Gazali Net Ana Sayfa
Anasayfa Anasayfa > Gazali'nin Eserleri > Gazali'nin Kitaplarından Alıntılar
  Yeni Mesajlar Yeni Mesajlar
  Forum Yardım Forum Yardım  Forumu Ara   Kayıt Ol Kayıt Ol  Giriş Giriş

ÖLÜM VE SONRASI

 Yanıt Yaz Yanıt Yaz
Yazar
Mesaj / Okunmamış Mesajları Gör
sibel Açılır Kutu Gör
Kalfa
Kalfa


K.Tarihi: 28 Nisan 2010
Durumu: Aktif Değil
Gönderilenler: 189
Aktiflik
Seviye
Deneyim
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Alıntı sibel Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Konu: ÖLÜM VE SONRASI
    Gönderim Zamanı: 05 Mayıs 2010 Saat 23:47

İMAM GAZALİNİN MÜRŞİDÜL EMİN ADLI ESERİNDEN ALINTIDIR.

ÖLÜM VE SONRASI

Söze bir âyet-i kerime ile başlayalım:

— «Söyle onlara^ kaçtığınız ölüm var ya, o mutlaka

karşınıza çıkacak...» (Cuma, 8).

İnsanların çoğu ölümü hatırlamaz, hatırlayan pek az¬dır. Onlar ölümü kötü görür... Çünkü dünyaya dalmışlar¬dır. Böyle bir hatırlamanın ne faydası var? Ancak Allah'¬tan uzaklaşmayı artırır.

İnsanlar arasında, bütün varlığı ile Cenab-ı Hakk'a yönelen vardır. Böyle bir kimse, kendine gerekli olma¬yan şeylere veda eder. Hakk'a döner, tevbe eder... Ölümü hatırlar. Bu hatırlayışı ona korku ve dehşet verir, öbür âleme hazırlık yapar. Tevbe edeceği şeyleri tamamlar..^ Gerçi bu da ölümü sevmez, ama bu, dünyaya dalışından değildir. Bunun korkusu, azığın az oluşu ve ona karşı bir hazırlığı olmayışıdır... Bu sevmemezlik ve korku, kusurlu bir şekilde Allah katma çıkacağı endişesidir. Ölümü bu şekilde sevmemek kötü sayılmaz. Çünkü bu zat, hazırlık yapmak ve daha fazla manevî bir şeyler elde etmek için yaşamayı arzular. Eğer bulunduğu halin yeterli olduğunu bilse, derhal ölüme koşacak... Cenab-ı Hakk'ın huzuruna varmaya ve onun tatlı yakınlığına can atacak.

îrfan sahibinin haline gelince, o ölümü daima anar. Çünkü ona göre ölüm, sevgiliye kavuşma haberini geti¬riyor... Acaba onun sevdiğinden gelecek haberi bekleme¬diği ve böyle bir mutlu günün geleceğini unuttuğu olur



— __ ÖLÜM VE SONRASI 369

mu? Hiç unutmaz ve daima bekler. Böyle bir kul, her an ölümün gelişini bekler. Bunun canlı misalini Huzeyfe r.a. da görüyoruz... O vefat edeceği zaman şöyle demişti:

— Sevgili tam zamanında kavuştu,.. Böyle bir kavuş¬maya can atmayan, gelişine üzülen nadim olur. Allahım, sana malûm benim için fakirlik zenginlikten daha sevim¬li... Huzur veren hastalık, huzursuz sağlıktan daha hoş... Sonunda sana kavuşmak olduktan sonra; Ölüm, yaşamak¬tan daha tatlı... Sana bir an Önce kavuşmam için Ölümü¬mü kolay eyle...

İrfan sahibi için en yüce rütbe bütün işlerini Allah'a ısmarlamasıdır... Kendi için ölmeyi, ya da kalmayı arzu etmeyişidir. Teslim makamına vardıktan sonra, sevgi de kalkar. Teslim makamı sevgi makamının çok üstündedir. Bu hale erene gerekir ki, Özü için bir seçimde bulunma¬ya... Mevlâsı kendisi için neyi dilemişse onunla yetine...

ÖLÜMÜ HATIRLAMANIN FAZİLETİ

- Peygamber s.a. efendimiz, şöyle buyurur:

— «Bu fani dünyanın t adlarını kesen ölümü çok çok

hatırlayınız.»

Yine buyurur:

— «Şu hayvanat; ölüm hakkında bildiğiniz kadar bir

şey bilmiş olsaydı, onlarda yiyecek yağ bulamazdınız.»

Aİşe r.a. bir gün Peygamber s.a. efendimize: ?— Ya Resûlallah; kıyamet günü şehitlerle beraber haşrolacak kimse olacak mı?.. Diye sordu, şu cevabı aidi:

— «Evet, olacak... Bir gün ve gecede ölümü hiç ol¬

mazsa yirmi defa hatırlayan...»

Yine buyurur:

— «Ölüm mü'mine bir hediyedir...»

— «Vaiz olarak ölüm yeter...»

Bir gün Peygamber s.a. efendimiz (mescide) gider¬ken, birtakım kimseleri konuşup güler buldu, onlara şöy¬le buyurdu:

— «Ölümü düşünün... Varlığımı elinde tutana yemin

olsun, bu konuda benim bildiğim kadarını bilseydiniz, az

güler çok ağlardınız...»

F. : 24



370 — EL-MÜRŞİDÜ'L-EMİN



Ölümün korkunç, büyük bir şey olduğunu bilmelisin. Onun bu durumunu tefekkür eylemekle, bu aldatıcı gurur evinden sıyrılmak kabil olur. Bundan sonra, maddî şeyle¬re karşı bir şadlık duyulmaz ve ölüm için hazırlık yapıl¬maya başlanır.

O ne güzel insandır ki, kalbi çeşitli şeylerle uğraş¬makta iken ölümü hatırlar ve meşgul olduğu şeyler onun bu haline mani olmaz, ölümü düşünmekte takip edilecek yol, onu düşünmeye başlayınca, diğerlerini bir yana at¬maktır. Bu konuda sarf edilecek tefekkür gayreti, bir in¬sanın herhangi bir sefere hazırlanırken, o hazırlıktan baş¬ka bir şey düşünemeyişi gibi olmalı. Böyle yapıldığı tak-; dirde, ölüme ait düşünce, kalbinde bulunan diğer düşün-; çelerine galip gelir. Ve onun için hazırlığa bakar, diğer lüzumsuz işleri bırakır.

ARZUYU AZALTMANIN FAZİLETİ VE ÇOĞALTMANIN KÖTÜLÜĞÜ

Bu mevzuda, bize en iyi ışığı tutacak olan bir hadîs-i şerifi zikredelim. Peygamber s.a. efendimiz Abdullah b. Ömer'e şöyle buyurdu:

— «Ey Abdullah, sabaha erdiğin zaman, akşama ere¬ceğine dair nefsine söz açma... Akşamı bulduğun zaman da, sabaha çıkacağına dair nefsine bir söz etme... Sağlı¬ğında, ölümün için hazırlık yap. Sıhhatli zamanlarında hastalığını düşün. Ey Abdullah, yarın hangi adla anıla¬cağını kestiremezsin...»

Hz. Ali r.a. şöyle bir hadîs-i şerif rivayet ediyor:

— «Sizin için en çok korku duyduğum iki şeydir. He-

vâî şeylere uymak ve çok arzu... Hevaya uymak, Hak yo¬

la girmekten alır. Çok arzu işine gelince, o da, dünya sev¬

gisi doğurur.»

Sonra devam etti:

— «Ancak şu kadar var ki, Allahü Teâlâ dünyayı sev¬

diğine de verir, sevmediğine de... Ama, bir kulu sevince

oha iman nasib eder. Ayık olunuz, işte dünya arkası dö-



ÖLÜM VE SONRASI 371

nük olarak göçüp gitmekte... Ayık olunuz, işte âhiret yü¬zü bu tarafa gelmekte... Ayık olunuz, bir kısım kimseler, dünya çocukları, bir kısımları da, din çocuklarıdır... Siz, din çocuklarından olmaya bakınız. Dünya çocuğu olma¬yınız... Ayık olunuz, bir gün öyle bir iş yaparsmız ki, onun hesabı olmaz... Ayık olunuz; korkulur ki, günün bi¬rinde, hesaba çekilirsiniz... Elinizde de hiçbir sevaplı iş olmadan.»

Bir gün Peygamber s.a. efendimiz ashaba şöyle hitab

etti:

— «Ey insanlar, Allahü Teâlâ'dan utanmıyor musu¬

nuz?..»

Ashab:

— Neden böyle buyurdunuz, ya Resûlallah?

Deyince şöyle devam etti:

— «Yeyip bitiremeyeceğiniz kadar mal topluyorsu-

nuz. Ömrünüzün kâfi gelmeyeceği arzular peşindesiniz.

İçinde ot ur am ayacağınız binalar yapmaktasınız.»

Üsame b. Zeyd r.a. uzak bir yere gidip yüz altına bir cariye satın almıştı. Bunu Peygamber s.a. efendimiz duyunca şöyle buyurdu:

— «Şu uzak yere gidip cariye satın alan Üsame'nin

haline şaşmıyor musunuz? Bu Üsame, çok uzun emelli.

Nefsimi elinde tutana yemin olsun; gözlerimi açıp bir ye¬

re baktığım zaman, kirpiklerimi kavuşturmadan öleceği¬

mi sanıyorum... Bir tarafımı yerden kaldırınca, tekrar ay¬

nı yere değmeden ruhumun alınacağını sanıyorum. Kopa¬

rıp aldığım bir lokmayı yutmadan, ölümün yetişeceği ke¬

deri içime çöküyor.»

Az ara verdi, devam etti:

— «Ey âdemoğulları, eğer aklınız varsa kendinizi Ölü¬

lerden sayınız. Varlığıma kudretiyle hakim olana yemin

olsun, size vaad olan gelecektir. Siz onun gelişim geri bı¬

rakmaya güçlü değilsiniz.»



ÖLÜM VE SONRASI —



373









372

EL-MÜRŞİDÜ'L-EMÎN

İbn Abbas Hz. anlatıyor:

?— Peygamber s.a. efendimiz su dökmeye çıkardı. Su biraz ötede olunca teyemmüm ederdi... Suyun yakında ol¬duğu anlatılınca da şöyle buyururdu:

— «Benim oraya yetişeceğim nereden belli?».

Şöyle bir rivayet var:

— Peygamber s.a. efendimiz üç tane ağaç aldı. Birini

önüne dikti. Birini de yanma... Bir tanesini de taa öteye...

Sonra yanında bulunanlara şöyle buyurdu:

— «Bunların ne mânâ ifade ettiğini bilir misiniz?».

Orada bulunan ashab:

— Ancak AUah ve Resulü bilir...

Deyince de şöyle buyurdu:

— «İşte şu insandır, yanındaki de ecel... Şu ötede

duran da emelleri... Ümitleri... Âdemoğlu ona erişmek

ister ama, eceli onu yolda yakalar...»

CAN ÇEKİŞME HALLERİ

HASTALIĞI AĞIRLAŞAN KİMSENİN YANINDA YAPILMASI MÜSTEHAB OLAN İŞLER

Şunu bilmen gerekir ki, insanoğlunun Önünde sadece can çekişme anındaki sıkıntı olsaydı» bunun başka gere¬kenleri olmasaydı, bu âlemde sıkıntısız bir yaşama onun hakkı olurdu... Ne yapalım ki öyle değil...

Gerçekte ölümü düşünmek, o konuda uzun uzun te¬fekküre dalmak gerekir... Bu yolda önüne çıkacak darlık¬lara sabırla karşı durmak icab eder. Önceden çok iyi ha¬zırlanmak lâzım gelir.

Ölüm anındaki sıkıntıyı bir zat şu cümle ile dile ge¬tiriyor:

— Öyle bir sıkıntı ki, gelişini senden başkası sağlar

ve bilemezsin, o hal seni ne zaman kaplar?

Lokman a.s. oğluna, o an için hazırlık yapmasını şöy¬le anlatıyor:



— Yavrucuğum; bir işi düşün ki o, ne zaman kar¬şına çıkar kestiremezsin. İşte ona aniden yakalanmamak için önceden hazırlık yap.

Hayret!.. İnsana bir askerin aniden saldıracağı ve sa¬dece beş değnek vuracağı haberi verilse, tadı, dirliği kal¬maz. Halbuki, aynı şekilde ve daha açık bilinen bir gerçek olan, her nefeste ölüm meleğinin yaklaştığı haberi onu üzmez ve hiçbir sıkıntı vermez... Bu nasıl olur?



Can çekişme anında insanın duyduğu acı o kadar şid¬detlidir ki, onu ancak çeken bilir. O hali tadmayan, ancak diğer acıları kıyas ederek bilir... Ya da şahid olduğu, ölüm anında gördüğü hallerde o sıkıntının derecesini çıkarır.

Kıyasla pek fazla bilgi elde edilemez. Bu yoldan ruha ulaşan elem de az bir.şeydir.

Ölüm ruhun Özünde bir elemdir... Bu elemin şidde¬tini bütün duygular çeker. O elemden gelen acı ah, ne ka¬dar büyüktür... Ateşi bilmez misin, cesedi yakmaya baş¬ladığı zaman değil de, acısını daha ziyade yaralarda du¬yurur... Çünkü o, yaralarda insan benliğini daha çok

sarar.

O- anda hastanın ses etmemesi, bağıramaması duyduğu acının fazlalığı icabıdır. Bir sıkıntı kalbe geçtiği, duygu-guları kapladığı zaman bütün duygular sonsuz bir kor¬kuya kapılır. Ve yardım talebinde bulunacak hali kendi¬sinde bulamaz.

O hal, aklı bayıltır ve bir şeyi seçemez hale getirir. Dili lâl eder. Çevresinde bulunanlar, ona yardım ede¬mez olur. O anda, bir inilti ile yetinir. Bir defa bağırıp yardım taleb edemez olur. O anda; bir inilti ile, bir defa bağırıp yardım istemekle kendine rahat temin edeceğini umar. Ne yazık ki, çoğu zaman bunu da bulamaz. Kalan az gücü, bunu yapmaya yetmez.

Can çekişme anında birtakım düzensiz ses çıkar, göğ¬sü kalkar iner. Rengi değişir, soğumaya başlar. Sanki on¬dan, yaradılışında asıl olan toprak çıkıyor sanılır. Damar¬ların her birinden ruh ayrılmaya başlar. Ve duyguların her biri yavaş yavaş Ölmeye başlar.

Önce ayakları soğur... Sonra diz kapakları, daha son¬ra da oylukları...



374



— EL-MÜRŞİDÜ'L-EMÎN



ÖLÜM VE SONRASI



375







Can boğaza gelinceye kadar, her duygunun kendine göre sarhoşluğu ve çevresine hasreti vardır. Can boğaza geldikten sonra dünya ehline bakması kesilir. Bu anda tevbe kapısı da kapanır. Bu ana kadar yapılan tevbenin kabulünü şu hadîs-i şeriften anlıyoruz:

— «Can boğaza gelip ses fıkırdaymcaya kadar kulım

tevbesi kabul olur.»

Hz. Hasan r.a., Peygamber s.a. efendimizin anlattığı Ölüm acısını ve sıkıntısını anlatırken şöyle buyurduğunu söylüyor:

— «Yüz kılıç darbesi kadar acısı vardır...»

Zeyd b. Eşlem, babasından naklen şöyle anlatıyor:

— Mümin kulun ameli ile erişemediği bir derecesi

kalsa, o dereceyi bulması için, Ölümü şiddetlenir ve can

^çekişme anındaki o sıkıntı sebebi ile Cennetteki derecesi¬

ne erer... Kâfirin dünyada alamadığı bir iyiliği kalsa, ölü¬

mü kolaylaşır... Dolayısı ile dünyadaki o iyiliğini de almış

olur ve doğruca ateşe gider.

Bazı zatlar hastaların ölümü nasıl bulduklarını sor¬muşlar ve çeşitli cevab almışlardır. Bir defa bu husus sorulan bir hasta şöyle demiş:

— Sanki gök yere inmiş. Sanki kendimi iğne deli¬

ğinden geçirmeye çabalıyorum.

Bazan da ölüm aniden gelir. Pek acı çektirmeden gö¬türür. Bunun da iyi ve kötü tarafı vardır... Bu hususta Peygamber s.a. efendimizin bir hadîs-i şerifi şöyledir:

— «Ani ölüm, iman sahibi için rahatlık, günahkâr için

üzüntü ve esef verici bir haldir.»

Ölüm anında insana dehşet veren hallerden biri de, ölüm meleğinin görünmesidir.

İbrahim Peygamber s.a. bir gün Ölüm meleğini görür ve:

— Fasık - facir kişilerin ruhlarını aldığın şekilde ba¬

na görünür müsün?..

Der. Ölüm meleği buna karşılık:

— Dayanamazsın.

Cevabını verir. Sonra:

-— Yüzünü öte dön...



Der... İbrahim Peygamber a.s. Öte yandan döndüğü zaman, onu şöyle görür:

Siyah bir adam, kılları dikelmiş. Pis kokulu. Karalar giyinmiş. Ağzından, burnundan ateş ve duman çıkıyor.

Bu hali görünce bayıldı. Ayıldığı zaman melek, ilk şeklini bulmuştu. Ona şöyle dedi:

— Ya Melekü'1-Mevt, facir kimse, Ölüm anında hiç¬

bir acı duymasa dahi, senin o şeklini görmesi yeter.

Ebu Hüreyre r.a. bir hadîs-i şerifi şöyle rivayet eder:

— «Davud Peygamber gayyur bir kimse idi. Evden

çıktığı zaman kapıları iyice kilitlerdi. Bir gün yine âdeti

üzere kapıyı kilitledi ve çıktı. Evde hanımı yalnızdı. Ani¬

den eve bir adam peydah oldu. Hanım kendi kendine, bu

da nereden geldi. Davud gelir, bununla karşılaşırsa eziyet

eder. Bu arada Davud çıkageldi ve adamı görünce kim ol¬

duğunu sordu; şu cevabı aldı:

— Ben, oyum ki, padişahlardan korkmam... Perdeler,

kapılar benim giriş ve çıkışıma engel olamaz.

Bunun üzerine Davud a.s. şöyle dedi:

— O halde sen Melekü'l-Mevt'sin —ölüm meleğisin—.

Ve olduğu yerde korkup kaldı.»

Şöyle bir rivayet var. Bir defasında Hz. îsa, bir ölü kafasına rastlar. Ayak ucuyla dokunur ve şöyle der:

— Allah'ın izniyle bana anlat; kimsin, nesin?

O kuru kafa şöyle dile gelir:

— Ya Ruhullah, falan zamanın padişahı idim. Bir

zaman geldi... O zamanda mülkümde oturuyordum. Tacım

başımda idi. Etrafımda askerim duruyordu. Muhafızlarım

mülkümü bekliyordu. Aniden ölüm meleği karşıma gel¬

di... Ruhum çıktı, azam darmadağın oldu. Ah, nerede kal¬

dı o topluluk, dağılıp gitti. Nerede kaldı o hoşluk, korku

oldu...

İbni Abbas r.a. şöyle anlatıyor:

— ibrahim Peygamber a.s. gayyurdu. İçinde ibadet ettiği bir evi vardı. Dışarı çıkınca kapıyı kilitlerdi. Bir gün yine aynı şekilde kilitleyip gitti. Dönüşte evin içinde bir adam gördü:



376

EL-MÜRŞİDÜ'L-EMtN

— Seni evime kim soktu?

Diye sorunca: :

nan.

Bu eve, senden ve benden daha çok sahip bulu--

Cevabını aldı. ?

İbrahim a.s. onun halinden bir melek olduğunu an¬ladı ve:

— Meleklerin hangisisin?

Diye sorunca:

— Melekü'I-Mevt.

Cevabını aldı. Bunun üzerine şu talepte bulundu:

— Mü'minlerin ruhunu kabzettiğin şekilde bana gö¬

rünebilir misin?..

— Evet görünürüm. Şu tarafa yüzünü çevir, yine dö¬

nersin.

Dedi... İbrahim Peygamber a.s. döndüğü taraftan yü¬zünü çevirince, meleği şöyle buldu:

Güzel bir genç... Tazeliğine ve elbisesinin güzelliğine hayran kaldı. Güzel de kokuyordu. ..

Bu hale hayran oldu ve şöyle dedi:

— Ey Melekü'1-Mevt, Ölüm zamanı, iman sahibi se¬

nin yalnız bu güzelliğini görse yeter.

Ölüm anında herkes hafaza meleklerini de görür.

Bunu Vehb Hz. şöyle anlatıyor:

Duyduğumuza göre, her ölen, ölüm anında, hayrını, şerrini yazan iki meleğini görür. Eğer Allah'ın emrine muti olup, kötülük etmemişse, şöyle derler:

— Bizden yana, Allah sana hayır versin. Birçok iyi

meclislere bizi götürdün. Birçok iyi işlere şahid olduk...

Şayet, facir ise, Allah'a asi kul ise, şöyle derler:

— Allah bizden yana, sana hayır vermesin. Bizi bir¬

çok kötü meclislere oturttun. Birçok kötü sözü bize din¬

lettin.

Bu melekler, baş ucunda dururken, ölünün gözleri on¬lara dikilir, kalır... Ve artık dünyaya dönemez.



Bir başka acıklı hal de, asilerin Cehennem'deki yer¬lerini görüp korkmalarıdır.





377

— ÖLÜM VE SONRASI

Ölüm anını yaşayan herkes, melekten şu iki cümleden birini işitmeden ölmeyecektir:

— Ey Allah'ın düşmanı sana ateşi müjdelerim.

— Ey Allah'ın sevgili kulu müjde, sana Cennet ve¬

rildi...

işte bundandır ki, Öz sahipleri hayatlarında daima korku duyar.

Peygamber s.a. efendimiz şöyle buyurur:

— «Sizin her biriniz, gideceği yeri bilmeden; Cen¬

netteki, ya da Cehennemdeki yerini görmeden dünyadan

çıkmaz...»

SON DEMLERİNİ YAŞAYAN KİMSE İÇİN -SEVİLEN HALLER

Böyle bir duruma geldiğini sezen kimse, sakin ve telâşsız olmalı... Bu sakin ve telâşsız hal içinde, Kelime-i Şehadet okumalıdır. Sevilen hallerden biri budur.

Yine sevilen hallerden biri de, Allahü Teâlâ için iyi düşünceye sahib olmaktır. Allahü Teâlâ'nm bağışına dair ümidi kesmemelidir.

Peygamber s.a. efendimiz, ölüm anında hastada ol¬ması sevilen bir hali şöyle anlatır:

— «Öbür âleme geçmek üzere olan bir hastada şu üç

şeyi arayınız:

a) Alnından ter akması,

Gözlerinin yaşarması,

c) Dudaklarının kuruması.

Son demlerini yaşayan bir hastada, sayılan bu üç hal varsa, ona Allah'ın rahmeti inmiştir.»

Ebu Said Hudrî r.a. şöyle bir hadîs-i şerif rivayet ediyor:

— «Vefat etmek üzere olan hastalarınıza Lâ ilahe

illallah — Allah'tan başka ilâh yoktur — cümlesini telkin

ediniz.»

Bu telkini yapmanın değerini de, Huzeyfe r.a. tara¬fından anlatılan şu cümleden anlıyoruz:

— «Çünkü bu telkin, söylenmeden önce işlenen hata¬

ları yıkar.»

Ebu Hüreyre r.a. tarafından anlatılan ve bizzat:



378



EL-MÜRŞÎDÜ'L-EMİN



ÖLÜM VE SONRASI —



379







— Peygamber s.a. efendimizden dinledim.

Dediği bir hadîs-i şerif ise şöyledir:

— «Ölmek üzere olan bir kimseye, Melekü'1-Mevt

— ölüm meleği — geldi. Kalbine baktı, fakat orada bir şey

bulamadı. Sakalını ? araladı. Dili damağına yapışık ve Lâ

ilahe illallah cümlesini söyler buldu. İhlâsla söylediği bu

cümle onun bağışlanmasını sağladı...»

Telkin yapıldığı zaman, yumuşak davranmalı... Has¬tanın durumunu nazara almalı... O anda güçsüzdür, zor söyleyebilir. Fazla üzerine düşülünce, sevimsiz bir hal zu¬hur edebilir...

Yukarıda da anlatıldığı gibi Allahü Teâlâ'ya karşı iyi düşünceye sahip olmalı... Bunun böyle olması gerektiğini şu kudsî hadîs-i şerif bize anlatıyor:

— «Ben, kulumun hakkımdaki zannına bağlıyım. Be¬

nim için bayır zan beslesin.»

MELEKÜL-MEVT ÇIKAGELİNCE DUYULAN HASRET

Bu konuda Vehb b. Münebbih tarafından anlatılan bir hikâye şöyledir:

— Padişahlardan biri vardı. Bir yere gidecekti. Giy¬

mek için elbise taleb etti. Beğenmedi, başkasını istedi.

Hayli elbiseyi geri çevirdikten sonra, bir tanesini beğendi;

giydi. Binek işinde de aynı tereddüdü gösterdi. Birçok

hayvan içinde en güzelini seçti, beğenip bindi. Sonra şey¬

tan geldi, burnuna üfledi. Kibirle şişirdi... Büyüklenerek,

atlıları ile yürümeye başladı. Kimseye bakmıyordu. Beri¬

den, dağmık vaziyette biri geldi. Selâm verdi, ama kibirli

padişah selâmını almadı. Atının gemini tuttu. Bur.un üze¬

rine kibirli padişah şöyle dedi:

— Atımın gemini bırak. Büyük bir işe kanştm.

Şu cevabı aldı:

— Seninle görülecek bir işim var...

Şöyle dedi:

— Dur da ineyim.

İzin verilmedi:

—. Hayır şu anda... .

Yabancı adamın atının gemini tutup bırakmadığını görünce şöyle dedi:



— Benimle görülecek bir işin olacağını hatırlamıyo¬

rum.

Adam şöyle dedi:

— O bir sırdır.

Sonra, başını yaklaştırdı:

— Ben Melekü'l-Mevt'im.

Dedi... Padişahın rengi değişti. Dili ağırlaşmaya baş¬ladı ve yalvardı:

Beni bırak, evime gideyim. İşlerimi bitirip ehlime

veda edeyim.

Ölüm meleği izin vermedi:

— Hayır, artık ehlini ve dünyalık ağırlığını göreme¬

yeceksin.

Ruhunu aldı. Kuru cisim gibi yere yığıldı. . Bundan sonra ölüm meleği, saîih bir kulun yoluna çık¬tı. Selâm verdi. Salih kul selâmı aldı. Sonra şöyle dedi:

— Seninle bir işim var.

Salih kul şu cevabı verdi:

— Anlat bana.

Kulağına eğildi ve:

?— Ben ölüm meleğiyim... Deyince:

— Hoş geldin, sefalar getirdin. Selâm olsun, uzun za¬

man kaybolan dosta... Allah'a yemin olsun benim sana

kavuşmakla sevindiğim kadar yitiğini bulup sevinen ol¬

maz.

Melek ona şöyle der:

— Hangi iş için çıktıysan o işini bitir.

Şu cevabı alır:

— Benim için Allah'a kavuşmaktan daha sevimli ve

daha büyük bir iş yoktur.

Melek şöyle der:

— Kendin seç, hangi hal üzere ruhunu almamı isti¬

yorsan öyle yapayım.

Şu cevabı alır:

— Takdir senin.

Melek aldığı emri tebliğ eder:

— Evet doğru ama, senin arzuna göre yapmak için

emir aldım.

Salih kişi şu dilekte bulunur:

— O halde müsaade et; abdest alayım. Namaza dura-



381

380 —

EL-MÜRŞİDÜ'L-EMÎN —

yım, secdede iken ruhumu alırsın.

İşte böylece, o salih kişi secdede iken, ruhu kabzolur...

Bekir b. Abdullah Müzeni şöyle anlatır:

— Benî İsrail soyundan biri vardı. Hayli mal topla¬

mıştı. Öleceğini sezince, çocuklarına şöyle dedi:

— Mallarımı, sınıf sınıf getirin, görmek isterim.

Bunun üzerine çocukları; at, deve ve köle cinsinden

hayli şeyler getirdi. Bunlara baktı, ayrılacağı için hasret çekip ağladı. Azrail onun bu halini görünce, şöyle dedi:

— Seni şimdiye kadar serbest ve rahat bırakan Al¬

lah'a yemin ederim ki, ruhunu alacağım şu ana kadar, se¬

nin yanından hiç ayrılmadım. Niçin bu ağlamak? Neden

şimdi başladı? Daha Önce tedbir alsaydm, şimdi böyle ağ¬

lamayacaktın.

Adam, bu malları dağıtmak için mühlet talebinde bulununca şu karşılığı aldı:

— Senin için mühlet kalmadı. Ecelin gelmeden önce

bu talepte bulunsaydm, olmaz mıydı?

Ve o anda ruhunu aldı.

PEYGAMBER s.a. EFENDİMİZ VE DÖRT HALİFENİN EBEDÎ ÂLEME GÖÇLERİ

Peygamber s.a. efendimizin hayatında ve vefatında bizim için alınacak ibretli çok şeyler vardır. O, bu âlem¬den göç edip gittikten sonra, başkası için burada devamlı kalma ümidi hiç olmaz.

— «Sen öleceksin, onlar ebedî burada kalacak öyle

mi?..» (Enbiya, 34).

Âyet-i kerimesi de anlatmak istediğimiz mânâyı ifa¬de eder.

Sonra, şu âyet-i kerime ölmemenin imkânsız olduğunu da ifade eder:

— «Her nefis, ölüm acısını tadacaktır...» (Al-i îm-

ran, 185).



ÖLÜM VE SONRASI —

İbn Mesud r.a. anlatıyor:

— Ayrılık yaklaştığı zaman, Resûlullah s.a., Aişe r.a.

anamızın evinde idi. Yanma gittik. Bize baktı, gözlerin¬

den yaş aktı. Sonra da şöyle buyurdu:

— «Merhaba, Allah size sağlık versin. Esirgesin...

Yardım etsin... Size takva yolunu tavsiye ederim. Allahü

Teâlâ'mn varlığına yönelmenizi tavsiye ederim. Ben onun

tarafından size gÖderilen, açıkta bir çekindiriciyİm. Ülke-

side; kullarına büyüklük yaparak, Allah'a karşı yücelik

taslamaya kalkmayınız. Ecel yaklaştı. Gidiş Allah'adır. Sid-

re-i Münteha'yadır. Me'va Cenneti'nedir. Bol, yeterli ka¬

dehedir. Kendinize ve benden sonra dininize girenlere ta¬

rafımdan selâm okuyunuz.»

*

Şöyle bir rivayet var. Peygamber s.a. efendimiz vefat edeceği zaman, Cebrail'e sorar:

— «Benden sonra ümmetim için ne var?..»

Bunun üzerine Aîlahü Teâlâ Cebrail'e şöyle emreder:

— «Habibime müjde ver. Ümmeti arasında onu mah¬

cup etmeyeceğim. Yine müjdele, kabirden kalkılacağı za¬

man, ilk önce o kalkacak. Ve ümmet toplanınca efendi¬

leri olacak... Ve onlar cennete girmeden başka ümmetlere

giriş yasak olacak, haram olacak...»

Bunun üzerine Peygamber s.a. efendimiz şöyle bu¬yurdu:

— «İşte şimdi gönlüm sürurla doldu...»

Hz. Aişe r.a. anlatıyor:

— Peygamber s.a. efendimiz, benim evimde ve benim nöbetimde vefat etti. Göğsümde ve kucağımda... O da bir şey yemedi, ben de... Açlığımız, susuzluğumuz da birbiri¬ne karıştı. Bir aralık, kardeşim Abdurrahman içeriye gir¬di. Elinde bir misvak vardı... Hazreti Peygamber s.a. mis-vake bakıyordu. İstediğini anladım, alayım mı, deyince başı ile evet der gibi işaret etti. Aldım, dişlerine sürmeye başladım... Biraz sert olduğunu anladım... Yavaşlatayım mı, dedim, yine başı ile evet, der gibi işaret etti... Yanın¬da bir su kabı vardı. Ateş geldikçe elini içine daldırıyor¬du. Ve şöyle buyuruyordu:



382



EL-MÜRŞÎDÜ'L-EMÎN



— ÖLÜM VE SONRASI



383







— «Lâ ilahe illallah —Allah'tan başka ilâh yok— ölü¬

mün atlatılması gereken, ayıttan bayıltan sıkıcı halleri

var.»

Sonra ellerini kaldırdı ve şu duayı yaptı:

— «Refik-i A'lâ'ya... Refik-i A'lâ'ya...»

Bunun üzerine:

— Ya Resûlallah, bu makam sana verilmezse bize hiç

verilmez... dedim.

îbn Mesud r.a. anlatıyor:

— Hz. Ebu Bekir r.a. geldi. Peygamber s.a. efendimiz

ona, şöyle buyurdu:

— «Sor ya Eba Bekir...»

— Ya Resûlallah, galiba ecel yaklaştı.

— «Evet yaklaştı, hem de çok.,.»

— Ya Resûlallah, Allah katından bize güç gelecek iş¬

ler inecek galiba. Keşke sonumuzun ne olacağını bir kes-

tirebilseydim...

— «Gidiş, Sidre-i Münteha'yâ... Me'va Cenneti'ne...

Firdevs Cenneti'nin en yüce makamına... Bol bol kandı¬

rıcı kadehlere. Veda. Hoş, rahat hayata...»

Bundan sonra aralarında şu konuşma geçti.

— Ya Resûlallah, seni kim yıkasın?

— «Ehl-i beytimden bir kimse... Veya ona yakın bir

kimse...»

— Ne ile kefenleyelim ya Resûlallah?

— «Şu elbisem... Yemen işi bir hülle... Mısır'da işle¬

nen keten bezle...»

— Ya Resûlallah, bizim sana namazımız nasıl 'olsun?

Bunu söyleyince ağlamaya başladık... Sonra şöyle bu¬

yurdu:

— «Namaz için acele etmeyin. Allah sizi bağışlasın...

Peygamberinizden yana size hayır versin... Yıkama ve ke¬

fenleme işini ikmal ettikten sonra, bu hücremde, evimde,

kabrimin kenarına koyunuz... Önce Allahii Teâlâ bana sa-

lât edecek... Onuri salâtı —namazı—:

— O, —Allah— ve melekleri, size salât eder...» (Ah-

zab, 43).

Âyet-i kerimesinin ince mânâsında saklıdır. Sonra meleklere, namazım için izin çıkar...



Allahü Teâlâ'nm yarattıkları arasında namazıma Uk gelen Cibril olacaktır. Onu takiben, Mikâil gelir, peşinden İsrafil, onun peşinden de Melekü'1-Mevt, birçok tayfası ile gelir... Sonra bütün melekler toptan gelir... Bundan son¬ra sıra sizde...

Fevc fevc yanıma geliniz... Ayrı ayrı cemaatler halin¬de namazımı kılınız. Yanıma girerken, medhiye okumak, bağırıp çağırmak ve inlemek sureti Üe bana eziyet etme¬yiniz. Önce içinizden imam içeri girsin... Sonra ehl-i bey¬tim. Sonra yakınlar sırası ile... Bundan sonra kadınlar, on¬ları takiben de çocuklar girsin...»

Bundan sonra Hz. Ebu Bekir r.a. şöyle sordu:

— Ya Resûlallah, kabre kim koyacak?..

— «Ehl-i beytimden bir cemaat... Veya onlara yakın

kimseler... Birçok meleklerle beraber... O melekleri gö¬

remezsiniz; ama onlar sizi görür... Gidiniz, benden sonra¬

kilere selâmımı söyleyiniz...»

Hz. Aişe r.a. anlatıyor:

— Peygamber s.a. efendimizin vefatı günü, günün ük

saatlerinde ayıktı. Hastalığı geçer gibi oldu. Toplanan er¬

kekler sevinerek evlerine ve işlerine gittiler. Yalnız ka¬

dınlar kaldı. Biz de onlar arasında idik. O günkü ümitli

ve ferah halimizi bir daha bulamadık. Bir ara Peygamber

s.a. efendimiz:

— «Kadınlar çıksın, bir erkek geldi. İçeri girmeye izin

istiyor...»

Buyurdu ve çıktılar... Yalnız ben kaldım... Başı kuca¬ğımda idi... oturdu. Evin bir köşesine geçti. Gelen melek¬le konuştu. Sonra döndü, başını yine göğsüme dayadı. Ka¬dınların içeri girmelerine izin verdi... Bu Cibril'in geli¬şine benzemiyor, deyince şöyle buyurdu:

— «Evet ya Aişe, Cibril değil... Melekü'1-Mevt geldi.

Bana şöyle dedi:

— Ey Allah'ın Resulü, beni Allahü Teâlâ gönderdi.

İzinsiz içeri girmememi emretti. İzin edilmezse don, bu¬

yurdu... İznin olursa geleyim. Aldığım emre göre, ruhu¬

nu senin iznin oimadaH kabzetmeyeceğim... Bu hususta¬

ki enirinizi bekliyorum.»





384 —

EL-MÜRŞÎDÜ'L-EMİN

Peygamber s.a. efendimizin emri şu olmuştu: .

— «Şimdi çık... Cibril gelinceye kadar bekle... Şimdi

onun geliş saatidir.»

Öyle bir işle karşılaştık ki, vereceğimiz cevap yoktu... Hiçbir görüş belirtemedik. Sanki kuvvetli biri bizi çarp¬mış... Onun gürültüsü bizi şaşırtmıştı. Bu işin azameti ve heybeti karşısında bütün orada bulunanlar şaşırmıştı. Kimse konuşamadı...

Cibril o saatte geldi. Selâm verdi. Peygamberin tav¬rından bunu anladım. Evde olanlar dışarı çıktı... Cibril içeri girdi. Şöyle dedi:

— Allahü Teâlâ sana selâm eder. Kendini nasıl bulu¬

yorsun? Sorar... Halbuki O, kendini nasıl bulduğunu biz¬

den daha iyi bilir. Ama onun arzusu, sana iyilik ve şeref

artırmaktır... Halka nazaran, şerefini ve üstünlüğünü ta¬

mamlamak diler. Ve bu halinle ümmetine bir örnek ol- ??

manı arzular...

Bunun üzerine Peygamber s.a. efendimiz Cibril'e şÖy-

le buyurdu;

— «Ağrı duyuyorum, ya Cibril...»

Cibril devam etti:

— Müjdelerim. Cenab-ı Hak, senin için hazırladığı

iyiliklerin tebliğini diler.

Bunun üzerine Peygamber s.a-, efendimiz şöyle bu¬yurdu:

— «Melekii'I-Mevt geldi. Benim içim izin istedi. Ve bu

haberi verdi...»

Cibril devam etti:

— Ya Muhammed, Rabbm sana müştak... O senin için

arzu ettiğin şeyi bilmiyor mu, biliyor... Allah'a yemin ol¬

sun Melekü'1-Mevt şimdiye kadar kimseden izin istemedi.

Ona gitmek için de, izin isteyen hiç olmadı. Ancak, durum

şu ki, Rabbm sana nimetini tamamlamak diler... O sana

müştaktır.

Bundan sonra kadınların içeri girmelerine izin veril¬en, *atjmayi r.a. yanma çağırdı: — «Ya Fatıma, bana yaklaş...»

Buyurdu. Bunun üzerine Fatıma r.a. yaklaştı. Yüzüstü Peygamber s.a. efendimizin önünde düştü... Peygamber



ÖLÜM VE SONRASI 385

s.a. efendimiz kulağına bir şeyler söylüyordu. Başını kal¬dırdı. Gözlerinden yaş akıyordu ve konuşmaya takati kal¬mamıştı.

Peygamber s.a. efendimiz tekrar:

— «Başını bana yaklaştır...»

Deyince, yaklaştırdı. Efendimiz kulağına yine bir şey¬ler söyledi... Bu sefer başını kaldırdığı zaman gülüyordu. Fakat yine konuşmaya takati yoktu. Biz bu halin ne ol¬duğunu anlayamadık. Efendimiz onun kulağına neler söy¬lediğini, ilk önce ağlamasını, sonradan gülmesini sorduk.

Şöyle anlattı:

?— Önce, «Ben bugün vefat edeceğim.»

Deyince ağladım. Sonra:

— «Cenab-ı Hakk'a yalvardım, öbür âlemde ehlim ara¬

sında bana ilk kavuşan sen olasın, diye... Ve arada benim¬

le beraber olmanı istedim...»

Deyince de sevindim, güldüm.

Bundan sonra ölüm meleği geldi. Selâm verdi. İçeri girmek için izin istedi, verdi... Melek, Efendimizin emrini sorunca şöyle buyurdu:

— «Beni Rabbıma kavuştur... Şu anda...»

Melek, şu cevabı verdi:

— Evet, bugün olacak. Rabbm sana müştak. Bu şe¬

kilde gidip gelmemi, o hiç kimse için yapmadı. Senden

başkasına, izinsiz girmemem emrini vermedi... Ama, şu

andaki arzun biraz geç olacak... Önümüzdeki saatlerde

olacak...

Dedi ve dışarı çıktı... Peşinden Cibril geldi... Ve şöy¬le dedi:

?— Ey Allah'ın Resulü, selâm sana... Bu benim yere son inişimdir. Vahiy defteri dürüldü... Dünyanın hesabı da böylece kapandı... Yeryüzünde senden gayrı ile yapa¬cak işim yok. Burada senin yüzünü görmekten gayrı is¬tediğim yok. Şimdi, durağıma varıp kalacağım.

Hz. Aişe r.a. anlatmaya devam ediyor:

— Durduğum yerden ilerledim. Peygamberin s.a. ba¬

şını göğsümün ortasına yasladım. Göğsünden de kavra¬

dım. Kendini kaybeder derecede baygınlık geliyordu. Al¬

nından ter damlıyordu. O ter o kadar paktı ki, öylesini

kimsede görmüş değilim. Akarken ortalığa koku yayıyor-

F. : 25



386 EL-MÜRŞÎDÜ'L-EMÎN

du. Öyle güzel kokulu teri ömrümde görmedim. Bir ara ayıklığa kavuştu... Şöyle sordum:

— Anam, babam, kendim, ehlim ve malım uğrunda

feda olsun. Niçin terliyorsun?

ŞÖyle buyurdu:

— «Ya Aîşe, mü'min kulun nefesi terle çıkar. Kâfi-

rinki ise, ağzından çıkar, tıpkı merkep gibi...»

Durumu biraz daha ağırlaşmaya başlayınca akraba¬larımıza gelmeleri için haber saldık.

. İlk gelen kardeşim oldu... Onu da babam bana gön¬dermişti. Yetişemedi. Çağırdıklarımızdan kimse kavuşa-madan ebedî âlemine göç eyledi... Bunun da bir hikmeti var, çünkü ona Cebrail ve Mikâil sahib oluyordu.

Her ayıklık sonunda baygınlığa geçtiği zaman şöyle buyuruyordu:

— «Evet, Refik-i A'lâ...»

Hz. Aişe r.a., Peygamber s.a. efendimizin irtihal etti¬ği günü şöyle anlatıyor:

— Resûlullah s.a. efendimiz pazartesi günü ebedî âle¬

mine göç etti. Duha vakti olmuştu... Vakit öğlene yakındı...

Allahü Teâlâ'nm salât ve selâmı ona, âline ashabı¬na, ona tâbi olanların tümüne olsun.

HAZRETİ EBU BEKİR'İN VEFATI

(Allah ondan razı olsun)

Hz. Kbu Bekir r.a. intizar halinde iken, Aişe r.a. ya¬nına şu beyti söyleyerek geldi.

Ömrüne yemin olsun, ne sağlar gence servet ü saman, Ecel gelip sine daralmaya başladığı zaman...

Hz. Sıddîk yüzündeki Örtüyü açtı:

— Hayır Öyle değil... Şu âyet-i kerimeyi oku, dedi...

— «Günün birinde ölüm sarhoşluğu çıkagelir. Ve ona

şöyle denir: İşte bu, senin kaçıp durduğun şeydir...» (Kaf,

19).

Daha sonra şöyle buyurdu:

— Şu iki elbisemi götürünüz. Onları yıkayınız. Ve

beni onlarla kefenleyiniz. Yeniye, ölüden çok diri lâyık¬

tır...

Ölüm anı gelince Hz. Aişe r.a. şu beyti okudu:



—. ÖLÜM VE SONRASI 387

Pek nurlandı, bulutlar suyu onun yüzünden alıyordu, Kocasızlara muhafız, yetimlere bahar oluyordu.

O anda Hz. Ebu Bekir r.a. şöyle dedi:

— İşte Resûlullah geldi...

Bu hastalığında yanma gelenler, ona doktor çağırma¬yı teklif ettiler. Cevabı şu oldu:

— Tabibim, bana baktı. Ve şöyle buyurdu:

— «Ben dilediğimi tam olarak yaparım.»

Bir ara Selman-ı Farisî r.a. yanma ziyaret için geldi şöyle dedi:

— Bize tavsiyede bulun ya Eba Bekir.

Şöyle buyurdu:

— Allahü Teâlâ muhakkak size dünyayı açacak. On¬

dan bir şey alırken, ancak, yeteri kadarını alın;z.

Şunu bil ki, sabah namazını kılan kimse, Cenab-ı Hakk'ın muhafazası altındadır. Onun muhafazası altına girene kötü gözle bakma. Sonra seni tepetaklak ateşe atar...

Hz. Ebu Bekir r.a. ağırlaşmaya başlayınca, etrafına toplanan kimseler, bir halife tayinini istediler. Hz. Ömer'i r.a. tayin etti. Bunun üzerine itiraz edildi ve şöyle diyen oldu:

— Bize sert, kalbi katı bir kimseyi halife tayin et¬

tin. Rabbına ne cevap vereceksin?

— Şu cevabı vereceğim: Kullarına, kulların hayırlı¬

sını halife tayin ettim...

Her ikisinden de Allah razı olsun...

İKİNCİ HALİFE HAZRETİ ÖMER'İN VEFATI

(Allah ondan razı olsun)

Anır b. Meymun r.a. anlatıyor:

— Hz. Ömer r.a. şehadetine sebep olan o vurma işi¬nin olduğu sabah orada bulunuyordum ve ayakta idim. Hz. Ömer'le aramızda Abdullah b. Abbas bulunuyordu.

Hz. Ömer öne doğru ilerlerken saf aralarında duru¬yor ve açık görürse, doldurun, diyordu. Saf aralarında boşluk kalmayınca, imamete geçti ve tekbir aldı.



—389

388 —

EL-MÜRŞIDÜ"L-EMÎN

Birinci rekâtı biraz uzattı... Cemaatın yetişmesi için biraz uzun sûrelerden okudu... Pek hatırımda değil, ya sûre-i Yusuf, ya Nahl veya bu büyüklükte diğer bir sûre idi okuduğu... Rükû tekbirini ya aldı veya alacağı şurada, şöyle dediğini İşittim:

Beni ya biri hançerledi, ya da bir köpek ısırdı.

Bu cümleyi Ebu Lü'lü, ona vurunca söyledi. O iki ta¬rafına da hançerle vurmuştu. Sonra kaçmaya başladı. Sa¬ğı solu hançerleyerek kaçıyordu. On üç kişiyi o anda han¬çerledi. Onlardan yedi veya dokuzu öldü. Müslümanlar arasında onun bu halini gören biri akıl edip, üzerine bir battaniye veya aba gibi bir şey attı, yakaladı. Yakalandı¬ğını anlayan o cani intihar etti.

Bu acıklı .halden sonra Hz. Ömer r.a. oğlu Abdullah'ı Hz. Aişe'nin yanına yolladı. Şöyle buyurdu:

— Aişe'ye git... Hattab oğlu Ömer, can arkadaşı, Hz.

Peygamber s.a. ile, Hz. Ebu Bekir'in yanına defin için izin

istiyor. Emirü'l-Müminin izin istiyor deme... Çünkü bu¬

gün ben, artık Emirü'l-Mününtn —Mü'minlerin emiri^-

değilim...

Abdullah r.a. gitti. Selâm verdi. îçeri girmek için izin istedi. îçeri girince Hz. Aişe'yi r.a. ayakta ve ağlar bul¬du... Şöyle dedi:

— Hattab oğlu Ömer sana selâm eder. îki arkadaşı¬

nın yanma defin için izin ister.

Hz. Aişe r.a. şu cevabı verdi:

— Orayı kendim için istiyordum. Ama bugün onu,

kendime tercih ederim.

Abdullah r.a. dönünce, ona:

— Abdullah geldi...

Dediler... Yatıyordu, şöyle buyurdu:

Beni kaldırın.

Biri kaldırdı. Sonra Abdullah'a döndü ve şöyle bu¬yurdu:

— Ne haber getirdin?

— Ya Emire'l-Müminin arzu ettiğin izni.

— Allah'a hamd olsun. Benim için bundan daha mü¬

him bir şey yoktur.

Dedi, devam etti:



ÖLÜM VE SONRASI

— Ruhum kabzolunca beni alın, oraya götürün. Se¬

lâm verin. Ve şöyle deyin: Ömer izin istiyor... îzin olur¬

sa, içeri alın, izin olmazsa, Müslümanların mezarlığına

götürün...

Bir aralık Hz. Hafsa r.a., Hz. Ömer'in yanma geldi. Kadınlar onu örtüyordu. Sarıldı ve ağladı... Biz onun ge¬lişini görünce, kalktık... Sonra çıktı, erkekler girdi... O dışarıdaydı, ama ağlayışını içeriden de duyuyorduk...

Bİr aralık şöyle bir taleb oldu:

— Ya Emireî-Müminin, bize tavsiyede bulun. Ve ha¬

life tayin et...

Şöyle buyurdu:

— Bu iş için şu zevattan daha lâyığını göremiyorum.

Bunlar Resûlullah'ın hoşnud olarak vefat ettiği kimseler¬

dendir. Sonra isimlerini saydı. Ali, Osman, Zübeyr, Tal-

ha, Sa'd ve Abdurrahman...

Sonra oğlu Abdullah için şöyle buyurdu:

— Onun bu işte bir şeyi yoktur. Yaptığınız işlerde

hazır bulunur, o kadar.

Bir hadîs-i şerifinde Peygamber s.a. efendimiz şöyle

buyurur:

— «Cibril bana şöyle dedi: İslâm, Ömer'in ölümü üze¬rine ağlayacak...»

ÜÇÜNCÜ HALİFE HAZRETİ OSMAN'IN VEFATI

(Allah ondan razı olsun)

Hazreti Osman'ın r.a. katli hâdisesine ait hikâye meş¬hurdur...

Abdullah b. Selâm r.a. anlatıyor:

— Kardeşim Osman'ın yanma vardım. O mahsurdu.

Korumak istiyordum. Bir yolunu bulup içeri girdim. Beni

görünce:

— Merhaba kardeşim...

Dedi. Ve devam etti:

— Resûlullah'ı bu evin penceresinde gördüm... Ara¬

mızda şu konuşma geçti:

— «Ya Osman seni sardılar...»

— Evet... dedim.



390 EL-MÜRŞİDÜ'I-EMÎN

— «Seni susuz da bıraktılar...»

>— Evet... dedim...

Sonra bana içi su dolu bir kova uzattı. Doyuncaya kadar içtim. O içtiğim suyun soğukluğunu, göğsümde ve sırtımda dahi hissettim. Sonra şöyle buyurdu:

— «Eğer İstersen, yardım edeyim, onlar perişan ol¬

sun... İstersen iftarını yanımızda aç... Tercih senin...»

İkinci şıkkı tercih ettim.

O gün şehid edildi. Allah'ın rahmeti ve rızası ona ol¬sun...

Abdullah b. Selâm r.a. diyor ki: Osman r.a. Hz. nin kana bulandığına şahid olanlardan birine sordum, o an¬da ne dediğini öğrenmek istedim, şu duayı yaptığını söy¬lediler:

— Allahım, ümmet-i Muhammedi üç gün içinde bir

araya getir...

Allah'a yemin olsun... Eğer o anda bir araya gelme¬leri için dua etmeseydi, kıyamete.kadar toplanamazlardı.

DÖRDÜNCÜ HALİFE HAZRETİ ALİ'NİN VEFATI

(Allah ondan razı olsun)

Hanzalî r.a. anlatıyor:

— Hz. Ali r.a. için malûm isabetin olacağı gece, tan¬

yeri ağarınca İbn Tiyah, ezan okumaya geldi. Hz. Ali r.a.

yatağında idi. Üzerinde bir ağırlık olduğu seziliyordu. Na¬

maza^ çağırdı. Kalkamadı... îkinci defa çağırdı, yine aynı

idi. Üçüncü defa gittiğinde, kalktı... Yürümeye başladı,

şu beyti okuyordu:

Ölüm için hazırlığını ikmal et, Çünkü ölüm mutlaka karşına çıkar... Ölüm için ah u zar etmeyi terk et, Vadine inince, sızlasan ne çıkar...

Küçük kapıya gelince, îbn Mülcem saldırdı ve vur¬du... Hz. Ali'nin kızı Ümmü Gülsüm r.a. çıktı. Şöyle di¬yordu:

— Bilmiyorum sabah namazında benim için ne var...





391

_ ÖLÜM VE SONRASI

Zevcim, Emirü'l-Müminin sabah namazında şehid edildi... Babam yine öyle...

Kureyş'in yaşlılarından biri şöyle rivayet ediyor:

— Hz. Ali r.a. vurulunca şöyle buyurdu:

— Kabe'nin Rabbma yemin olsun ki kurtuldum...

ÖLÜM DÖŞEĞİNDE OLANLARIN SÖZLERİ

Muaviye b. Ebu Süfyan r.a. vefat edeceği zaman şöy¬le olmuştu, yatıyordu:

Beni oturtun...

Dedi... Oturttular. Allah'ı, teşbih ve zikre başladı. Sonra ağladı ve kendi kendine şöyle dedi:

— Rabbını an, ya Muaviye... İhtiyarladıktan sonra...

Her şey kırılıp döküldükten sonra... Şu olmamış mıydı?

Gençlik ağacının yaprakları yeşillenmişti...

Sonra ağladı. Sesini yükseltti. Ve şu duayı yaptı:

— Ya Rabbi, bu asî ihtiyara ve kalbi karaya merha¬

met et... Allahım, hatalarımı sil... Kusurlarımı bağışla...

Senden başkasına güveni olmayana, senden gayrını dile¬

meyene hilmini vaad et...



Muaz r.a. vefat edeceği zaman şöyle dua ediyordu: ?— Allahım, şimdiye kadar sana karşı korku duyuyor¬dum. Ama bugün ümitliyim... Allahım, sana malûm, dün¬yanın akan ırmakları ve yeşil ağaçları için uzun zaman kalmayı sever olmadım. Orada duyduğum şey, ayrılık su¬suzluğu... ve her geçen saatin sıkıntısı oldu... Sevdiğim şey, uzun yolculuk sonunda dahi olsa ilim sahipleri arası¬na katılmak idi...

Zünnûn'a son demlerinde arzusunu sordular, şöyle

dedi:

— Ölmeden evvel ona karşı bir lâhza dahi olsa, irfan

duygusuna sahib olabilsem...

KABİR VE ONA DAİR SÖZLER

Dahhâk r.a. bir hadîs-i şerifi şöyle anlatıyor:

— Bir gün Peygamber s.a. efendimize:





392

EL-MÜRŞİDÜL-EMİN

— İnsanların en zahidi kim?

Diye sordular, o da şöyle buyurdu:

— «Kabri ve orada göreceği imtihanı unutmayan...

Dünyanın fuzulî zinetini terk eden... Bakiyi, faniye tercih

eden... Yarını, yaşayacağı günler arasında saymayan...

Kendini kabir ehlinden sayan...»

Hasan b. Salih, birgün kabristana girdi, şöyle dedi:

— Dışın ne kadar hoş... Asıl, güçlükler içinde saklı.



Davud a.s. birgün kabristana uğradı. Orada bir kadı¬na rastladı. Bir kabrin başında oturmuş şu beyti okuyordu: Hayat sona erdi, artık kavuşamam, Sen kabirdesin ve artık yatırdılar... Alacağın tadına nasıl ulaşam, Umulmaktasın ve yasladılar... Daha sonra şöyle dedi:

— Yavrum, keşke bilseydim, hangi yanağına kurt ya¬

pıştı.

Bu sözleri duyan Davud a.s. olduğu yerde bayılıp düştü.

EVLÂDIN ÖLÜMÜNDE EDEP

Çocuğun veya bir yakının ölünce, onu şöyle bil: Mut¬laka senin de gideceğin bir yolculuğa daha önce çıkmıştır. Ya da, bir gün senin de dönüp gideceğin aslî vatana dön¬müştür. Bunu böyle bilir, yakında o zümreye katılacağına kani olursan, evlâdın ve akrabanın ölümü sana ağır gel¬mez.



ÖLÜM VE SONRASI 393

açıktan ders vardır...» Yine buyurur:

— «Cenaze namazını kıl. Belki biraz mahzun olursun.

Çünkü mahzun kimse Allahü Teâlâ'nın göîgesindedir...»

Bir başka hadîs-i şerifte ise şöyle buyurulur:

— «Ölülerinizi ziyaret ediniz. Onlara selâm veriniz.

Onlar İçin namaz kılınız. Yapacağınız bu işlerde almanız

gereken ibret dersi vardır.»

ÖLÜMÜN GERÇEK MÂNÂSI

ölümün gerçek mânâsına âyet ve hadîsler delâlet et¬mektedir. İbret verici yollardan ne demek olduğu anlatıl¬maktadır.

Bu itibarla ölüm, ruhun bedenden ayrılmasıdır, yok olup gitmesi değildir.

ölümü ve ölenlerin durumunu şu âyet bize anlatmak¬tadır:

— «Allah yolunda öldürülenleri ölüler saymayınız.

Onlar Rablarının yanında diridir. Rızıklanır ve ferah du¬

rurlar...» (Âl-i İmran, 169).

İ3u âyet-i kerime şehitleri anlatır.

Şakiler için de şöyle bir rivayet vardır: Kureyş'İn cenkçileri öldükleri zaman, Peygamber s.a. efendimiz, on¬lara şöyle buyurdu:

— «Ey falan, falan ben Rabbımın vaadini gerçekten

buldum. Siz de hakkınızda vaad edileni buldunuz mu?...»

Bunu işiten ashaptan biri şöyle sordu:

— Ya Resûlalîah, siz onlara sesleniyorsunuz ama, on¬

lar ölü...

Şu cevabı aldı:

— «Varlığımı kudretiyle elinde tutana yemin olsun,

söylenen kelâms onlar sizden daha iyi duyar ve anlar...

Şu var ki, karşılık vermeye güçleri yetmez...»







Ara sıra kabristanı ziyaret etmek İyi olur. Peygamber s.a. efendimiz daha Önce kabir ziyaretini yasak etmişti, ama sonraları, ziyaret için emir verdi. Bununla ilgili şu hadîs-i şerifi Ebu Zer r.a. rivayet eder:

— «Kabirleri ziyaret ediniz, âhireti hatırlarsınız. Ölü¬leri yıkayınız... Çünkü ruhsuz kalan boş cesette alana



Ebu Eyyub-u Ensarî r.a. şöyle bir hadîs-i şerif riva¬yet ediyor:

— «Mümin kul öldükten sonra, Allah tarafından ge¬len rahmet ehli onu karşılar. Tıpkı, dünyada bir haberci¬nin karşılandığı gibi... Kendi aralarında şöyle derler:



394



EL-MÜRŞİDÜ'L-EMİN



ÖLÜM VE SONRASI —



395







— Kardeşinize bakm da rahatlasın. O şiddetli bir sı¬

kıntı içindedir.

Sonra ona:

— Falan kimse nasıl, falan kadın ne âlemde?

Diye sorarlar... Ve:

— Falan kadın veya kız evlendi mi?..

Derler.

Şayet kendisinden önce ölen birini sorarlarsa:

— O benden evvel öldü...

Der... Onlar da hep bir ağızdan:

— Biz Allah İçiniz ve ona döneceğiz...

Derler,., öyleyse o Cehenneme yollandı...

MEYYİT YERİNE KONURKEN KABRİN SÖZÜ

Bir hadîs-i şerif anlatalım. Peygamber s.a. efendimiz şöyle buyurdu:

— «Meyyit toprağa verilince, kabir şöyle der:

— Yazık sana ey âdemoğlu, beni iyi anlamaktan se¬

ni ne aldı?.. Fitne evi olduğumu hiç bilmek istemedin

mî?.. Ben yalnızlık ve kurt doluyum... Daha ilk adımını

atmadan bunu anlamalıydın... Acaba daha önce buna an¬

lamaktan seni ne alakoydu?..

Şayet iyi amelle gitmiş ise, gizli bir ses onun namına kabre cevap verir, şöyle der:

— Görmedin mi halini?.. Bu, iyiliği emreder, kötülü¬

ğü de yaptırmazdı.

Bunun üzerine kabir şöyle der:

— O halde onun için yeşilliğe çevrileceğim.

Bundan sonra o meyyitin cismi nur olur. Ruhu Cenab-ı

Hakk'm zatına yükselir...»

KABİR AZABI MÜNKİR VE NEKİR'İN SUALİ

Bera b. Azib tarafından rivayet edilen şu hadîs-i şe¬rif önemlidir. Şöyle anlatıyor:

— Peygamber s.a. efendimizle birlikte, ensardan ölen

birinin namazını kılmaya gittik. Namazı müteakip, Pey¬

gamber s.a. efendimiz kabrin başında oturdu. Başı eğik¬

ti. Bu arada üç defa şu duayı okudu;



— «Allahım kabir azabından sana sığınırım.»

Sonra şöyle buyurdu:

— «Mü'min kul, âhirete yönelince, Allalıü Teâlâ ona

birtakım melekleri gönderir. Onların yüzü güneş gibi

parlar... Üzerleri kokulu olup, beyazlara bürünmüşlerdir.

Gelip karşısına otururlar...

Ruhunu (eslim ettikten sonra yerle gök arasında ve semada bulunan bütün melekler, o mü'min kul için ba¬ğış talebinde bulunurlar. Sonra sema kapıları açılır. Bu kapılar arasında, hiçbir kapı yoktur ki, o mü'min kulun bütün ruhu ile girmek istemediği olsun... O kadar ki, ho¬şuna gider. Ruhu ile o kapıların birinden içeri alınınca, Ceııab-J Hakk'a, kimliği meçhul bir ses şöyle niyaz eder:

— Ya Rabbi falan kulun geldi.

Cenab-ı Kibriya şöyle hitab eder:

— «Onu yerine götürünüz... Onun için hazırladığım

iyilikleri gösteriniz... Çünkü ona şöyle bîr vaadde bulun¬

muştum: Sizi ondan —topraktan— yarattık. Ona iade ede¬

ceğiz. İkinci defa yine ondan çıkaracağız...» (Taha, 55).

Bundan sonra kabrine döner. Kendisi için emir alıp yüce katlan dönen meleklerin ayak seslerini duyar, ya¬nına gelir ve şöyle sorarlar:

— Rabbm kim, dinin ne? Ve Peygamberin kim?..

O da şu cevabı verir:

— Rabbım Allah... Dinim İslâm.... Peygamberim Mu-

hammed... s.a.

Bundan sonra o mü'min meyyiti şiddetli bir şekilde yere vururlar... Bu, meyyitin basma gelen en son fitnedir...

Meyyitin bu doğru cevabı üzerine gizli bir ses şöyle der:

— Doğru söyledin.

Bu kulun hali, şu âyet-i kerimenin derin mânâsında saklıdır:

— «Allah o iman edenleri, dünya hayatında ve âhi-

rette tam söz üzerine sabit kıldı...» (İbrahim, 27).

Sonra o mü'minin yanına, güzel yüzlü, hoş kokulu bî¬ri gelir. Hoş giyimi vardır... Şöyle der:

— Rabbımdan sana rahmet müjdesi getirdim. İçinde

ebedî nimetlerin bulunduğu Cennet müjdesi sana...

Bu müjdeli habere hayran olur ve şöyle der:





397

396 EL-MÜRŞİDÜ"L-EMÎN

— Sen kimsin, bana böyle güzel bir haber getirdin,

hayırlı müjde verdin?

Müjdeci şöyle der:

— Ben senin dünyada yaptığın iyi amelinim... Se¬

nin için yalnız iyilik biliyorum. Allah'ın taatına koşar gi¬

derdin. İsyan işine tembel davranırdm... Allah sana hayır

ihsan eylesin.

Bundan sonra meleklere şöyle bir emir gelir:

— Onun için Cennet yataklarından bir yatak serin.

Yattığı yerden Cennete bir pencere açın.

Haliyle ona bir Cennet yatağı serilir ve Cennete ba¬kan bir pencere açılır.

O mü'min, bu nimetler içinde şu duayı yapar:

— AHahım, kıyametin olmasını çabuklaştır. Ehlime,

benim için olanlara kavuşayım.

Yukarıda geçen hal, bir mü'minin hali... Kâfirin ha¬li de şöyledir:

Kâfir dünyadan kopup âhirete yönelince, sert, şiddet¬li melekler başına iner... Giydikleri elbise ateştendir. Kat¬ran karası cübbeleri vardır. Onu böylece korkuturlar.

öldükten sonra, semadaki meleklerin hepsi ona lanet okur. Sema kapıları kapanır... Onlardan hiçbir kapı yok¬tur ki, ruhunun kendisinden geçmesini istesin. Hiçbir yer kabul etmek istemez... Netice, ruhu çıkıp gidince bir ya¬na bırakılır.

Durum Cenab-ı Hakk'a şöyle arzedilir:

— Ya Rabbi, falan kulunu ne yer kabul etmek isti¬

yor, ne de gök...

Şu hitab gelir:

— «Onu toprağa koyunuz... Biz sizi topraktan yarat¬

tık.» (Taha, 55).

Durum Cenab-ı Hakk'a arzedildikten sonra, sorgu su¬ali yapmak üzere gelen meleklerin gelişinden ayak ses¬lerini duyar.

Sorarlar:

— Rabbın kim, hangi dindensin... Peygamberin kim?..

Cevabı şu olur:

— Bilemiyorum...

— Şimdi Öğrenirsin...



ÖLÜM VE SONRASI

Denir... Bundan sonra ona kötü yüzlü ve pis kokulu biri gelir; giydiği de çok fenadır... Şöyle der:

— Allah'ın dargınlığını haber veriyorum... Devamlı

ve sızlatıcı azabını bildiriyorum.

O kâfir şöyle der:

— Allah bu haberi seninle gönderdi. Sen kimsin?..

Şu cevabı alır:

— Ben senin kötü amelinim. Senin için bildiğim, ma~

siyet işine koşman,'ibadet taat işine de tenbel davranman-

dır. İşin böyle olunca, Allah, sana bu cezayı verdi.

Bundan sonra basma, sağır, dilsiz, kör koca bir zeba¬ni dikilir. Elinde demir bir balyoz vardır. İnsan ve cin tayfası bir araya gelse o balyozu yerinden oynatamaz... Koca bir dağa vurulacak olsa, derhal kül eder.

O, kâfire bir defa vurur, ezer... Cesedi tekrar yerine gelir. İki gözünün arasına bir daha indirir. Bu vuruşun sesini, insan ve cin tayfası hariç, kürre-i arzda olanların hemen hepsi işitir.

Sonra şu emir verilir:

— Ona ateşten İki tabaka yatak serin... Cehennemden

bir pencere açın...

Haliyle ateşten iki tabaka yatak serilir ve Cehennem¬den bir pencere açılır.

Bir başka hadîs-i şerifte ise şöyle buyurulur:

— «Mü'min, kabrinde bir yeşillik sahadaki gibidir-

Kabri yedi kol boyu açılır. Ayın on dördü gibi bir aydın¬

lıkla kabri aydınlatılır.

— «Onun için dar geçit vardır...»



— Âyeti kimin için inmiştir bilir misiniz?..

— Allah ve Peygamberi bilir.

Denince şöyle buyurdu:

— «Kâfirin kabirdeki azabıdır. Ona doksan dokuz te¬

nin sataşır. Tenin'i bilir misiniz, nedir? O yılandır... O

doksan dokuz yılanın her birinin yedi başı vardır... Bun¬

lar o kâfirin vücudunu tırmalar, ısırır ve şişirirler... Ta

kıyamete kadar bu azap devam eder...»

Hz. Aişe r.a. rivayet ediyor:

— «Kabrin bir sıkıntısı ve darlığı vardır. Ondan kur-



398 EL-MÜRŞÎDÜ'L-EMÎN

tulup selâmete çıkacak kimse, olsa olsa Saad b. Muaz olur...»

Peygamber s.a. efendimiz, Hz. Ömer'e r.a. Münkir ve Nekir'i anlattığı zaman, şöyle sordu:

— Ya Resûlallah o zaman aklım başımda mıdır?

— «Evet, başındadır.»

Buyurunca, Hz. Ömer şöyle dedi:

— O halde onlara yeterim.

Bu son hadîs-i şeriften de anlaşıldığı gibi, ölümle akıl zail olmuyor... Bu durum, daha önce de anlatılmıştı.

SÛRA ÜFLENDİKTEN İTİBAREN ÖLENİN BAŞINA GELECEKLER

Buraya kadar anlattıklarımızdan, Ölümün güç halle¬rini, onun verdiği sarhoşluğu anlamış olmalısın. Son ne¬festeki tehlikeli halleri de bildiğini sanıyoruz. Sonra çe¬şitli böcekleri de anlatmıştık... Daha birçok şeyleri an¬lattık.

Münkir, Nekir ve onların soracağı sorular.

Bu sayılanlardan daha büyüğü, sûra üfleniş, kabir¬den kalkış, cebbar olan Allah'a arz... Artık eksik bütün işlerin hesabını vermek... Yapılan işlerin tartısını bilmek için, terazinin kurulması...

Daha sonra ince ve keskin köprüden geçiş... Sonra hüküm verileceği zaman ya şakavet, ya da saadetle ça-ğırümak...

Bu sayılanların hepsi güç ve sıkıcı hallerdir... Az da olsa hepsini bilmek gerekir^.. Sonra bunların hepsine can ü gönülden iman gerekir... Sonra kalbden bu işlere karşı hazırlığı temin yolunda bir halin doğması için, te¬fekkür gerekir.

İnsanların pek çoğu, âhiret gününe imanı samimî bir şekilde kalbine yerleştirmez. Bu hallere imanı, kalbinin özüne sığdırmayı arzu etmez; neden hazırlık yapmazlar? Belli ki imansızlıktan... Bunu anlamak için, kışın soğu¬ğuna, yazın sıcağına yaptıkları hazırlığa bakmak kâfi... Neden Cehennem'in sıcağına ve müthiş soğuğuna karşı hiç¬bir tedbir düşünmezler?





?_ 399

ÖLÜM VE SONRASI

Sûra üflenince neler olacağını bir âyet-i kerime bize şöyle anlatır:

— «Sûra üflenince, yerde ve gökte kim varsa hepsi ölür... Yalnız Allah'ın kalmasını istedikleri kalır. İkinci üfleııiste onlar birden kalkar ve bakarlar...» (Zümer, 68). Allah'ın emri ile o anda ölmeyenler şunlardır: Ceb¬rail, Mikâil, İsrafil ve Azrail...

Sonra Cenab-ı Hak, ölüm meleğine emir verir, sıra ile, Cebrail, İsrafil ve Mikâil'in ruhunu alır, ölürler. Son¬ra —Azrail'e— ölüm meleğine emreder o da ölür...

Bundan sonra üflenen sûrla cümle ölüler dirilir. Doğ¬ru mahşer yerine gidilir. Hepsi yalınayak, başı açık... Ve tere boğulmuştur... Herkes günahı kadar o meydana diki¬lir... Herkes .haline göre iğneden ipliğe sorguya çekilir... Daha sonra terazi ile, iyilik ve kötülükleri tartılır.

Bu arada hasımlar hakkını almaya çağırılır... Daha sonra sırata gidilir.

Sırat önünde yine sorgu olacağına inanmak gerek... Bunu da şu âyet-i kerime bize haber veriyor:

— «Onları Cehennem köprüsüne gÖtürünüz... Ve ora¬da durdurtunuz,.. Çünkü orada sorguya çekileceklerdir...» (Saffat, 23-24).

ŞEFAAT

Şefaat bilindiği gibi mü'minlerden azaba hak kaza¬nan bir kısımları içindir. Cenab-ı Hak bunlar için yapı¬lacak şefaati kabul eder.

Şefaat edecekler başta peygamberlerdir... Sonra ev¬liya... Daha sonra da âlimler... Bunlardan başka Allah katında itibar sahibi mü'minler de şefaatçi olur.

H A V Z

Havz'ı, Enes r.a. tarafından anlatılan şu hadîs-i şerif¬ten dinleyelim:

Şöyle anlatıyor:

— Bir ara Peygamber'e uyku gibi bir hal geldi. Ba¬

şını eğdi, daldı... Sonra gülerek başını kaldırdı... Ashap

şöyle sordu:

— Ya ResûlaUah niçin güldünüz?





400

EL-MÜRŞÎDÜ'L-EMÎN

Şu cevabı verdi:

— «Bana az Önce âyet nazil oldu.»

Sonra besmele çekti ve Kevser sûresini okuyup bi¬tirdi. Sonra şöyle sordu:

— «Kevser'i bilir misiniz, nedir?»

Bunun üzerine biz:

— Allah ve Resulü en iyi bilir.

Deyince şöyle buyurdu:

— «O bir ırmaktır. Rabbim bana onu vaad etti... Cen¬

nette bana hazırladı. O ırmağın üst kısmında Havz vardır.

Kıyamet günü ümmetim ondan içecektir. Onun çevresin¬

deki su bardakları, yıldızların sayısı kadardır.»

http://www.islamiforum.com/index.php?showtopic=26139

Yukarı Dön
 Yanıt Yaz Yanıt Yaz

Forum Atla Forum İzinleri Açılır Kutu Gör

Powered by Web Wiz Forums Free Express Edition
Copyright ©2001-2009 Web Wiz
Türkçe Çeviri Hakan Tekgöz

Bu Sayfa 0,063 Saniyede Yüklendi.