Gazali Net Ana Sayfa
Anasayfa Anasayfa > Gazali Dönemi > Gazali Dönemi
  Yeni Mesajlar Yeni Mesajlar
  Forum Yardım Forum Yardım  Forumu Ara   Kayıt Ol Kayıt Ol  Giriş Giriş

Nizamülmülk ve Gazali -1

 Yanıt Yaz Yanıt Yaz
Yazar
Mesaj / Okunmamış Mesajları Gör
sibel Açılır Kutu Gör
Kalfa
Kalfa


K.Tarihi: 28 Nisan 2010
Durumu: Aktif Değil
Gönderilenler: 189
Aktiflik
Seviye
Deneyim
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Alıntı sibel Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Konu: Nizamülmülk ve Gazali -1
    Gönderim Zamanı: 05 Mayıs 2010 Saat 12:58
Büyük Selçuklu Devleti baş veziri Nizamülmülk’ün Nizamiye medreselerini Gazali’ye devrederken aralarındaki konuşmalar  büyük bir sırdan şüphelenmemize neden olabilir mi? Yazımdaki dipnotlar ile olayların gerçeğe yakın olduğunu fark edebilirsiniz aslında…
12 Kasım 1082
Nişabur, İran

İmam-ı Gazali‘nin ders okuttuğu tekkenin dış kapısında, yüzü kıbleye dönük olduğu hakde nöbet tutan genç mürit; yirmi-otuz adım ötede atından inen ve tekkeye doğru yürümeye başlayan uzun boylu zatı fark ettiğinde, yüreğine korku ile karışık bir heyecan düştü. Hocasına haber vermekle yabancının gelmesini beklemek arasında kararsız kalmışken, “Hayır olsun inşallah” diye dua etti.

Atının yularını, dış avluya epeyce uzak bir ağacın gövdesine bağlayan yabancı adam, etrafına korku salan ihtişamıyla yürümeye devam ederken; genç mürit, yüreğindeki titremenin hayra alamet olmadığını düşünmüş olmalı ki, kapının eşiğini hürmetle selamlayıp hızlıca avluya geçti. Elleri göbeğinin üstünde bağlı; gözlerini, talebeleriyle sohbet eden hocasının yüzüne kilitledi. Bakışlarını mescidin avluya açılan penceresine çeviren İmam-ı Gazali, heyecanına şahit olduğu müridine ne bir işaret veriyor, ne de müridinin tedirgin gözlerine bakıyordu. Az sonra, yüzünü tekrar rahlesinin üstündeki risaleye çevirdiğinde, genç müridin tedirginliği biraz olsun azaldı.

“Selamün ‘aleyküm!”

Sırtını mescide dönmeden avlunun dış kapısında doğru yürümeye başlayan genç mürit, hocasının göz hizasından çıktığında misafirinin yüzüne bakıp selamını aldı:

“Aleykümselam efendim.Hoş geldiniz,safa getirdiniz!”

Genç mürit, yabancı adamın elbisesindeki zenginliği,ümeradan olmasına yorsa da; yüzündeki deruni ifadeyi şairliğine veya ilim meclislerinde çokça bulunmasına bağladı.

Hocasıyla rabıtalı, sık sık tekkeyi teşrif eden civar beldelerdeki ulemanın yüzlerine aşina olan mürit, ilk kez gördüğü haşmetli zatın yüzüne, hayranlığını belli eden gözlerle baktı.

“Nasılsın evladım?”

“Allah razı olsun efendim!”

“Ebu Hamid’in tekkesi burası mıdır?”

“Evet efendim.Kimlerdensiniz?”

“Horasan’dan, Ebu Hasan deyiniz!”

Genç mürit, konuştukça içindeki sıkıntıyı daha da hafifleten altmışlı yaşlardaki zatı, boynunu büküp elini kalbine götürerek selamladıktan sonra tekrar avluya geçti.

İmam-ı Gazali, göz göze geldikleri ilk anda tatlı bir tebessümle müridinin yüreğini ferahlattı. Bakışlarını, önce mescidin kapısına, sonra da en arka saftaki boş rahleye çevirmesi, misafirini buyur ettiğinin işareti olmalıydı.

“Efendi hazretleri sohbet halindeler. Sizinde iştirak etmenizi münasip gördüler.”

“Sağ olasın evladım.Sen kimlerdensin?”

“Babam, Vezir Nizamülmülk’ün yetiştirdiği askerlerden Karaca İlhan’dır efendim.Yedi yıl geçti, nerede olduğunu bilemiyoruz!”

Altmışlı yaşlardaki yabancı adam, genç müridin sözüne şaşkın gözlerle karşılık verdi:

“Vezir hazretlerine mektup yazsaydın ya evladım.Belki bir cevap gelirdi.”

“Anamın anlattığıdır efendim; vezir hazretleri dedemi, devlet-i ebed müddet için vazifeli kılmış.Dedemin vefatından sonra da babamı aynı vazife için yanına çağırmış.”

Kendisine tebessüm ederek bakan zatın, Horasan’dan Bizans’a kadar herkesin isminden korktuğu, Büyük Selçuklu Devleti’nin kudretli veziri Nizamülmülk [1] olduğunu bilse, heyecanı hiç yatışmayacak olan genç mürit;  “Vezir hazretlerinden beklediğimiz bir mektup var efendim” dedi…“Babamdan sonra, beni de hizmete çağırsın diye dua ederim!”

Nizamülmülk, babasını anlatırken gururu gözlerine yansıyan müridin başını okşadı, cübbesinin cebinden çıkardığı bir kese altını eline koymak istedi.Yüzündeki ifade bir anda değişen genç mürit, sol elindeki değneği avucunun içine bastırırken, “Bu benim hakkım değil efendim” diyerek geri çekildi.

“Olur mu evladım? Bunu, ilim tahsil ettiğin için hediye ediyorum sana.Lütfen kabul buyur!”

“Bugün nöbet günümdür efendim.Nöbetçi olmasaydım ,altınlar benim olmayacaktı.Burada geçirdiğim vaktin mükafatı, bir kese altının çok üstündedir.Şayet altınları kabul edersem, bu mükafat azalacaktır.Lütfen bunları efendi hazretlerine veriniz.Efendi hazretleri, ilim tahsil etmekliğimiz sebebiyle, altınları eşit miktarda bizlere pay edecektir.”

[1] Nizamülmülk, 1064 ile 1092 yılları arasında, Büyük Selçuklu Devleti’nin en etkili ismi idi.Horasan Türkleri’nden olan büyük devlet adamı, kendi ismini taşıyan Nizamiye Medreseleri’nin de kurucusudur. Devlet hizmeti Tuğrul Bey’in zamanında başlayan Nizamülmülk, Çağrı Bey’in oğlu Alparslan’ın tahta geçmesiyle vezirlik makamına getirilmiş ve yirmi sekiz yıl boyunca hizmet etmiştir. Nizamülmülk, Horasan valisi olan Alparslan’ın Selçuklu tahtına geçmesi, Alparslan’ın ölümünden sonra da Melikşah’ın sultan olması için büyük çaba harcamıştır. Selçuklular’ın istihbarat teşkilatını da idare eden Nizamülmülk, Alparslan ve Melikşah dönemlerinde ülkeyi yöneten asıl isim olarak tarihe geçmiştir. Malazgirt Zaferi O’nun zamanına kazanılmış; İslam dünyasının lideri konumundaki Abbasi Halifesi, Nizamülmülk’ün siyaseti sonrası Selçuklu sultanı Melikşah’a, “doğunun ve batının hükümdarı” sıfatını kazandıran iki kılıç göndermiştir.Nizamülmülk, kendi yetiştirdiği istihbarat elemanı Hasan Sabbah’ın adamları tarafından suikasta uğramıştır.

“… Unutmamak lazım gelir ki; dilin gıybeti caiz olmadığı gibi, kalbin gıybeti de caiz değildir.Kişinin, bir başkası hakkında diliyle dedikodu yapması, gıybet etmesi nasıl haram kılınmışsa, kalbiyle gıybet etmesi de haram kılınmıştır.Öyleyse, kamil bir Müslüman, insanların kusurlarını başkalarına söylemeyeceği gibi, kendi kendine de söylememek icap eder.”

Ders esnasında talebeleri rahatsız etmek istemeyen Nizamülmülk, bir süre kapının ardında efendi hazretlerinin sohbetini dinledi. İmam-ı Gazali‘nin sözünü tamam etmesinden sonra, mescidin tahta kapısını yavaşça aralayıp boş rahleye doğru yürürken,ahşap döşemenin çıkardığı ses, kudretli vezirin yüreğini sızlattı. Nizamülmülk, mahçup yüz ifadesiyle, cübbesinin eteklerini toplayıp dizüstü oturdu.

İmam-ı Gazali, misafirinin yüzüne tebessüm ettikten sonra, dikkatli bakışlarını kendisinden ayırmayan talebelerine, “Anlatamadığım bir husus var mı?” diye sordu.

Yaşları on ile yirmi arasında değişen müritler, hep bir ağızdan “Allah razı olsun efendim” diye karşılık verdiler.İmam-ı Gazali’nin, seccadenin üstündeki rahleyi yan tarafa koymasıyla birlikte el açıp, ders sonunda okuduğu dua cümlelerine “amin” dediler.

Nizamülmülk ile baş başa kalan İmam-ı Gazali, başındaki beyaz sarığı rahlenin üstüne bırakıp, mihrabın yanında asılı siyah sarığı başına koydu. Vezir hazretlerinin önünde hürmetle diz çöküp, kısık bir ses tonuyla “Hoş geldiniz, safa getirdiniz efendim!” dedi.

“Hoş bulduk evladım.Nasılsın, halin sıhhatin iyi midir?”

Nizamülmülk; çevresindeki birçok alimin kendisine hayran olduğu,itikat ve mantık konusundaki ünü İslam beldelerine yayılan İmam-ı Gazali’nin gözlerine baktığında, otuz dört yaşındaki genç imam boynunu büktü.

“Elhamdülillah efendim.Sağlığınız için duacıyız.”

“Talebelerin keyfi yerinde midir?”

“Bir eksikliğimiz yoktur efendim.”

Gözleri dizlerinin ucunda, Nizamülmülk‘ün sorularını cevaplayan İmam-ı Gazali; talebelerinden birinin elindeki siniyle mescide girdiğini görünce hemen ayağa kalktı.Sinideki kaselerden birini misafirine uzattı, diğerini kendisi alıp tekrar rahlenin önüne oturdu.

“Temr-i hindi’dir efendim.Talebelerimizin ikramıdır.”

“Sağ olsunlar.”

Nizamülmülk, demir hindi şerbetinden bir yudum içtikten sonra kaseyi rahlenin üstüne koydu:

“Ziyaretim, Hasan Sabbah’ın estirdiği terör sebebiyledir evladım” dedi.”Bugün anlatacaklarımın bir kısmı, muhtemel ki sizinde bilginiz dahilindedir!”

İmam-ı Gazali, elindeki kaseyi dizlerinin önüne bırakıp, dikkatli gözlerle Nizamülmülk’ü dinlemeye başladı. Belli ki vezir hazretleri, beklemediği bir hususta genç imamı vazifeli kılacaktı.

“Tuğrul Bey zamanında, halife hazretlerini baskı altına alan Büveyhiler üzerine sefer düzenledik.Bağdat’ı Büveyhiler’in zulmünden kurtardık ve halife hazretlerine güven sağladık.Bu seferdeki muvaffakiyet, Türk hakanı Tuğrul Bey’e, İslam emirleri içinde ayrı bir makam ve sorumluluk getirdi.O tarihten itibaren Tuğrul Bey, doğunun ve batının hakanı oldu.”

“Babam, Ebu’l Hasan-ı Harakani’den rivayet ederdi efendim: Halife hazretlerinin gizli menşuru, Gazneli Mahmut’ta imiş.Sultan Mahmut, bu menşuru vefat etmeden önce Tuğrul Bey’e göndermiş.” [2]

“Bugün, bu hususu sana açıklamak için geldim evladım!”

Nizamülmülk’ün gözlerinde, kendisini esir alan farklı bir derinliği hisseden İmam-ı Gazali ; yüreğini kaplayan heyecanı yatıştırmak istercesine derin bir iç çekti.

“Türk’ün, Oğuz Bey’den bu tarafa süregelen idari mirası, Kınık Boyu reisi Selçuk Bey’in elinde idi evladım.Bu miras, Selçuk Bey’den oğlu Alparslan Bey’e,daha sonra da torunu Tuğrul Bey’e geçti.Lakin, bu davayı devam ettirmek, devlet-i ebed müddet için mücadele etmek, görünen iktidarın dışında gizli bir teşkilatı gerekli kılıyor!”

“Evet efendim.”

“Bu teşkilat, 1060 yılına kadar Tuğrul Bey’in kardeşi Çağrı Bey tarafından idare edildi.Çağrı Bey döneminde, İslam halifesinin, doğunun ve batının hükümranlığını simgeleyen iki hançeri Tuğrul Bey’e göndermesiyle Teşkilat’ın vazifesi daha da genişledi.O günden beri, hem Türk’ün, hem de İslam’ın hükümranlık mirası, Selçuklu Hanedanı’na geçmiş oldu.”

Nizamülmülk; Gazneli Mesud‘un, tarihi menşuru ve sancağı teslim ettiğini söylerken, hırkasının cebinden mavi bir bez çıkardı. Bezi rahlenin üstüne koyup yavaşça açtığında, biri yeşil diğeri kırmızı renkteki iki sancağı İmam-ı Gazali‘ye anlatmaya başladı:

“Kırmızı sancak, Arslan Bey’den Çağrı Bey’e bırakılan mirastır.Yeşil sancak, Halife El Kadir’in Gazneli Mahmut’a gönderdiği sancaktır!”

Kırmızı sancağı Nizamülmülk’ün elinde gören İmam’ı Gazali, babasından duyduğu sözü hatırlamış olmalı ki, şaşkınlığını ifade eden bakışlarıyla vezirin yüzüne baktı:

“Siz, son kurultayda, Çağrı Bey’in mirasını….”

“Evet evladım.”

[2] İslam devletlerinin lideri konumundaki Abbasi Halifesi, Halife el-Kadir; Buhara, Horasan, Belh, Herat, Kabil’i fetheden ve Bağdat’ta İslam’a karşı savaş açan Büveyhiler’i yenen Gazneli Mahmut’a bir sancak gönderir.Sancakla birlikte Sultan Mahmut’a teslim edilen menşura göre, Gazneli Mahmut “Emirü’l Mü’minin” ilan edilmiştir.Bu menşuru ve sancağı, Gazneli Mahmut’un oğlu Mesud, Alparslan’dan sonra Büyük Selçuklu Devleti’nin sultanı olan Melikşah’a gönderir.

Yukarı Dön
 Yanıt Yaz Yanıt Yaz

Forum Atla Forum İzinleri Açılır Kutu Gör

Powered by Web Wiz Forums Free Express Edition
Copyright ©2001-2009 Web Wiz
Türkçe Çeviri Hakan Tekgöz

Bu Sayfa 0,062 Saniyede Yüklendi.