Gazali Net Ana Sayfa
Anasayfa Anasayfa > Gazali İle İlgili Güncel Haberler > Gazali ile ilgili güncel haberler
  Yeni Mesajlar Yeni Mesajlar
  Forum Yardım Forum Yardım  Forumu Ara   Kayıt Ol Kayıt Ol  Giriş Giriş

İslam'ın zihin tarihi: Gazali-Versus-İbn Rüşd

 Yanıt Yaz Yanıt Yaz
Yazar
Mesaj / Okunmamış Mesajları Gör
sibel Açılır Kutu Gör
Kalfa
Kalfa


K.Tarihi: 28 Nisan 2010
Durumu: Aktif Değil
Gönderilenler: 189
Aktiflik
Seviye
Deneyim
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Alıntı sibel Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Konu: İslam'ın zihin tarihi: Gazali-Versus-İbn Rüşd
    Gönderim Zamanı: 05 Mayıs 2010 Saat 19:47
İslam'ın zihin tarihi: Gazali-Versus-İbn Rüşd
Pazartesi, 10.08.2009 - 10:34

Hilmi Yavuz yenilerde yayımlanan son yirmi küsür yıldan beri İslam üzerine yazdığı makalelerden oluşan İslam’ın Zihin Tarihi adlı kitabında İslam ve felsefe hakkında muhatabından  verilmiş cevapları yeniden düşünmesini  isteyen ve bunu da kurduğu söylemle başarılı bir biçimde yani, felsefenin, soyutlamalar yapan, kavramlar üreten eleştirel, refleksif düşüncenin ürünü olduğunu ortaya koyan temelli bir yaklaşımla bu  sorunun peşinden giderek meselenin  hakikatini ortaya koymaya çabalıyor kendi algı dünyası çerçevesinde. 

  İslâm'da felsefenin  varlığı sorununu bir yana bırakarak daha doğru bir ifadeyle var kabul ettikten sonra İslâm felsefesi alanında çalışan hemen bütün felsefecilerin, araştırmacıların, düşünürlerin bu alandaki etkinliklerini tarihselleştirmek bakımından mutlaka ama mutlaka uğramak durumunda kaldıkları hatta uğradıklarında iki ana akımdan birine dahil ol(a)madan çık(a)madıkları kadim tartışma konusu Gazali ile İbn Rüşd isimleri etrafındaki söylemsel konumlanma biçimidir.

   Her iki düşünür üzerinden kendi konumlarını bir biçimde meşrulaştırma sürecinde olan isimlerin öncelikle cevaplaması gereken temel soru, felsefeyle İslam olmaklığın irtibatıdır. Tabii burada felsefi düşünüşü Batılı bir düşünce etkinliği sayan ve İslam ile ilişkisini, açık ya da örtük olarak Avrupamerkezci düşünce verimlerinden hareketle temelden olumsuzlayan yaklaşımın ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken bir konu olduğunu da belirtmemiz icap eder. Cumhuriyetin pozitivist ideolojisi ile aydınlanmış Aydınlanmacı felsefeciler başta olmak üzere bu gün genel olarak İlahiyat camiasının en sevdiği tartışma  sorunlarından biridir Gazali ve İbn Rüşd konusu. İslâm ve felsefe ilişkilendiriminin modern tarihi içinde, bu ikili yapı, her zaman Derrida'nın deyimiyle, 'kurucu dışarısı' işlevini görmüş, İslam  ve felsefi düşünüş ilişkisinin içsel bir öğesi rolünü oynamıştır.

İslam’ın Entelektüel Meseleleri

  Hilmi Yavuz yenilerde yayımlanan son yirmi küsür yıldan beri İslam üzerine yazdığı makalelerden oluşan İslam’ın Zihin Tarihi adlı kitabında bahsettiğimiz konu hakkında muhatabından  verilmiş cevapları yeniden düşünmesini  isteyen ve bunu da kurduğu söylemle başarılı bir biçimde yani, felsefenin, soyutlamalar yapan, kavramlar üreten eleştirel, refleksif düşüncenin ürünü olduğunu ortaya koyan temelli bir yaklaşımla bu  sorunun peşinden giderek meselenin  hakikatini ortaya koymaya çabalıyor kendi algı dünyası çerçevesinde: “İslam’ın Zihin Tarihi’nin mütevazı gayesi, İslam’ın entelektüel meselelerini, analitik ve kuramsal bir arka planın verili tespitlerinden yola çıkarak okumaktan öteye gitmiyor.”(s. 5)

Hilmi Yavuz eserinde okumalarından ve gözlemlerinden oluşan derin bir birikimle İslam ve  felsefe ilişkilerini, tasavvufu, medeniyeti, oryantalizmi, reformu, ve İslam’la ilintili kimi güncel meseleleri konuşuyor. Ama bunu yaparken  meseleleri bir biçimde  Gazali’nin düşünce temrinlerine  getirerek  onu güncelleştiriyor. Kitabın, “İslam ve Felsefe” başlıklı bölümü aslında Hilmi Yavuz’un ‘Niçin  Gazali`yi bu kadar önemsiyorum?` sorusunun cevabı gibi. Elbette diğer bölümlerde de Gazali’ye değinen yazılar var. ``Tasavvuf ve Mana Alemi`` (s.94)başlıklı yazısı Hilmi Yavuz`un Gazali’yi nasıl da düşüncesinin merkezine aldığına dair başka bir örnek.

Yavuz,  Gazali`nin felsefi etkinliğin ya da Grek tarzı felsefi düşünümün kimi yönlerine rezerv koyuşunu anlama amacı üzerinde yoğunlaşıyor.Bu noktadaki yaklaşımları Abdurrahman Arslan’ın yeni çalışması Sabra Davet Eden Hakikat(Pınar Yayınları) kitabı ile Eski Yeni dergisinde sekülerleşme üzerine kendisiyle yapılan uzun söyleşide Gazali üzerine söyledikleri ile paralelleşiyor.  

Felsefe ve Ateizm

Yavuz’a  göre Gazali`nin felsefe karşıtlığı iddiası oldukça temelsiz bir iddia. Bu konudaki ilk yazısı “Gazali, Felsefenin Yolunu Kapadı mı?”  başlığını taşıyor. Hilmi Yavuz konuyla ilgili olarak ilk başta şunları ifade ediyor: “Müslüman kelamcıların tuhaf ve anlaşılmaz bir teslimiyetle kabullenip tartışmak istemedikleri (ya da, belki, tartışmaktan kaçındıkları!), dolayısıyla kendiliğinden bir tür dogmaya dönüşen düşünceleri var. Tuhaf ve anlaşılmaz dedim, - şundan dolayı: Bu önkabullere, sanki İslam’ın kendisinin önkabulleri imiş gibi bakılıyor. Kim söylediyse, o öylece kabul edilmiş; üzerinde düşünülmek gereği duyulmamış bile!..

Bu dogmalaşmış ön kabullerden biri - ve bence en önemlisi, Gazali’nin İslam’da felsefenin ve bilim düşüncesinin yolunu kapattığı görüşüdür. Acaba öyle midir sahiden? Gazali, felsefî düşünceye sahiden karşı mıdır?

Hemen belirteyim: Gazali, felsefe ve bilim düşüncesine değil, felsefenin içinden bir muattıla ( ateizm) söylemi üretilmesine karşı çıkmıştır. Onun meselesi ateizm iledir; - felsefe ile değil!”(s. 23) Hakikaten bu konu tam olarak anlaşılmadıkça İslam felsefesinin ve onun   bütünlük veya süreklilik içerisinde anlaşılmasının imkanı yok. Yine çağdaş kimi konuları kavramak da Gazali`nin karşı olduğu felsefi yönelimi anlamakla mümkün. Yazının devamında İslam ve felsefe ilişkisinin gerilimli noktalarına da değinen Yavuz aslında tartışmanın nerede düğümlendiğini de örtük olarak ortaya koymuş: “Ama elbette, felsefe ile ateizmin eşanlamlı olduğunu, dolayısıyla da, Gazali’nin ateizmin yolunu kapatmak isterken felsefenin yolunu da kapadığını öne sürenler çıkabilir. Bu, onların bileceği iştir; - beni ilgilendirmiyor! Beni ilgilendiren, başta İbn Sina olmak üzere felâsifenin hakikate ilişkin argümanlarının, örtük bir ateizme yol açıyor olduğunun Gazali tarafından keşfedilmiş olmasıdır.”(s. 23) Öyle görünmektedir ki, epistemik-normatif öznesi iman olan Gazali’ye göre,  felâsife kimi yaklaşımlarından dolayı İslâm dışı kalan  düşünceleri nedeniyle yerilmeyi hak etmektedir:

 “A.J. Wensinck, o artık klasikleşmiş La Pensee de Ghazali’sinde, Gazali’nin meselesinin ‘iman ile metafizik arasına bir sınır çizmek’ olduğunu belirtir. Dine felsefe vasıtasıyla yaklaşmak, onun deyişiyle, ‘kulaklarıyla görmeye ve gözleriyle işitmeye’ kalkışmak gibidir! İman, Gazali’ye göre, nevi şahsına münhasır bir şeydir.

   Peki, felâsife ne yapmaktadır? Gazali’ye göre, felâsife, iman ile metafiziği ayırmayı reddetmektedir. Bu reddiyenin en tipik örnekleri, Tahafüt’te, felâsifenin âlemin kıdemi, Allah’ın sadece ‘küllî’leri (tümeller, universals) bilmesi ve cesedin haşrinin inkârı bağlamında ortaya çıkmaktadır. Macit Fahri’nin İslam Felsefesi Tarihi’nde kullandığı ifadeyle “Bu üçü, özellikle dini görüş açısından son derece çirkindir ( Macit Fahri, orijinal İngilizce metinde obnoxious kelimesini kullanmaktadır) ve netice itibariyle, onlara inananların İslamî müeyyidelere göre kâfir olduklarını söylemek gerekir.” Açıkça görülüyor: Gazali, felâsifeyi kâfir saymaktadır! Küfr hiç şüphe yok, şirk kadar büyük bir günah olmasa bile, çok ciddi bir suçlamadır.”(s. 27-28) Gazali bu noktada  imanı felsefe ve bilimden ayırarak hem felsefe hem de bilime özel bir anlam yüklemektedir. Huzur bulamamış göçebe bir hayalet olarak kendinden başka hiçbir yere yerleşemeyen İslam felsefesinin de serencamını özetlemektedir bu külli yargılar.

  Felsefe ve ateizm arasında kurulan özsel ilişkinin evrensel referans noktası, elbette ki İslâmi iman yaklaşımıdır. İmanı,  felsefi olandan bağımsız, kendinde sabit bir öz olarak kavrayan Gazali, bu iman vasıtasıyla ürettiği muattıla karşıtı bilgi dolayısıyla tersinden felsefi bilginin yaygınlaşmasına da neden olmuştur. Ancak kendisiyle bilgi ürettiği akıl kavrayışı, her şeyden önce İslâm’ın özsel kültürel damgasını taşımaktadır.

Wittgenstein’ın ve Rorty’nin felsefî etkinliklerini Gazali ile bütünleyen Hilmi Yavuz burada da ateizm sorununa değinir: “İmam Gazali’den bu yana İslam kelamını felsefî bir temellendirmeye oturtma gayretleriyle bütünleşmeye doğru gitmektedir. Gazali’nin inşa ettiği dünyanın ilineksel ve olumsal bir dünya olduğunu biliyoruz: Pamuk, onda ‘yanabilirlik’ hassası olduğu için değil (‘yanabilirlik’, öze ilişkin değildir çünkü!) Allah öyle istediği için (pamuğun yanması, bir zorunluluk değildir çünkü!) yanar.

  Burada elbette, özellikle Rorty’nin özcü olmayan (antiessentialist) temellendirmelerinin ateizmi içerdiğini göz ardı etmiyorum. Ama bu içerme, Rorty’nin sisteminde zorunlu bir çıkarım değildir. Diyeceğim şu ki, temelde, özcü olmayan, olumsal olan bir dünya kavramı, pekâlâ ve hiçbir çelişkiye düşülmeden ‘Allah’ düşüncesini de içerebilir;- Gazali’nin yaptığı da işte, tastamam budur.

Batı  felsefesi uzun sürmüş bir yalanı bir yana bırakıp Gazali’ye dönüyor sanki! Ve, Müslümanların Batı felsefesini ‘Batılı’ gözlüklerle değil, Müslüman gözlüklerle okumalarının zamanı geldi, diye düşünüyorum.”(s. 30-31) Bu noktada Yavuz, Gazali’nin, İslam kültür tarihinin en özgün görünümlerinden biri olduğunu kitabının özellikle modernleşme sürecine odaklanan yazılarında da alttan alta işlemekte onun düşünsel anlamda Aristotales felsefesinin en ayırt edici işareti olarak düşündüğü bu vahim durumu ilk defa fark eden düşünür olduğunun altını ısrarla çizmekte ve  yukarıda aktardığımız yaklaşımlarını tekrarlamaktadır: “İslam Aristotelesciliğinin, zorunlu olarak ateizmi içerdiğini gören ilk düşünürdür Gazali. Meselesi, ateizmledir, felsefeyle değil.”(s. 25) Özellikle ateizm hakkındaki felsefi tartışmaların, söz konusu sorunun doğası gereği fazla "halis" kalamayacağının, bu nedenle politik içermeleriyle birlikte okunmak durumunda olduğunun da farkında  Hilmi Yavuz. Kitabın bütünü okunduğunda bu rahatlıkla görülmekte.Kitabın, felsefi olduğu kadar politik bir metin olarak da okunmak durumunda olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz: “ Türk ateistleri pozitivizmden çıkıp gelmediler Tanrı tanımazlığa. Ateizm, hemen söyleyeyim, Türk entelijansiyasına Aydınlanmanın mirasıdır. Daha doğrusu ateizm, Fransız Aydınlanmasının Türk entelijansiyası tarafından fevkalade yanlış bir biçimde anlaşılmasının sonucudur.”(s. 243) İslam’ın Zihin Tarihi felsefe bağlamında sadece ele aldığı konunun yakıcı doğası yüzünden değil; aynı zamanda, böyle yakıcı bir konu üzerinde entelektüel, felsefi bir "soğukkanlılık" ile duruşu yüzünden de değerli bir kitap. Tabii konu ateizm olduğunda Robin Le Poidevin’in orijinal alt başlığı Din Felsefesine Giriş olan Ateizm -İnanma İnanmama Üzerine Bir Tartışma (Çev.:Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yayınları, 2000) adlı kitabını anımsamadan edemedim. Poidevin'e göre, ateizm, din karşıtı değil, dinin belli bir algılanış biçiminin, teistik din anlayışının ve onun da alt-türü olan Tanrı'nın varlığının kanıtlanabileceğine inanan ve dolayısıyla, bu inancı bilgi statüsüne çıkarmak isteyen özel türden bir anlayışın karşıtıdır. Hilmi Yavuz’un kitabında yer alan ateizme dair yargıların bu çerçeveyi de içerecek biçimde okunması farklı düşünce evleklerine ulaşmayı da mümkün kılacaktır kanaatindeyim.  

Felsefi Etkinliğin Çerçevesi

Gazali’nin İslam ile Yunan felsefesi arasında yapılan keskin ayrım noktalarını tespit ederek Aristotales felsefesini sorgulamaya çalıştığını ifade ediyor Yavuz. Dolayısıyla Yavuz’un felsefe kültürüne ve tarihine ilişkin tahayyülü de, Gazali’nin tasavvufi tahayyülünün özsel tahakkümü altındadır. İslam’ın Zihin Tarihi’nde felsefi etkinliğin çerçevesini çizen  tartışmanın anlamı da   kanımca budur. Hilmi Yavuz’un bu okumayı bu günün içinden yapmış olması da üzerinde ayrıca düşünülmesi gereken bir başka yöndür. Cumhuriyetin kurucu kadrolarının seküler ethos doğrultusunda İslâm felsefesini, İslami umdeleri meşrulaştıran bir kelam etkinliği olarak felsefe dışı ilan etmiş olmalarını da anlaşılır kılıyor bu noktalar. Öte yandan Batı sosyal bilim geleneğinden kendi ilim ve tefekkür geleneğimize dönmemiz gerektiğini “Kendimize dönmek, bir manada, Gazali’ye dönmektir” şeklinde ifade eden Neo-gelenekçi yaklaşımlarla(Dücane Cündioğlu) da akrabalığı vardır Gazali’yi öne çıkartan okumaların. 

İbn Rüşd tartışılagelen görüşleriyle sadece İslâm âlemini değil, özellikle modern Batı düşüncesini de etkilemiş, hatta bazı Batılılarca İslam felsefesinin önünü açan adam olarak kabul edilmiştir. Hilmi Yavuz, M.A. El-Câbırî’nin Felsefi Mirasımız ve Biz(der. Burhan Köroğlu, çev. Said Aykut, Kitabevi Yayınları İstanbul.2000) kitabında ifade ettiği “Avrupa merceğiyle bakan, Avrupalının gördüğünden başka bir şey göremeyecektir” yaklaşımı doğrultusunda İbn Rüşd hakkında da yorumlamalar yapmaktadır: “İbn Rüşd, El Keşfu an Menahic-i Edille’de, kelamcıları ehl-i tevil’den sayar, ama onlar cedel yolunu seçmişlerdir. Gelgelelim, İbn Rüşd ilimde râsih olanların kapsamını iyice daraltır: Neyin tevil edilip neyin edilmeyeceği konusunda ortaya çıkan birtakım meselelerden dolayı, tevilin ancak ‘ehl-i burhan’, yani filozoflar tarafından yapılabileceğini belirtir. İsmail Hakkı İzmirli’nin İslam’da Felsefe Cereyanları’nda ifade ettiği gibi; İbn Rüşd için felsefe, ‘insan tabiatının son gayesi’dir; felsefe tartışmalarında avamın (halkın, cumhurun, eğitimsiz kitlelerin) işi yoktur, çünkü imanı zaafa düşürür. Felsefe konuları akılla müdafaa edilir. Allah hakikati, ilimse soruşturmayı emreder. Dolayısıyla, dini ( şeriatı) ancak filozoflar anlayabilirler!

Dahası  var: Bryan S. Turner’in Weber and Islam’da belirttiği gibi, “ İbn Rüşd bilginin nebevî (prophetic) ve felsefî olanıyla bir bütün olduğu” düşüncesine bağlıdır. Bunun anlamı ise şudur: “Peygamberlerin kendileri, bilgilerini anlaşılabilecek şekilde dinsel bir dille düzenleyen gerçek filozoflardır.” Ona göre, “bu seçkinci bilgi görüşü ile filozoflar için felsefî anlayış ile nebevî bakış arasında bir çelişki olduğu görüşünü reddetmek” mümkün olmaktaydı. Böylece İbn Rüşd, filozoflar için olduğu kadar, peygamberler için de Platon’un daimonlarını örnek almakta bir beis görmüyor; - hele Symposion’da ifade edildiği gibi, daimonların ‘Tanrı ile insanlar arasında ilişkileri ve iletişimi gerçekleştirdikleri’ hesaba katılırsa!..

Bryan S. Turner, İbn Rüşd’ün filozofların (ilahiyatçıların değil!) Kur’an’ın ‘müphem âyetleri’ni (çevirmen, orijinal metindeki ambiguousu, ‘müphem’ diye değil, ‘müteşabih’

diye çevirmeliydi, H.Y.) yorumlama kabiliyetine sahip olduklarını iddia etmek istediğini söylüyor ki, İbn Rüşd’ün gayesi de tastamam, budur...

İbn Rüşd, ilimde râsih olanların, yani bilgide derinleşenlerin kimler olduğunu temellendirirken, Platon’dan doğrudan doğruya aktarıyor ve ne yazık ki, bu konuda hiç de orijinal değil!..”(s. 38-39)Dinin ve felsefenin ‘ hakikat’inin  farklı olduğuna vurgu yapan Çifte Hakikat doktrininin İbn Rüşd’den esinlenerek ortaya çıktığına dair yargılar da İbn Rüşd tartışmaları açısından yukarıdan beri ifade ettiğimiz ikilemini daha da kavranılır kılıyor. Felsefe ile teolojinin ancak ayrı sahalar halinde konumlandırılması gerektiğini öngören ve “çifte hakikat” şeklinde kavramsallaştırılan bu ikilem, Batı düşüncesini ciddi bir şekilde etkiledi. Batılıların İbn Rüşd’le ilişkisi ile İslam felsefi geleneğinin İbn Rüşd’le  ilişkileri arasında bir farkın olduğu aşikardır. Bu fark, Hilmi Yavuz’un Mahmut Kaya’nın kitabındaki yaklaşımlarını irdelerken gayet açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

 

Hilmi Yavuz’un İslam’ın Zihin Tarihi okurunu farklı düşünsel birikimlere yaslanarak İslam felsefesiyle Batı felsefesini okuma ekseninde çok geniş bir düşünce alanına yaslanıyor.Ama  bu yaslanış içinde özellikle Gazali’ye dair özellikle muattıla(ateizm) yaptığı okumalar ciddi bir tartışma oluşturacak gibi görünüyor. Bu yargılar akademik alanın Gazali’nin öteki-imgesi olarak işaretlediği İbn Rüşd mirasının topyekûn imhasına girişmesi bakımından İslam ve felsefe tartışmalarına yeniden dönmeyi mümkün kılacak gibi. Ancak kabul etmek durumundayız ki, Hilmi Yavuz kendi felsefe yapma tarzının, başka bir deyişle, içinde yer aldığı felsefe okuma  geleneğinin iyi bir örneğini sunmuştur. Kuşkusuz, Yavuz’un felsefe yapma tarzı, Gazali’yi ve İbn Rüşd’ü okuma tarzı bize felsefe yapmanın tek tarzını değil sadece belli bir tarzını örnekliyor.

İşte kısaca özetlemeye çalıştığım din-felsefe ilişkilerindeki bu düşünsel/teorik/teolojik dönemeçleri, felsefe olan ve felsefe olmayan arasındaki ayrımı çizebileceğimiz ya da en azından bu ayrımın farkına varabileceğimiz tutamakları İslam düşünce tarihi üzerinden okumak için önemli bir tartışma kitabı olarak önümüzde duruyor İslam’ın Zihin Tarihi.  

Yukarı Dön
 Yanıt Yaz Yanıt Yaz

Forum Atla Forum İzinleri Açılır Kutu Gör

Powered by Web Wiz Forums Free Express Edition
Copyright ©2001-2009 Web Wiz
Türkçe Çeviri Hakan Tekgöz

Bu Sayfa 0,078 Saniyede Yüklendi.