vakit öldürmektir. Bu görüşleriyle ahlâk eğitiminin hiçbir yarar sağlamayan boşuna emek olduğunu iddia ederler.
Ahlâkın eğitimle değiştirilemeyeceği düşüncesinde olanlara karşı Gazâlî’nin ileri sürdüğü delilleri şöyle sıralayabiliriz:
1. Ahlâkın eğitimle değişmeyeceğini savunanlar,bu konuda sağlam delillere dayanmamaktadırlar. Onların böyle düşünmelerinin sebebi, nefsini terbiye ve ahlâkını düzeltmekle meşgul olması kendilerine ağır gelmesidir ki, bu kusurlarını kabul etmemektedirler.
2. Eğer ahlâka değişiklik olmasa ve değişikliği kabul etmesek, o zaman öğüt ve nasihatlar, va’z ve terbiyeler boşa gitmiş olacaktı ve peygamberimiz (SAV)’in “Ahlâkınızı güzelleştiriniz” buyurmasının değeri kalmayacaktı.
3. Gazâlî üçüncü delil olarak, hayvanları ehlileştirmek ve terbiye etmek mümkün olduğuna göre, insanların ahlâki eğitiminin daha çok imkan dahilinde olduğu görüşündedir. Doğan kuşu ehlileşiyor, sahibinden ayrılmıyor. Köpek terbiye ediliyor, avını yemiyor ... gibi örneklerle Gazâlî bu görüşünü desteklemektedir.


c. Nefis Eğitimi
Ahlâk eğitiminde nefis eğitiminin şüphesiz büyük bir fonksiyonu vardır. çünkü nefisle mücadele en büyük mücadeledir. Güzel ahlâka ulaşmanın yolu da nefis eğitiminden geçer. Nitekim Gazâlî nefis eğitimi üzerinde önemle durmuş ve nefsi şöyle tarif etmiştir:
Nefis: İnsandaki gazab ve şehvet kuvvetinin toplandığı yerdir. Tasavvuf erbabı genellikle nefis kelimesini bu manada kullanır. Zira onlar nefis demekle insanda kötü vasıfları toplayan bir aslı kastederler ve nefis ile mücadele edip onu kurmak lazımdır, derler.
Nefis: İnsanın hakikati ve kendisi demektir. Bu çeşitli niteliklerle vasıflanır. Mesela, nefs-i mutmainne, nefs-i levuâme ve nefs-i emmare gibi.
Gazâlî’ye göre nefis eğitimi, ancak gözünü ve kulağını alıştığı şeylerden korumak için onu tenha ve hiç kimsenin bulunmadığı yerlerde yaşatıp alışkanlıklarından koparmak ve yine bu yalnızlıkta onu zikir, dua ve senâya alıştırmakla mümkün olur. Bu şeklide Allah’a zikir ile meşgul olur ve dünya meşguliyetinden uzaklaşır. Bu hal kişiye zor gelebilir. Fakat daha sonra zevk almaya başlar. Kişi bu durumda aynen çocuk gibidir. Çocuk memeye alışkındır, zamanı gelince memeden kesilir. Fakat o, ona alışkın olduğu için durmadan ağlar. Meme yerine, kendisine takdim edilen yemeklere şiddetle cephe alır, onlardan nefret eder. Fakat daha sonra sabrı tükenir, açlığa dayanamaz ve yavaş yavaş yemeğe başlar. Neticede yemekle tabiatleşir. Hatta sonra memeye çevrilse bu defa memeye cephe alır ve onu kabul etmez. Artık yemeğe alışmıştır.
Hayvanlarda da böyledir. Önce tepki gösterirler, fakat daha sonra alışırlar. Hiçbir tepki göstermemeye başlarlar.
İşte Gazâlî, çocuk ve hayvanların terbiye edilebildiklerine göre nefsin de aynı şekilde eğitilebileceği görüşündedir. Gazâlî’ye göre nefis, önce dünya nimetlerinin zevki sefasından ve neşelenmekten alıkonur. Hatta ölüm ile yok olup gidecek olan her şeyden uzaklaştırılır. Zira kedisine denir ki; neyi seversen sev nihayet ondan ayrılacaksın. Nefis böyle sevdiği her şeyden sonunda ayrılacağını ve onun hasretini çekeceğini anlayınca, ayrılığı muhakkak olan her sevgiliye karşı isyan eder ve ayrılığı olmayan bir sevgili ile meşgul olmak için araştırma yapar ki, o da Allah-ü Teâlâyı zikir ve tezekkürdür. Bu zikrullah mezarda bile kendinden ayrılmaz ve kendine yardımcı olur.burada kaide, herkes dünyalıktan nereye bağlamış ve nereye gönül vermişse onu terketmesidir. Mesela, insanlardan bir kısmı servete, diğer bir kısmı rütbeye, bazıları da mevki üstünlüğüne bakıp bağlanır ve bununla övünür. İşte bu durumda kişiye düşen görev bunlardan hangisine daha çok meylediyor ve hangisinden daha çok zevk duyuyorsa, her şeyden önce onu kalbinden çıkarıp atmasıdır. Daha sonra insanlardan uzaklaşıp nefsi ile başbaşa kalmalı ve kalbini murakebe etmelidir.
Gazâlî, ayrıca bu durumdaki kişinin Allah’ı zikir ve tefekkürden başka hiç bir şey ile uğraşmaması gerektiğini, nefsinde meydana gelecek şehvet ve vesveseleri gözetlemesi gerektiğine işaret eder. Böyle bir kişi içindeki her zararlı maddeyi kökünden söküp atmalıdır. Zira her vesvesenin bir sebebi vardır. vesvese, ancak o sebebi ve alakayı kesmekle yok olur. Bunun için ömrü boyunca böyle devam etmelidir.
d. Davranış Eğitimi
Gazâlî, davranış eğitimi üzerinde de durmaktadır. Ancak davranışların düzeltilmesi meselesinde, öncelikle yanlış ve kötü davranışların bilinmesi gereklidir. Yani kişi önce hangi davranışlarının iyi veya kötü olduğu hususunda bilgi sahibi olmalıdır. Ancak kişinin her zaman kendi hareketlerini kontrol etmesi mümkün değildir. Dolayısıyla kötü davranışlarını tam olarak bilemediğinden bunların ıslahı meselesi de imkan dahilinde olmayacaktır.
İşte Gazâlî, kendi kusurlarını bilmek ve onları düzeltmek gayreti içinde olanlara şu dört yolu göstermektedir:
Birincisi, kalbin kusurlarını bilen, gizli afetlere muttali olan bir şeyh’e teslim olup, bu şeyh’i kendine hakim tanımak ve mücahedesinde onun işaretine uymaktır. Müridin şeyh ile talebenin hoca ile olan münasebetleri bundan ibarettir. Hocası talebeyi daima kontrol eder, ona kusurlarını bildirir ve tedavi çarelerini öğretir.
İkincisi, sadık ve sıddıklardan, mütedeyyin ve basiret sahibi bir zat bularak, iş ve davranışları kontrol etmesi için kendine bir murakıp tayin etmektir. Tayin edilen kişi, bâtınî ve zâhirî hallerinden hoşuna gitmeyenleri ve çirkin bulduklarını düzeltmek için gerekli tenbihlerde bulunur.
Başkalarının ikazı ile kusurlarından vazgeçmek, dindarların en büyük arzularındandır. Zira bir kimse, başkası tarafından kusuru kendisine hatırlatıldığı zaman ona kızmamak, bilakis teşekkür etmelidir. Çünkü kötü huyları, zehirleyici yılan ve akrepler gibidir. Birisi paltomuzda akrep olduğunu söylese doğru mu, yalan mı söylediğine bakmadan hemen paltoyu çıkarıp, adama teşekkür eder ve daha sonra akrebi öldürmeye çalışırız. Halbuki akrebin zararı bedenedir. Kötü ahlâkın zararı ise ruha ve kalbedir. Bu da öldükten sonra devam edip gider. Durum bu merkezde iken, birisi bize kötü hallerimizden haber verdiği zaman sevinmeyiz. Teşekkür etmeyiz, davranışlarımızı düzeltmeye çalışmayız, belki biz de buna karşılık adama nasihat etmeye kalkışırız. Bu hal daha çok kalp katılığından ve iman zayıflığından ileri gelmektedir.
Üçüncü yol, düşmanlarının dilinden kusurlarını duyup, ıslah yoluna gitmektir. Zira gayz ve kin gözlüğünden bakan düşman gözleri daima kötülüğü görür. Kusurları öğrenme ve onların ıslahı meselesinde, yapmacık öğütlerle kusurları gizlemeye çalışan dalkavuk bir dosttan ziyade kusurları ortaya koyup teşhir eden hain bir düşmanı yalanlamaya yöneliktir. Zira akıllı kimse düşmanın sözlerinden istifade etmesini bilir. Çünkü kişinin kusurlarının ağzında dolaşması tabiidir, görüp duyup düzeltmesi gerekir.
Dördüncü yol, insanların arasına karışmak ve aralarında kötü bulduğu her davranışta kendini murakebe edip ayarlamaktır. Mü’min mü’minin aynasıdır. Başkasının kusurlarında kedi kusurlarını görür ve tabiatlerin heva’-i nefislerine uymakta birbirlerine yakın olduklarını bilir. Birinde bulunan bir kusurun aynı, daha azı veya daha çoğu mutlaka diğerinde de vardır. o halde kişi kendi kendini kontrol etmeli ve başkasından görüp hoşlanmadığı şeylerden kendini temizlemelidir. Eğer insanlar başkalarında gördükleri kusurları kendileri de terk etse, artık başka bir terbiyeciye ihtiyaç kalmazdı. İsâ aleyhisselam’a:
- Seni kim terbiye etti? Diye sordular. O:
- Beni kimse terbiye etmedi. Cahillerin cehaletini kötü bulduğum için ben de ondan uzaklaştım, dedi.
Buna göre kişinin bu metodlar sayesinde iyi ve kötü davranışlarını tespit edebilmesi ve dolayısıyla uygun olmayan davranışlarını düzeltme yoluna gitmesi mümkün olacaktır.
III. GAZÂLÎ’YE GÖRE ÖĞRETMEN - ÖĞRENCİ İLİŞKİLERİ
Gazâlî, sağlıklı bir ilim faaliyetinin gerçekleşebilmesi için öğretmen ile öğrenci arasındaki münasebetleri dikkati çekerek bu ilişkilerin olumlu olması gerektiği üzerinde durur. Ona göre öğrenci, hocasının karşısına edep ve saygı ile çıkıp selam vermeli, mümkün olduğu kadar huzurunda az konuşmalı, hocası sormadan bir şey söylememelidir. Ayrıca izin almak şartıyla sorup, konuşmalı hocayı tenkide kalkarak “Falan seni dediğinden başka fikir beyan ediyor” gibi sözler söylememeli ve doğruluğu herkesçe bilinen hususlarda, hocanın görüşü hilâfına fikir beyan etmemeli. Hoca ile aynı mecliste bulunurken başkasına bir şey sormamalı, huzurundayken sağa sola bakmayıp, sakin ve edebli oturmalıdır. Hocayı yorgun iken fazla soru sorarak daha da yormamalı, yolda giderken gidilecek yere varıncaya kadar da soru sormamalıdır. Hocanın yaptıklarının dış cephesine bakıp ona karşı kötü zan beslememeli. Çünkü o ilim ve hikmet sahibidir. Dolayısıyla yaptığı işin iç yüzünü talebeden daha iyi bilir.
Gazâlî, hocaya ta’zim ve hürmet edilmesi gerektiğini hoca haklarının ana-baba haklarından fazla olduğunu belirtir. Çünkü ana-baba evladını büyütür, bakar. Kötülüklerden, haramlardan koruyarak onun dünyasını kurtarır. Öğretmen ise evlada din ve diyâneti öğreterek hem dünya hem de ahiret hayatını kazandırır. Bunun içindir ki hocaya hürmet etmek ana-babaya hürmet etmekten üstündür.
Gazâlî’ye göre öğrenci; hocasını gördüğü zaman elini öpmeli, onu hürmet ve saygı ile karşılayarak hatırını sormalıdır. Oturmasına izin verdiği an diz çöküp edeple oturmalı, hocadan ayrılırken yine hürmet göstererek ayrılmalıdır. Ayrıca hocanın bir hizmeti olduğunda öğrenci, hocanın hizmetini görmelidir. Eğer hoca fakir ise ihtiyacını elinden geldiği kadar görmek suretiyle hayır duasını almaya çalışmalıdır. Onun bedduası alınması halinde ise Gazâlî, kişinin helâk olacağını belirtir. Çünkü hocanın öğrencisine olan duası, ana-baba duası gibi makbuldür.
a. Öğretmen ve Önemi
Gazâlî, öğretmeni şöyle tarif ediyor: “Ruhun kendi cevherine dönmesi kendisini tamamlamak ve saadete ermek için, içindeki gizli şeyleri fiile çıkarmasıdır.” Ona göre insan ruhu ilim ve hikmetin kaynağıdır. İlim ve hikmet küme halinde orada gizlidir.

İşte ruhun derinliklerinde gizli olarak bulunan ilim, ancak öğretmen hadisesi ile su yüzüne çıkar. Gazâlî, bunu bir benzetme ile şöyle açıklar: “İnsan ruhunda gizli olarak mevcut olan ilim kabiliyeti, tıpkı yer altında bulunan sular gibidir. Aynı şekilde taşta gizli olarak ateşin (enerjinin) bulunuşu ve çekirdek içinde bulunan tohumun ağacı taşıması gibi. İşte yer altında suları çıkarmak için artezyenler ve kuyular açtığımız gibi, insan ruhu da gizlenen ilim kabiliyetini de ortaya çıkarmak için çalışıp çabalamak ve onu açığa vurmak gerekir. Fakat yer altı suları bile yeryüzüne bazen kendiliğinden çıkar, bazen de az bir gayretle hemen yeryüzüne fışkırmaya başlarlar.” Burada insan ruhunda bulunan ilim kabiliyeti ile yer altı suyu arasında bir bağlantı kurulmakta ve suyun yeryüzüne çıkış şekilleri, ilmin ortaya çıkarılması arasında bir benzetme yapılarak öğrenme çeşitleri ortaya konmaktadır. Zira bazı yer altı sularının kendiliğinden bir kaynaktan fışkırması gibi bazı kimselerde de ilim kabiliyeti, bir alimin önünde diz çökmeden coşkun pınar gibi fışkırır. Buna misal, Peygamberlerdir. Ancak bazı kimselerde uzun çalışma ve gayretler sonucu öğrenme hadisesini gerçekleştirebilirler. İlim insan ruhu da gizli olarak bulunduğuna göre onu açığa çıkarmak da ancak öğrenme ile mümkün olacaktır.
Gazâlî’ye göre öğretmenlik çok yüce ve kutsal bir görevdir. O, öğretmenliğin çok yüce bir iş oluşunu şu sözleriyle ifade etmektedir. “İlim öğretenler insanların kalplerini ve akılları üzerinde tasarruf ederler. Yeryüzündeki en üstün yaratık insan, insanın en değerli cüz’ü ise kalbidir. İlim öğreten, kalbi olgunlaştırmak, temizlemek, cilalandırmak ve Allah rızasına yaklaştırmakla meşgul olan kişidir.”
Gazâlî’ye göre öğretmenlik bir yönde Allah’a ibadet bir yönde Allahu Teâlâ’ya vekalettir. Hem de en büyük vekalettir. Çünkü Allah, alimin kalbine, kendisinin en şerefli sıfatı olan ilimden bir kapı açmıştır. İlim adamı hazinelerin en değerlisine sahiptir ve Allah’ın en değerli cevherlerinin hazinedarı gibidir. Bu hazineden de ihtiyacı olanlara dağıtmaktadır. Bundan daha üstün bir rütbe olabilir mi?
b. Öğretmenin Görevleri
Gazâlî, öğretmenlik görevinin üstün ve şerefli oluşunun yanısıra, öneminin de büyük olduğuna dikkati çekmiştir. Onun eğitimle ilgili eserleri zamanında ilgi görmüş ve kendinden sonraki eğitimcilere ilham kaynağı olmuştur. Gazâlî bu ağır görevi üstlenen öğretmenlere şu önemli tavsiyeleri yapmaktadır:
Öğretmen bütün davranışlarını takva ölçülerine uydurmalı ve kendisini hesaba çekmelidir. Çünkü öğrenci öncelikle onun davranışlarına bakar, sonra söylediklerinden faydalanır.
Öğretmen, halim selim olmamalıdır. Ayrıca ağırbaşlı olmak şartıyla mehâbetini korumalı, düşük harekette, çocuksu davranışlarda bulunmamalıdır.
Öğretmen, talebesini evladı yerine koymalı ve ona karşı öz çocuğu muamelesi yapmalıdır. Buna karşılık öğrenci de öğretmen hakkının baba hakkından büyük olduğu bilinci içinde olmalıdır. Çünkü öğretmen sonsuz ahiret hayatımızı kazanmamıza, baba ise geçici dünya hayatına adım atışımızın küçük bir vesilesidir.
Öğretmen, ilim öğretirken Sevgili peygamberimiz (SAV)’in aydınlık yolundan asla şaşmamalıdır. Öğretme karşılığı ücret istememeli, öğrenciden mükafat ve hatta teşekkür bile beklememelidir. Öğrettiğini ancak Allah için öğretmeli ve gayesi Allahu Teâlâ’ya ulaşmak olmalıdır. Her ne kadar öğrencilerin minnettar olmaları gerekirse de, kendisine böyle bir hak tanımamalı, belki kalplerine ilim tohumunu ekmekle Allah’a yaklaşmak için gönüllerini tamamıyla kendisine bağladıklarından fazilet ve minneti öğrencilerde bilmelidir.
Öğretmen, öğrenciye nasihatte kusur etmemeli, en ince teferruatına kadar her şeyi olduğu gibi bildirmelidir. Bilhassa ana ilmin ona gayesini aşılamaya çalışmalıdır.
Öğretmen öğrencisini münasip dille, tahkir mahiyetinde olmayıp imâ ve şefkat yoluyla kötü huylardan vazgeçirmeye çalışmalıdır. Çünkü kusuru açıkça söylemek hayâ perdesini yırtar, sahibine fenâlık cesareti verir ve kendisini bulunduğu halde ısrar etmeye teşvik eder.
Öğrencisine bir ilmi okutan öğretmen, aynı öğrenciye bir başka öğretmenin okuttuğu diğer bir ilmi küçük görmeye kalkışmamalıdır. Öğretmen, öğrencisini kendi sahasında başarılı olunca, bir diğer sahayı küçük görmek şöyle dursun, orayı da okuyup bitirmeyi teşvik etmelidir.
Her öğretmen, öğrencilerinin anlayış ve kabiliyetlerine göre öğretme usullerine başvurmalı, asla birden basit meselelerden, ince meselelere dalmamalıdır.
Kabiliyetsiz öğrencilere kolaylıkla anlayabileceklerini anlatmak ve onlara seviyelerine uygun hitap etmelidir. Ayrıca onlara, senin anlayamayacağın daha nice meseleler var demekle kendisinden saklanmış incelikleri açıklamamak gerekir. Çünkü bu hâl onun anlayabileceği şeylerde de hevesini kırar ve zihnini kurcalar. Çünkü herkes kendisini ilmin inceliklerini anlamaya müsait zannederek öğretmenin kendisini kıskandığı vehmine kapılır.
Öğretmenin bildiği ve öğrettiği ile amel etmesi gerekir. Davranışları, söylediklerini yalanlamamalıdır. Çünkü amel, gözle görülen bir hâl olduğundan insanların dikkatini çeker. Amel, bilgiden ayrılırsa kendisinden güven kaybolur.
c. Öğrencinin Görevleri
Gazâlî ilim yolcusunun her şeyden önce bu işe büyük bir samimiyetle eğilmesi gerektiği görüşündedir. Ona göre öğrenci ilim tahsiline başlarken niyet etmesi gerekir. Çünkü fiil ve davranışlarda esas olan niyettir. Hatta halis bir niyetle elde edilen ilim, amelden üstündür. İlmin sonuna, ancak başlangıçtaki sağlam bir niyetle ulaşılır.
Gazâlî öğrencinin “ben falan soylu ailenin evladıyım” diyerek ilme ve ilim adamlarına karşı büyüklük taslamaması gerektiği görüşündedir. Aynı zamanda öğrencinin öğretmenine karşı saygısızca davranmaması, aksine ona bağlanması ve tıpkı hastanın doktorun tavsiyelerine karşı boyun eğmesi gibi, onun ilim yolunda gösterdiği bütün prensiplere saygı göstermesi icap eder. Öğrencinin alçak gönüllü olması gerekir. Ayrıca hocasının verdiği bilgilerden ufak tefek kusurları onun yüzüne vurması doğru değildir.
Gazâlî, öğrencinin ilim tahsilinde uyması gereken bir takım görevleri olduğunu belirtir. Ona göre öğrencinin uyması gerekli olan hususlar şunlardır:
- İlim tahsil eden kişinin her şeyden önce kalbini bütün fena hallerden ve kötü vasıflardan temizlemesi gerekir. Çünkü ilim öğrenmek, kalbin ibadeti, sırrın namazı ve iç hâsselerin Allahu Teâlâ’ya yaklaşmasıdır. Nasıl ki vücut azalarımız temiz olmadıkça namaz sahih olmazsa aynı şekilde ilim ibadeti de kalbi bütün huy ve çirkin sıfatlardan temizlemedikçe sahih olmaz.
- İlim tahsil etmek isteyen kişi, dünya ile alâkasını azaltıp yurdundan ve ailesinden uzaklaşmalıdır. Çünkü dünyaya ilgi ve aile ortamı tahsile engeldir. Halbuki Allahu Teâlâ bir insanın içinde iki kalp yaratmamıştır. Ne zaman aklını başka tarafa bölersen gerçekleri anlaman azalır. Dağınık fikir, suyu bölünen bir dereye benzer ki, bir kısmını toprak içer, diğer bir kısmı havaya karışır, derken bahçeyi sulamaya yetişmez, kurur gider.
- Bilgiyi küçümsememeli ve kendisini öğretmenden üstün görüp ilimle ukalâlık yapmamalıdır. Zira öğrenciye yakışan ilme ve hocaya karşı tevâzûdur.
- İşin başlangıcında halk arasında var olan fikrî ayrılıklara ve şüpheli şeylere kulak vermekten çekinmelidir. Zira ihtilâf ve şüpheler öğrencinin aklını karıştırır, duygularını değiştirir, öğrenme arzusunu söndürerek ümitsizliğe sevkeder.
- Övülen ilimlerin hiçbir fennini ve nev’ini terk etmemeli, en azından onların gaye ve hedeflerini anlayacak kadar meşgul olmalıdır.
- Bir defada bütün ilim dallarını öğrenmeye kalkışmamalı, onları bir sıraya koyarak işe en önemlisinden başlamalıdır.
- Bir ilmi iyice öğrenmeden bir diğerine geçmemelidir.
- Şu ya da bu ilmin üstünlük sebebini bilmelidir.
- Gayesi, kalbini ve duygularını kötülüklerden arıtıp, faziletle donatmak ve sonunda Allah’a yaklaşmak olmalıdır.
- İlimlerin gayeye olan nispetini bilmeli, buna göre okuyacağı ilmi seçmeli, yakın olanı uzakta olana, ehemmi mühime tercih etmelidir.
SONUÇ
Bugün eğitim sistemimizde görülen aksaklık ve dolayısıyla bazı başarısızlıkların giderilmesi, yeni plan ve projelerin ortaya konulmasına, ilmi tutumun, problemlerin araştırılarak ve insanın yaratılışı, çevre, kültür vb. durumlar gözönüne alınarak çözümlenmesiyle mümkün olacaktır. Bunu yaparken de batının geliştirdiği eğitim sistemlerinden faydalanmakla birlikte, Türk-İslâm kaynaklarını da araştırmak ve onların tecrübelerinden, bilgilerinden faydalanmak, ilmin bir gereğidir.
Bu çalışmamızda eğitim ve ahlâk görüşünü ele aldığımız İmam-ı Gazâlî, yaşadığı asra damgasını vurmuş büyük bir şahsiyettir. O, karışıklığın ve istikrarsızlığın hüküm sürdüğü bir devirde yaşamış olmasına rağmen olağanüstü kişiliği ve yeteneği sayesinde problemleri kavrayış, değerlendiriş ve çözümlemesi ile çevresine öncülük etmiş ve yokluğu aranmış fakat bıraktığı eserlerden istifade edilmiş büyük bir alimdir.
İmam-ı Gazâlî’nin çevresine olan etkileri sadece yaşadığı devirle sınırlı kalmamış, çeşitli sahalarda ileri sürdüğü görüşler ve olaylara yaklaşımı günümüze kadar uzanmıştır.
Ancak günümüzde onun fikirlerinin ve görüşlerinin bütün yönleriyle açıklığa kavuştuğu söylenemez. Halbuki İmam-ı Gazâlî devrinin bütün ilimleri ile meşgul olmuş ve çeşitli sahalarda çok değerli eserler sunmuş ansiklopedik bir şahsiyettir. Onun fikirleri ile doğu-batı bilim dünyası da bir çok bilim adamına tesir ettiği ve onlara bir çok konuda öncülük ettiği düşünülürse Gazâlî’yi anlamak için daha çok çalışılması gerektiği görülecektir.
İmam-ı Gazâlî’nin diğer sahalara ait fikirlerinin yanısıra eğitim sahasında da söz sahibi olması gayet tabiidir. Nitekim Gazâlî eğitim müesseselerinde öğretim üyeliği yapmış, genç yaşta Müderrislik ünvanı elde etmiş, dolayısıyla eğitimin çilesini çekmiş, doğru ve yanlışları görmüş ve nihayet zirveye ulaşmıştır.
Bir eğitimci olarak Gazâlî insanı sadece tek yönüyle değil, her yönüyle ele almakta ve onu bir bütün olarak değerlendirerek din ve ahlâk eğitimi üzerinde hassasiyetle durmaktadır. Diğer taraftan eğitimin, kişinin doğumu ile birlikte başladığını, bu nedenle çocuk eğitimine büyük önem verilmesi gerektiğini belirtmektedir.
Gazâlî ayrıca öğretmen-öğrenci münasebetlerine değinerek, eğitim kurumlarındaki öğretmen ve öğrencilerin karşılıklı uymaları gereken vazifeleri hatırlatmaktadır.
İmam-ı Gazâlî’nin din ve ahlâk eğitimi hakkındaki bu görüşlerinin günümüzde eğitim ve öğretimle meşgul olanlar için büyük faydalar sağlayacağı muhakkaktır.


BİBLİYOĞRAFYA
- ALBAYRAK, Mevlüt, “Gazâlî’nin Ahlâk Felsefesi ve Filozofların Etkisi”, İslâmi Araştırmalar Dergisi, Ankara, 2000.
- AY, M. Emin, “Din Eğitiminde Mükafaat ve Ceza”, İzmir, 1994.
- AY, M. Emin, “Çocuklarımıza Allah’ı Nasıl Anlatalım”, İstanbul, 1997.
- BAYRAKLI, Bayraktar, “İslâm’da Eğitim”, İstanbul, 1980.
- BAYRAKTAR, M. Faruk, “İslâm Eğitiminde Öğretmen-Öğrenci Münasebetleri”, İstanbul, 1984.
- CORBİN, Henry, “İslâm Felsefesi Tarihi”, (Çev. Dr. Hüseyin Hatemi), İstanbul, 1986.
- DİYANET İSLÂM ANSİKLOPEDİSİ, İstanbul, 1994.
- ÇAĞRICI, Mustafa, “Gazâlî’ye Göre İslâm Ahlâkı”, İstanbul, 1982.
- ÇAMDİBİ, H. Mahmut, “Gazâlî’nin Şahsiyet Terbiyesi, Eğitim ve Din Eğitim”, İslâmi araştırmalar Dergisi, Ankara, 2000.
- ÇELEBİ, Ahmet, “İslâm’da Eğitim-Öğretim Tarihi”, (Çev. Ali Yardım), İstanbul, 1983.
- FIĞLALI; Ethem Ruhi, “Günümüzde İtikadi Mezhepler Tarihi”, İstanbul, 1990.
- GAZALİ; Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed, “Amellerde İlahi Terazi”, (Çev. Abdullah Aydın), İstanbul.
- GAZALİ; Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed, “Hüccet-ül İslâm İlmihali”, (Hazırlayan: Hüseyin Hilmi Işık), İstanbul, 1981.
- GAZALİ; Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed, “Delaletten Hidayete”, (Çev. Ahmet Suphi Fırat), İstanbul.
- GAZALİ; Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed, “İhya-u Ulumi’d-Din”, (Çev. Ahmet Serdaroğlu), İstanbul, 1978.
- GAZALİ; Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed, “İlahi Sır”, (Trc. A. Şener – S. Topaloğlu), İstanbul, 1973.
- GAZALİ; Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed, “El Munkız Mined-Dalal, (Trc. Salih Uçan), İstanbul, 1984.
- İSLÂM ANSİKLOPEDİSİ, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1964.
- İSLÂM MEŞHURLARI ANSİKLOPEDİSİ, (Haz.: A. Faruk Meyan), İstanbul, 1970.
- ORMAN, Sabri, “Gazâlî’nin Hakikat Araştırması Felsefe Eleştirisi Etkisi”, İstanbul, 1986.
- ORMAN, Sabri, “Gazâlî’nin İktisat Felsefesi”, İstanbul, 1984.

Düzenleyen sibel - 21 Mayıs 2010 Saat 00:08
Yukarı Dön
 Yanıt Yaz Yanıt Yaz

Forum Atla Forum İzinleri Açılır Kutu Gör

Powered by Web Wiz Forums Free Express Edition
Copyright ©2001-2009 Web Wiz
Türkçe Çeviri Hakan Tekgöz

Bu Sayfa 0,078 Saniyede Yüklendi.