Gazali Net Ana Sayfa
Anasayfa Anasayfa > Gazali İle İlgili Güncel Haberler > Gazali ile ilgili güncel haberler
  Yeni Mesajlar Yeni Mesajlar
  Forum Yardım Forum Yardım  Forumu Ara   Kayıt Ol Kayıt Ol  Giriş Giriş

Prof Dr. Ethem CEBECİOĞLU ile söyleşi

 Yanıt Yaz Yanıt Yaz
Yazar
Mesaj / Okunmamış Mesajları Gör
sibel Açılır Kutu Gör
Kalfa
Kalfa


K.Tarihi: 28 Nisan 2010
Durumu: Aktif Değil
Gönderilenler: 189
Aktiflik
Seviye
Deneyim
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Alıntı sibel Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Konu: Prof Dr. Ethem CEBECİOĞLU ile söyleşi
    Gönderim Zamanı: 06 Mayıs 2010 Saat 15:00

Tasavvuf kelimesinin etimolojik geçmişinde neler var? Anlam dünyasına neler giriyor, hangi kökten, kökenden geliyor? Belli başlı tezleri özetler misiniz?

Tasavvuf kelimesinin nereden geldiği ve bu zümrenin niçin sufiyye ismiyle anıldığı konusunda çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bu konuda kaynaklarda yer alan bilgilere göre kelimenin etimolojik kökenine ilişkin şu kelimeler zikredilmiştir. Bu tür kimseler, kaba yün anlamına gelen suf giyindiklerinden, suf kelimesinden; yaşantıları efendimizin etrafındaki suffe ashabına benzediğinden dolayı Ashab-ı suffe'den, kendi gönüllerini saflaştırmakla uğraştıklarından dolayı saff kelimesinden türediği söylenmiştir. Yine sufilerin gönül hikmeti ile uğraşmalarından dolayı Yunanca hikmet anlamına gelen sofos-sophia kelimesinden, Allah katında ilk safta yer almalarından dolayı da saff-ı evvel kelimesinden türediğine ilişkin görüşler ileri sürülmüştür. Bu kelimeler arasında suf kelimesi, iştikak ve kronolojik uyuşma yanında sufilerin renksiz, kaba yünden yapılan yün elbiseyi giymeleri nedeniyle de diğerlerine tercih edilmiştir. Sufiler, bu giyim tarzlarını da Enes b. Malik'ten rivayet edilen şu hadise dayandırmışlardır. Enes b. Malik şöyle der: "Peygamber Efendimiz (a.s), bir köle bile olsa insanların davetine icabet eder, eşeğe biner ve yün elbise giyerdi." Sufiler de yün elbise giymeyi, Peygamberlerin elbisesi ve tevazu alameti olduğundan uygun görmüşlerdir. Beyaz renkli yün elbise giymeyi de sufiler hicri 3. asırdan itibaren teamül haline getirmişlerdir. Çeşitli görüşlere rağmen, bu konuda kesin olan husus şudur ki: hangi kökten türemiş olursa olsun "sufi" kelimesi bu zümreye malolmuş bir lakaptır. Sufilik yolunu benimseyene "sufi" onun takip ettiği yola da "tasavvuf" denmiştir.

Ayrıca sufiler dünya ile kalbi bağlarını kestikleri ve yurtlarını terk ederek diyar diyar dolaştıkları için "seyyahun/geziciler" ve "guraba/garipler"; az bir yemekle yetindikleri için "cu'iyye/aç duranlar" mal ve mülke rağbet etmedikleri için "fukara/fakirler", "derviş"; mağaralarda yalnız bir hayat yaşadıkların için "şikeftiyye" gibi isimler de verilmektedir.

Sufi ile kelamcının İlahi Hakikat'i anlama imkanları bakımından durumları nasıldır, kıyaslar mısınız?

Sufi ile kelamcı arasında arasındaki farkı her iki ilme de vukufiyeti ile bilinen Hüccetü'l-İslâm İmam Gazali'nin -ki İslam'ın sağlam delili ve savunucusu anlamındaki anılan bu vasıfları Gazali'nin İslam dünyasındaki müsellem vasıflarıdır-bu konuda yaptığı örnekli mukayese ile bu suale cevap verelim. Bilindiği gibi Gazali, kelam tarihinde kelamın ana mevzuuna "mevcud"u sokarak kelamın mevzuunun değişiminde rol oynayan önemli mütekellimlerden (kelamcılardan) kabul edilmektedir. Bu yüzden hem kelamcı hem de mutasavvıf kimliğini barındırması bakımından onun bu konudaki görüşleri son derece önem arz etmektedir. Gazali, sufi ile kelamcıyı kıyaslarken şöyle der: Sufi Hac için Kabe'yi görme arzusuyla belli bir hedefe doğru yola çıkan hac yolcusuna benzer. Mütekellim ise bu yolda hacıların güven ve emniyetini korumakla görevli güvenlik görevlilerine benzer. Gazali bu teşbihinde kelamın ana gayesine işaret etmektedir. Şöyle ki kelam, batıl fırkalar ve inkarcıların ileri sürdüğü aksi delillere karşı genel olarak söylemek gerekirse uluhiyet, nübüvvet ve ahirete ilişkin konularda onların bu delillerini çürütmek üzere ortaya çıkan bir İslami disiplindir. Tasavvufta ise bir şeyi başkalarına kabul ettirmeden önce onu kendi nefsinde yaşamak öncelikli gayedir. Ancak bunun kesin bir ayrım olmadığını da belirtmek gerekir. Şöyle ki tasavvuf tarihinde dini hususları önce kendi nefislerinde tahakkuk ettiren sufiler dinin tebliğinde de çok önemli roller icra etmişlerdir. Diğer bir ifadeyle cihad-ı ekberi başarıyla bitirenin cihad-ı asğarda başarılı olacağını savunmuştur sufiler.

Bu önceleme sufilerin hali, kale; eylemi bilgiye öncelemeleri ilkesini doğurmuştur.

Bu öncelemeden kaynaklandığı söylenebilecek bir diğer hususiyet de ilahi hakikatin doğasına ve mahiyetine ilişkin sufi ile kelamcı arasındaki ayrımdır. Genel olarak söylemek gerekirse sufi ile kelamcının bahsettiği 'ilahi hakikat'in aynı olmadığını söyleyebiliriz.

Kelamcı dinin herkese hitap eden formel yönü ile uğraştığından genelde bu herkese hitap eden kısmı üzerinde konuşur. Sufi ise dinde bir sarmalın olduğunu ele alınan her bir dini kavramda sufinin manevi durumuna göre böylesine bir derinlik ve yüzey farkı bulunduğunu belirtirler. Bir örnekle bu söylediğimizi açıklamak gerekirse; mesele tevhidin kelamcı için ifade ettiği anlam bellidir. Sufiler ise bunu kabul etmeleri yanında tevhidin kusudi, şuhudî, vücudî gibi mertebelerinden bahsederler.

Yine kelamcı ilahi hakikati anlama konusunda aklı ve dini nasları yeterli görürken sufi, eylem ve Allah ile muamelesinden doğan keşf ve irfan dedikleri diğer bir bilgi türünün hakikati anlamada işlevsel olduğunu kabul eder. Aklın dünyayı dizayn bakımından Mevlânâ'nın tabiriyle iyi bir dost ve kılavuz olmasına rağmen Allah ile muamelede ve aşk bahsinde çamura saplanan merkep misali olduğu kanaatinin sufilerce paylaşılan ortak kanaat olduğunu söyleyebiliriz

Dinin batıni yorumları hangi kökene dayanıyor? Efendimiz ve Hz. Ali'nin ariflerin sultanı oluşu bize ne ifade ediyor?

Zahirinden bağımsız tek başına dinin batınî yorumunun mutasavvıflar tarafından muteber kabul edilmediğini tasavvuf tarihindeki bir çok sufinin ve tasavvuf ekolünün beyanları doğrultusunda söyleyebiliriz. Batın bir şeyin zahirde, görünürde olmayan iç ve özdeki manasını ifade etmektedir. Zahirden yoksun bir batını sufiler tek kanatlı kuşa benzetmiş, zahir ve batının cem edilmesini zu'l-cenaheyn olarak yorumlamışlardır. Bilindiği gibi İslam tarihinde Batınılik uzun bir süre İslam dünyasında çeşitli suikast eylemlerinde de bulunan siyasi bir fırkanın adıdır. Gazali'den (ö. 1111) iki asır önce ortaya çıkan Batıniler'e en ciddi ilmi darbe kendisi de bir Batıni daisi tarafından öldürülen Selçuklu veziri Nizamülmülk'ün teşvikleriyle Gazali tarafından vurulmuştur. Mutasavvıflar tarafından zahirden yoksun bir batın; Mevlânâ'nın teşbihiyle kabuğu olmayan bir çekirdek misali muteber değildir. Efendimizin (s.a.v) de buna delil oluşturabilecek ölüm korkusundan kelime-i şehadet getiren sahabinin mazeretine 'Kalbini mi yarıp baktın' diye kınaması ve 'Bizler zevahire göre hüküm veririz. Sırları bilen ise Allah'tır' hadisleri de bu meyanda zikredilebilir.

 
Yukarı Dön
 Yanıt Yaz Yanıt Yaz

Forum Atla Forum İzinleri Açılır Kutu Gör

Powered by Web Wiz Forums Free Express Edition
Copyright ©2001-2009 Web Wiz
Türkçe Çeviri Hakan Tekgöz

Bu Sayfa 0,047 Saniyede Yüklendi.