Gazali Net Ana Sayfa
Anasayfa Anasayfa > Gazali'nin Fikirleri > Gazali'nin Fikirleri
  Yeni Mesajlar Yeni Mesajlar
  Forum Yardım Forum Yardım  Forumu Ara   Kayıt Ol Kayıt Ol  Giriş Giriş

GAZZÂLÎDE TEFEKKÜR VE HİKMET KAVRAMLARI

 Yanıt Yaz Yanıt Yaz
Yazar
Mesaj / Okunmamış Mesajları Gör
sibel Açılır Kutu Gör
Kalfa
Kalfa


K.Tarihi: 28 Nisan 2010
Durumu: Aktif Değil
Gönderilenler: 189
Aktiflik
Seviye
Deneyim
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Alıntı sibel Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Konu: GAZZÂLÎDE TEFEKKÜR VE HİKMET KAVRAMLARI
    Gönderim Zamanı: 10 Mayıs 2010 Saat 20:10

Cevdet KILIÇ*

     Giriş:

 

      Gazzâlî, hayatı boyunca dini merkezli  bir düşünme tarzı ortaya koymaya çalışmış,  İslâm düşünce ve kültürüne sokulmaya çalışılan yıkıcı akımlara karşı mücadele etmiştir. Doğu ve Batı düşünce dünyasına en az kendinden önceki filozoflar kadar tesiri bulunan Gazzâlî, İslâm âleminin yetiştirdiği önemli ve bir o kadar da parlak simalarından biridir. Özellikle, her türlü fikri kargaşalığın hüküm sürdüğü bir ictimai ortamda yetişmiş olması sebebiyle kendisini her şeyden önce iman problemiyle karşı karşıya bulmuştur. Bu nedenle döneminin kelamcılarını iman meselelerini savunmada ve İslâm’a yöneltilen çeşitli hücum ve tehlikelere karşı durmada yetersiz bulmuş ve onları eleştirmiştir.1

     Gazzali’nin şahsiyeti ele alındığında onun geçirmiş olduğu tefekkür safhaları, kesin çizgilerle ayrılması mümkün olmamakla beraber, sırasıyla önce Kelâma, sonra Felsefeye ve daha sonra da Tasavvufa yönelmiş olduğu noktasında odaklanmaktadır. Bu sıralamayı yaparken onun sadece eser verdiği sıralamayı göz önüne almadık, aynı zamanda fikri açıdan geçirdiği safhaları da göz önünde bulundurarak böyle bir sıralamaya gitmeyi uygun bulduk.

     Eserlerinde Aristo ve Eflatun gibi ilk çağ, Fârâbi ve İbn Sînâ gibi müslüman filozoflara yönelttiği tenkitlerle özgün İslâmi düşüncenin oluşması için sarfettiği çaba kayda değer bir niteliktedir. Ne var ki Gazzâlî’nin filozoflara yaptığı tenkitler, hücum niteliğinde anlaşılmış ve felsefeyi reddettiği noktasına çekilerek, felsefî düşünceye karşı olduğu zannedilmiştir.2  Bunun sonucu olarak kısım araştırmacı tarafından Gazzalî’yi “aklî ve ilmî faaliyetleri sekteye uğrattığı ve hür düşünceyi engellediği” gerekçesiyle eleştirmiştir. Müsteşriklerin bir kısmının da düşüncesi bu yönde olmakla beraber T.J. De Boer bu görüşe karşı çıkar ve  şunları söyler: “fakat bu iddiayı ne ilim ve nede düşünce tarihi teyid eder. Onun devrinden sonra da doğuda felsefenin yüzlerce öğreticisi ve binlerce talebesi vardır.”3

      Gazzali’nin Munkız’ı incelendiğinde günümüz ilim ve fikir dünyasına sunduğu çok önemli birkaç metotla karşılaşırız. Bunlardan biri, bilimler karşısında insanın tavrının ne olması gerektiği hakkındaki metodudur.

    “İlmi kelamı bitirdikten sonra felsefeye başladım. Şunu kesin olarak anladım ki bir ilme son haddine kadar vakıf olamayan kimse o ilimdeki bozukluğa vakıf olamaz. O derece vakıf olmalı ki, o ilimde en büyük alim sayılan kimseye eşit olmakla kalmayıp, onun derecesini geçmeli ve onun kavrayamadığı derin noktaları, gaileleri kavramalıdır.”4

İşte Gazzâlî ilmi bir tavır olarak, tenkit edilecek her hangi bir ilim dalının derinlemesine incelenmesi gerektiği hususunda önemli bir metodun altını çizmektedir. Çünkü bir ilme  tamamen vakıf olmadan onu kökünden reddetmek yanlıştır. Hakikat kimden gelirse gelsin alınmalıdır. Bu konuda Gazzâlî’nin serzenişi ise dikkat çekicidir.

         “Bir sözü onların büyük tanıdığı bir adama isnat etsen batıl dahi olsa hemen kabul ederler. Fena, değersiz bildikleri bir kimseye isnat etsen doğru da olsa reddederler. Daima hakkı adamla ölçerler, adamı haktan tanımazlar. Bu çok büyük bir dalalettir.5

     Gazzalî’nin genç yaşta dikkati çeken üstün zekası ve araştırıcılık ruhu, ona sınırsız bir düşünme ve araştırma cesareti vermişti. O bu hususu dile getirirken her konuya derinlemesine daldığını, her müşkülü yenmeğe çalıştığını, her fırkanın akidesini dikkatle araştırıp sırlarını keşfe uğraştığını söylemekteydi. Bunu yaparken filozofun felsefesini, kelamcının sözünün ve mücadelesinin gayesini, sûfînin iç temizliğinin sırrını öğrenmeye gayret ettiğini ve bunları kitap ve sünnet çerçevesinde değerlendirdiğini ifade etmekteydi. Böylece yakinî bilginin yollarını arayan Gazzalî, aynı zamanda çeşitli ilim dallarında derinlemesine bilgi sahibi olmaktaydı. Fakat yine de bu durum onu tatmin etmiyor içindeki şüpheyi yenemiyordu. İki seneye yakın bir süre felsefi ilimleri derinliğine araştırmış, bir yıl da bu konular üzerinde düşünmüştür. Daha sonra filozofların fikirlerinin kitap ve sünnete uymayan yönlerini ortaya koyarak  halkı bunların kötü tesirinden korumak için kitaplar yazmaya başlamıştır. Onun felsefi düşünce karşısında ortaya koyduğu tavrın iki önemli hedefi olduğu ortaya çıkmaktadır. Birincisi, felsefî olup, nazari aklın yetersizliğini ortaya koyarak akla dayanan felsefi bilginin yakınî bilgiyi temin edemeyeceği hususudur. Çünkü onun felsefesinde yakîni bilginin değeri, felsefi bilginin değerinden daha üstündü.6 Bu da onun nasıl bir felsefi bilgiye cephe aldığını ortaya koymaktadır. Böylece felsefi düşünceyi geniş kitlelere yayan ve belirli bir felsefi seviye kazandırmayı başaran Gazzalî, felsefi düşüncede neyin alınıp neyin atılacağının metodunu da göstermiş oluyordu.   İkincisi ise, İslâm’a zarar verebilecek tehlikeli görüşlere karşı savunulması yanı vardı. bu nedenle halkın bu gibi fikirlere kapılıp imanlarını kaybetme endişesinden dolayı pek çok eser kaleme almıştır.7

     Nizamiye Medresesinde kelam müderrisliği yaptığı yıllarda geçirmiş olduğu şüphe ve iç bunalım sonucu meslek hayatını ve ailesini terk ederek Şam, Kudüs, İskenderiyye ve Kahire’yi dolaşıp oradan Mekke ve Medine’ye ulaşmıştır. Yaşadığı bu fırtınalı süreç esnasında, özellikle Nizamiye Medresesindeki tedrisini terk edip seyahate çıktıktan sonra tamamıyla tasavvufa yönelmiş ve hemen hemen bütünüyle tasavvufi eserler vermeğe başlamıştır. Onun kendi döneminde sünnî düşüncede bile soğuk tavırlarla uzak durulan tasavvufa karşı, tekrar yakın ve sıcak ilişki kurulmasına büyük katkısı olmuştur. Çünkü eserlerinin büyük bir kısmında ele aldığı marifet konusu, sezgiyi de bilginin yollarından biri olarak kabul etmesi ve bilginin değeri konusundaki tasavvufi yorumları onun daha çok ilgiyle izlenmesine yol açmıştır.8 Onun artık bundan sonraki hayatında yapmaya çalıştığı, tasavvufu müslümanların  düşünce dünyasında meşrulaştırmak ve yüceltmek olmuştur. Bu konuda da büyük ölçüde amacına ulaşan Gazzâlî, tasavvufi fikirlerin ve hayatın İslâm’a uygun olduğunu gösterme çabasına girmiş, yaptığı yorumlarla şeriatı tasavvufa yaklaştırmıştır. Bilindiği gibi kendisinden kısa bir süre önce aynı bölgede yaşayan Abdülkerim el Kuşeyrî (986-1072) de meşhur eseri er-Risâle’sinde tasavvuf alanında yaşanan olumsuzluklar yüzünden gerçek sufîliğin kaybolmaya yüz tuttuğunu belirtmiş, bu nedenle sufileri şeriata uymaya  çağırarak tasavvufla şeriatı birbirine yaklaştırmak için çaba harcamıştır.9 Gazzâlî’nin yaptığı hizmeti dile getiren Nicholson şu ifadelere yer vermektedir:

         “Bugünkü şekliyle sünnilik, bir sufi olan Gazzâlî’ye çok şey borçludur. Onun eseri ve sûfîyane örnekliği sayesinde İslâm’ın Tasavvufî yorumu, hiç de küçümsenmeyecek derecede akıl ve naklın iddialarıyla hemahenk kılınmıştır. Fakat işte bundan dolayı Gazzâlî, sûfûliğin esasta ne olduğunu bilmek isteyenler için katıksız sûfûlerden daha az değerli değildir.”10

      Gazzâlî’nin düşünce sisteminde Tefekkür kavramının önemli bir yeri vardır. Onun fikirlerinde tefekkür deyince, bu kavramın bilgi ve aksiyon boyutu karşımıza çıkar. Evvela tefekkür, Gazzâlî'nin düşünce sisteminde bilgi fenomeninin bir unsurudur. Aynı zamanda tefekkürün, hikmet ve metafizikle de yakın ilişkisi mevcuttur. Gazzalî Allah’ın mutlaklığı ve aşkınlığı konusunu incelerken, tefekkür ve hikmet kavramlarını çok kullanmıştır. Aynı zamanda, Allah’ın varlığını nizam ve gaye delili çerçevesinde ispatlama yönünde, öncelikle O’nun yarattığı varlıklar üzerinde düşünmek ve yaratılışlarındaki hikmeti anlamak gerektiği üzerinde durur. Kur’anî bir çizgide tefekkür ve hikmet konusuna eğilen Gazzâlî, bu iki kavramı iç içe kullanarak, bir yandan  bilgi fenomeni olarak ele alırken, diğer yandan metafizik boyutunu da önemle vurgulamıştır.11  
 

  1. Tefekkür Kavramı ve Fazileti

     Akıl sahibi varlık olan insana hitab eden Kur'an-ı Kerim, tefekküre çok büyük önem vermiştir. Düşünmeyen, aklını ve kalbini kullanmayan gafillerin varlıklar içinde en aşağı derecede olanlarla bir kabul edilmektedir.12 Kur'an-ı Kerim’de tefekkür kavramı,  tedebbür, tezekkür, akletme ve nazar etme  gibi kavramlarla eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Bir hususta görüş ileri sürmek ve aklı kullanmak gibi bir manaya gelen tefekkür13 ve yakın anlamları olan diğer kavramlar ile ilgili ayetler Kur'an-ı Kerim’de bir hayli fazladır. Bir fikir vermesi açısından zikredecek olursak, Tefekkür 18, Nazar ve müştakları 128, Tedebbür 4, Ulü’l-elbâb 16, akıl ve müştakları 49, ilim ve müştakları ise yüzlerce yerde geçmektedir. Yine bir fikir vermesi açısından fıkıh ve İslâm hukuku ile ilgili açık ayetlerin 150 civarında olduğu Kur'an-ı Kerim’de, ilim ve düşünceyi teşvik eden ayetlerin 750 yi geçmesi gerçekten düşünen insanlar için önemli bir ipucu olarak karşımızda durmaktadır.14

     Hz. Peygamber’in hadisleri ise, tefekkürün önemini daha da artırmaktadır.15 Ayrıca ilk Kur'an-ı Kerim müfessiri olarak Hz. Peygamber, akıl, tefekkür ve muhakemeye büyük önem vermiştir. Bilindiği gibi Kur'an-ı Kerim’in manasını insanlara anlatırken azar azar ve anlama kabiliyet ve kapasitelerine göre açıklayıp anlatmıştır. 

     Kur'an-ı Kerim, tefekkürü iki önemli noktaya yöneltmektedir. Birincisi; bizzat Kur'an-ı Kerim üzerinde tefekkür, ikincisi; başka varlıklar üzerinde tefekkürdür.

     Kur'an-ı Kerim üzerinde tefekkür;  Kur'an-ı Kerim’in ifadesiyle onu doğru olarak anlamak, ondan yararlanmak, gösterdiği yoldan gitmek demektir.16

     Başka varlıklar üzerinde tefekkür konusunda, Kur'an-ı Kerim; Allah’ın yoktan var ettiği hiçbir şeyi boşuna yaratmadığını,17 yaratılanların mutlaka bir sebep ve hikmete mebnî olarak yaratıldığını,18 canlı ve cansız bir çok varlığın insanın hizmetine ve onun emrine verildiğini ifade etmektedir.19 Burada Gazzalî’nin de ifade ettiği gibi Allah’ın yarattıkları üzerinde düşünmek ve hikmetini ortaya koymak gerektiği anlaşılmaktadır. 

     Gazzâlî, tefekkürün iki önemli hususiyeti üzerinde durmaktadır: Biri; Allah’ın zatı hakkında düşünmenin caiz olmadığı, diğeri; Bir saat tefekkürün bir sene ibadetten hayırlı olduğudur.

      Gazzâlî, İhya-u Ulûmi’d-Din isimli eserinin son bölümü olan “Münciyat” bölümünde Tefekkür Kitabı,20 ismiyle ayrı bir bölüm açıp tefekkürün fazileti”, “tefekkürün hakikati ve meyvesi”, “tefekkürün mecraları” ve “Allah’ın Mahluku hakkında Nasıl Düşünülür?” isimli başlıklarla toplam dört ana konu üzerinde durmuştur. Ayrıca müstakil olarak kaleme aldığı “el Hikmetu Fi Mahlukatillâhi Azze ve Celle” isimli müstakil eserinde Allah’ın yarattığı varlıklar üzerinde hikmetini tefekkür etmek gerektiğini belirtmiştir.21

      Gazzâlî’nin düşünce sisteminde Hikmet ve Tefekkür kavramları iç içedir ve bu iki kavram arasında çok yakın bir ilişki vardır. Bu nedenle bazen bu kavramların birbirinin yerine kullanıldığı farkedilir. Gazzalî’nin eserlerinde hikmet tefekkürü, tefekkür de hikmeti kapsamakta ve ayrılmaz bir bütün olarak karşımıza çıkmaktadır. Hikmetin ilk şartı düşünmedir. Bu da temiz bir kalp ve temiz bir akıl ile olur. Allah’ın verdiği aklı şehvani arzuların peşinde kullananlar, ne kendi iç dünyalarındaki ilhamları ne de dış dünyadaki olup biten ibretli sahneleri düşünüp anlayamazlar, kavrayamazlar.22 Hikmetsiz tefekkürün manası ve faydası yoktur. Tefekkür ise, zaten insan zihnini ister istemez varlığın hikmetini kavramaya götürür. Yani kısaca, tefekkür hikmete, hikmet de insanı düşünce, söz ve amelinde isabetli karalar verip uygulamaya götürür.23

      Gazzâlî, Nahl suresi; “Ey Muhammed! Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış...”24 ayetinin açıklarken, hikmetin: “Eşyayı yerli yerine koymaktır” diye tanımını yaparak, bundan kastın, şüpheyi giderici, açık, doğru söz olduğunu ifade etmektedir.25

     Gazzâlî hikmeti bir başka yönüyle de, şükrün edası olarak ele alır. Allah’a karşı şükür, Allah’ın nimetlerini O’nun sevdiği yerlerde kullanmaktır. Bunun iki yolu vardır. Birincisi kulak, ikincisi, kalptir. Bu ikincisinin manası, eşyaya ibret gözüyle bakmak demektir. Onun her yarattığı mevcudatta Allah’ın hikmetini idrak etmektir. Zira Allah âlemde her ne ki yaratmıştır onda bir hikmet vardır, o hikmetin altında bir maksat vardır, o maksatta Allah’ın sevdiğidir.26 

      Kainatta Allah’ın yarattığı her türlü mahlukatı, yerli yerinde kullanmamak, hikmete aykırı hareket etmek olur. Çünkü, insana verilen tüm nimetlerin yaratılışındaki gaye, insanoğlunun Allah’a varmak hususunda onlardan yardım görmesi içindir.27   Gazzâlî tefekkür konusunda insanların anlayışlarının yanlış olduğunu ve düşünmenin yollarından habersiz olduklarını ifade eder. O, bu durumu şu tespitlerle dile getirir.

   Cenab-ı Hak kitabında çokça düşünce, ibret alma, bakma ve fikre insanlar teşvik edilmiştir. Şu bir aşikârdır ki, düşünme, nurların anahtarı, basiretin başlangıcı ilimlerin ağı, marifet ve anlayışların tuzağıdır. İnsanların çoğu düşüncenin fazilet ve rütbesini bildiler. Fakat onun hakikatini, meyvesini, kaynağını, varacağı noktayı, mecrasını, yolunu, keyfiyetini bilmediler. Nasıl düşünüleceğini, nerede ve niçin düşünüleceğini, düşünceden ne kastedildiğini bilmediler. Düşünce, acaba zatı için mi olacaktır, yoksa  düşünceden elde edilen bir meyve için mi kastediliyor? Eğer bir meyve içinse acaba o meyve nedir? Acaba ilimlerden midir yoksa hallerden midir?”28   

     Âl-i İmrân  suresinde geçen:“O kimseler ki, ayakta iken, otururken ve yatarken daima Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında Allah’ın varlığını ispat için iyice düşünürler ve şöyle derler: Ey Rabbimiz sen bunları boşuna yaratmadın!...” ayetinden yola çıkarak29 pek çok hadis, sahabi sözü ve İslâm büyüklerinin menkıbeleriyle tefekkürün fazileti hakkında bilgi veren Gazzâlî, özellikle Allah’ın zatı hakkında tefekkürün caiz olmadığı hususu üzerinde önemle durur.

     Özellikle Âl-i İmrân  suresinin yukarıda geçen ayeti üzerinde düşünmeyle ilgili Hz. Peygamber’den verdiği bir misalle tefekkürün önemi üzerinde daha çok durmuştur: “Azab o kimsiye olsun ki, bu ayeti okudu ve manasını düşünmedi.”30 Bu hadisin manası Evzaî’den sorulmuş ve cevabında, bu ayetleri okuyacak ve ayetlerde geçen nesneleri düşünecektir demiştir.31

     Yine Gazzalî, Tefekkür konusundaki açıklamalarını sürdürürken, şu bilgilere yer vermiştir. Hz. İsa’ya havariler; Ey Allah’tan gelen Ruh, “Bugün yeryüzünde senin gibi kimse var mı?” Hz. İsa; “Evet, kim ki, konuşması zikir, susuşu fikir, bakışı ibret ise, o benim gibidir diye cevap vermiştir.”

     Hasan Basri’den naklen;“Kim ki, konuşması hikmet değilse onun konuşması boştur. Kim ki susuşu düşünce değilse onun susuşu unutkanlıktır. Kim ki bakışı ibret değilse onun bakışı fuzûliliktir.32

     Gazzâlî tefekkürün diğer kavramlarla ilişkisini kurmaya çalışırken iki öncülden hareket ederek neticeye varmayı hedeflemektedir. Bu öncüllere bakıldığında Gazzalî’nin insan düşüncesini kendi iç dünyasına yönelttiği anlaşılmaktadır. Bu öncüllerin ilki; Daha baki olan seçilmeye daha evladır. İkincisi; Ahiret, dünyadan daha bakidir, dolayısıyla ahireti seçmek daha doğru bir yoldur. Sonuç: Ahiretin dünyaya tercih edilmesi daha iyidir. Bu sonuca varılabilmesi ilk iki öncülün bilinmesinden geçer. Bu iki öncülün kalpte zuhur etmesi vasıtasıyla tefekkür, tedebbür, tezekkür ve teemmül hasıl olur.

     Gazzâlî’ye göre tedebbür teemmül ve tefekkür aynı manalara gelen eş kavramlardır. Tezekkür, itibar ve nazar kavramlarının ise, yüklendiği manalar değişiktir. Nazar birinci öncüle, tefekkür ikinci öncüle dayanır. Bu iki öncülden hareketle sonucu istemeyen bir kimseye nazır adı verilmez. Öyleyse Gazzalî’nin düşüncesine göre, her mütefekkir mütezekkirdir, ancak her mütezekkir mütefekkir değildir.

      Tefekkür ve tezekkür birbirinden farklı olup etkileri de değişiktir. Tezekkürün insana faydası, kalpte yerleşip silinmesin diye kalbin üzerinde marifetleri tekrar etmektir. Tefekkürün faydası ise, mevcut olmayan bir marifeti celp edip ilmi çoğaltmaktır.33

       Tefekkürün meyvesinin ilimler, haller ve ameller olduğunu ifade eden Gazzâlî, ilmin tefekkürün özel meyvesi olduğunu belirtir. Gazzâlî’ye göre İlmin kalple ilişkisi ise başka bir şeydir. Şöyle ki; ilim kalbe gelince kalp değişir, kalp değişince azalar ve azaların davranışları da  değişir. Böylece davranışlar kalbe gelen hallere, hal de ilme, ilim de tefekküre tabi olup aralarında bir zincirin halkaları gibi bir ilişki vardır. O halde tefekkür bütün hayırların anahtarıdır.34

      Gazzâlî'ye göre tefekkür, zikirden ve azaların yapacak olduğu bütün amellerden daha üstündür. Onun bu kanaate, “Bir saatlik tefekkür bir yıllık ibadetten hayırlıdır” hadisine dayanarak vardığını düşünmekteyiz. Tefekkür sayesinde insan çirkinliklerden sevilen şeylere rağbete, harislikten zahidliğe, kanaate, müşahede ve takvaya  götüren bir yola girmiş olur.

     Kalp, tefekkür merhalesinin başlangıç noktasına gelmeden evvelki halinde, dünyayı sevmek, ona meyletmek ve ahiretten kaçmak veya ona çok az meyletmek  gibi halleri bulunmaktaydı. Ancak tefekkürle birlikte bu istekler ve meyiller de değişmiştir. Böylece tefekkürün meyvesi ortaya çıkmıştır. O da dünyadan yüz çevirip ahirete meyil ve ahiret amellerine yönelmektir. Bunlar beş mertebede gerçekleşir.

     1-Tezekkür merhalesi; İki marifeti kalpte hazır bulundurmak (dünyanın geçiciliği ve ahiretin ebediliği düşüncesi).

     2-Tefekkür mertebesi; kalpte hazır bulundurulan iki marifetin sonucunun taleb edilmesi (ahiret seçilmeye daha evladır).

    3-İstenilen marifetin varlığı ve kalbi nurlandırması.

     5-Marifet nurunun kalpte değişiklikler meydana getirmesi ve eski vaziyetinin değişmesi.

    5-Azaların kalpte meydana gelen hallere göre davranması.35 
     
     
     
     
     

    2- Tefekkür  Bilgi İlişkisi 

     Her çeşit bilgi fenomeninde birbirinden ayrılması mümkün olmayan biri bilen, diğeri de bilinen şey olmak üzere daima iki tarafın varlığı söz konusudur. Bilindiği gibi bütün bilgiler bu iki unsura ve bunlar arasındaki aktlara dayanır.36 Özne bilginin yapıcısı ve taşıyıcısıdır. Buna göre dışsal olanın karşısında içsel bir yapı olan bilinçliliği ifade ettiği gibi, bilinçli varlığı, başkalarından ayıran kendinde bilme gücü taşıyan kendisini, kendisi olmayan (ben) in karşısında bulan nesneye bilme amacıyla yönelen insan anlaşılmaktadır.37 Jaspers’in deyimiyle özne, dünyanın kendisine göründüğü gözdür.38 Nesne ise, önümüzde olup biten, düşünüp taşındığımız, görünüş yada görüş halinde sahip olduğumuz, karşımızda bulduğumuz, arzu ve düşüncemize bağlı olmaksızın belli bir nitelik ile arz olunan kendi başına ayakta duran şeydir.39 Nesneye öznenin ilgisiz kalması mümkün değildir. Onu kavramak istediği andan itibaren, aralarında ister istemez bir ilişki kurulmuştur.40

     Gazzâlî, bilen taraf olarak suje’yi; akıl, kalp, nefs, ruh gibi tanımlamalarla ifade etmeye çalışmaktadır. Ancak bu varlıklar bir bütünlük içerisinde ele alındığında insanın konu edildiği ortaya çıkmaktadır. Bilinen taraf veya bilinmek istenen taraf ise sujeden ayrı, onun karşısına konan ve bilgiye konu olan şeyi göstermektedir. Gazzâlî’ye göre etrafımızdaki nesneler dünyasını bir konuda birbirleriyle ortak, başka konularda ise, tamamıyla farklı durumda olduklarını görürüz. Canlı varlıklar üç boyutlu cisim olma özelliklerini taşımada birbirleriyle aynı iken, sözgelimi algı ve hareket konusunda farklı oldukları gözden kaçmamaktadır. Eğer bu varlıklar sadece cisim olma özelliklerini korusalardı, o zaman canlılar arasında fark olmamalıydı. O halde bunları ortak noktada buluşturan bir başka fenomen mevcuttur. Bu ise nefstir. Bitkisel cisimlere bakıldığında onların kendilerine ait farklı özellikleri olduğu ortaya çıkar. Mesela; beslenme, gelişme, yerine nesiller bırakma gibi hususlar bitkisel varlıkların özelliklerini oluştururken, diğer canlılara bakıldığında bitkilerin özelliklerine ilaveten duyum sahibi olup iradeleriyle hareket ettiklerine şahit olunur. İnsana bakıldığında ise, bütün bu özelliklere ilave olarak duyumdan farklı şeyleri kavradığını görürüz. Yani insan  hem tek tek nesneleri, hem de tümel anlamları kavramaktadır.41

     Gazzâlî’ye göre, nesnelerle kurulan bağlantı üç ögeyi içerir. Bağlantıyı yapan özne, kendisiyle bağlantı kurulan nesne ve bu ikisi arasındaki bağlantının ürünü olan bilgidir. Gazzâlî'nin ifadesiyle bilginin ilk ögesi olan özne, kendi belirlenimini yapmış durumdadır. Bu belirlenim nesneyi her hangi bir şekilde bilme eylemidir. Öznenin konumu, bir nesneyle bağlantı kurma ve nesnenin örneğini almadır. Gazzâlî'ye göre özne, kalp, nefs, ruh, akıl gibi varlıklardır. Her bir terimin çeşitli disiplinlerde ayrı yeri ve anlamı olsa da bilgi söz konusu olduğunda aynı anlamı ifade ettikleri için, bu terimler birbirlerinin yerine   de kullanılırlar. Bu anlam insanın, bilen, algılayan, tanıyan, kuşatan, tasarımlayan, bir varlık olduğunu ifade eder.42 Gazzâlî, İhya’da “Nefs, Ruh, Kalb, ve Aklın Manaları ve Bu Terimlerle Amaçlanan Hakikatlar” başlığını açarak geniş açıklamalarda bulunur.43

     Gazzâlî’ye göre bilginin konusu olan nesne varlıktır. Varlıktan hiçbir şekilde şüphe edilmediği gibi, varlıktan daha genel başka bir şey yoktur.44 Ona göre varlık, on ayrı kategoride ifade edilebilir. Bunlar Aristo zamanından beri bilinen kategorilerdir. Gazzâlî bunları şu şekilde sıralar: Cevher, nicelik, nitelik, görelilik, mekan, zaman, konum, iyelik, etki ve edilgi.45 

     Burada Gazzâlî’nin bilgi anlayışını derinlemesine ele almadan ziyade obje-nesne ilişkisi içerisinde düşünme aktını tefekkür  boyutuyla ele almaya çalışacağız. Gazzâlî nesneyi, önce cevher ve araz diye ikiye ayırmakta, cevheri uzamlı ve uzamsız diye değerlendirmektedir. Cevherleri de mürekkep olanlar ve olmayanlar diye ele almaktadır. Mürekkep olanlara cisim,  mürekkep olmayıp varlıkları cisimlere bağlı olanlara araz ismini vermektedir.46

     Gazzâlî nesneleri, duyulur nesneler ve düşünülür nesneler diye ikiye ayırmaktadır. Duyulur nesneler, duyunun algılamasıyla ilgili olarak, bir duyu tarafından kavranan nesnelerdir. Bu nesneler belli bir şekilde belirlenmiş, duyularla algılanan evrenin tamamı olup, bireyselliklerinde birbirleriyle ortak değillerdir.47 Duyulur nesne, belli bir nicelik ve belli bir nitelikle sonlu olduğu için zaman ve mekan içinde yer alır.

      Düşünülür nesnelere gelince; Tanrı’yı bu kategoriden saymakla birlikte, Tanrı dışındaki düşünülür diye nitelediği nesneleri ele alır. Bu nesnelere Gazzâlî, ruhsal dünya (el Âlemu’r-Ruhânî),  yüce dünya (el Âlemu’l-Ulvî),  görünmeyen dünya (el Âlemu’l-Gayb), akılsal dünya (el Âlemu’l-Aklî),  genel durumlar (el Umuru’l-Âmme),  tümeller (el-Külliyyat) gibi isimler kullanır.48

      Düşünülür nesneler ile duyulur nesneler arasında bir ilişkinin var olduğunu söyleyen Gazzâlî, düşünülür nesnelerin, duyulur nesnelerin ilk örneği ve varlıksal bakımından onların ilkesi gibi olduğunu söyler. Bu iki nesne arasındaki ilişki, kişi ile gölgesi, neden ile sonuç arasındaki ilişki  gibi bir ilişkiye benzetilebilir.49

     Gazzâlî özne ile nesne arasındaki bilgi aktlarını algı, düşünme, anlama ve açıklama aktları olarak dört kategoride açıklar.50 Gazzâlî’ye göre algı aktı, Fârâbi ve İbn Sînâ gibi kendinden önceki filozofların da ifade ettikleri gibi bir tür soyutlama olup, alanı duyulardır.51 Düşünme aktı ise; inançta hak ve batılı, ifadelerde doğru ve yanlışı, davranışlarda iyi ve çirkin olanı ayırd etme, gülme ve ağlama gibi insana ait sanatları ortaya koyma oluş ve bozuluşa tabi durumlarla ilgili yasaları tespit etme eylemlerin ilkesini ortaya koyar. 52 Aynı zamanda, yazı ve süslemecilik gibi sanat alanlarında bir takım eserler üretme, nesnelerle ilgili olarak çıkarımda bulunma, nesnelerin mahiyetine dair bilgi edinme, felsefe, kesin bilgi, eşyanın gerçekliğini kuşatma ve eşyayı olduğu üzere tanıma, bütün varlığı bilgi ile kuşatma, bilgi ve celal ile diğer yaratılmışların önüne geçme, arzu ve öfkesine boyun eğmekten bağımsız olma, arzuları, iffet kanaat, zühd gibi belli bir dengede tutma, insanın kendini ve çeşitli niteliklerini bilmesi, algı aktında verilen nesnelere yeniden dönme veya hatırlama, hafızadaki biçim ve anlamlardan yeni ürünler ortaya koyma veya hayal ve benzeri gibi melekeler elde eder.53

      Gazzâlî, bilgi meselesinde zaman zaman nefs veya kalbin fonksiyonu üzerinde de durarak makulleri elde etmek için fikir gücünün (tefekkür) önemi üzerinde durur. Vasıtasız elde edilen bilginin en makul ve en şerefli bilgi olduğunu söyleyen Gazzâlî,54 rabbânî öğrenme yollarından biri olarak gördüğü tefekkürü er-Risaletu’l-Ledünniyye isimli eserinde; “Nefsin külli nefsten istifade etmesidir55 diye tarif eder. Bunun sebebini de şöyle açıklar: “Çünkü külli nefs, bütün alim ve düşünürlerden daha çok tesir eder ve daha çabuk öğretir. Düşünce kapısı nefse açılınca, nefis, düşünmenin ve sezgi ile istenene ulaşmanın keyfiyetini bilir.”56        

      Görüldüğü gibi düşünme aktı insan bilgisini kuşatır ve hayatının hemen hemen her alanında kendini gösterir. Bu da gösteriyor ki düşünme aktı, bilgi aktları içerisinde alanı itibarı ile en geniş alan olup, zorunlu ve imkansız alanlarda da kendini gösterdiğinden dolayı her hangi bir sınırlamaya tabi olmaz. Bu nedenle düşünme aktı sadece zaman ve mekanla sınırlanan nesneleri düşünmekle kalmaz, zamansız ve mekansız nesneler alanına da nüfuz etmektedir.57

      Gazzalî’ye göre düşünmenin birbirinden farklı biçimleri vardır. Düşünme; maddeden her yönüyle soyut olan düşünülürü kavradığında akletme (taakkul),58 zihnin duruluğundan ve gücünden dolayı nesnelere dair bir ilişkiyi, fikir ve nazara ihtiyaç duymadan ortaya çıkarırsa sezgi (hads),59 bilinen bir konudan başka bir konuyu bilmeye geçiş olduğunda düşünme (tefekkür),60 hafızadaki tikel manaları çok kısa sürede hazır hale getirme ise hatırlama, serbest hali üzere işlerse hayal, algı aktında verilenleri yeniden canlandırma olursa tahayyül veya tasavvur adını alır.61

      Sonuç olarak Gazzâlî’nin düşünce sisteminde düşünme tefekkür veya tedebbür, bilginin özne ile nesne arasındaki aktlardan biridir. Dolayısıyla bilgiyi elde etmede en geniş kapsamlı alanı olan bir akt olup hem duyulur dünyayı hem de düşünülür dünyayı kapsayan geniş ve sınırsız bir alanı vardır. Bu alanda düşünme aktı, objenin sanattan edebiyata, siyasetten ahlaka kadar sayılamayacak pek çok teorik ve pratik alanda faaliyet sahasını kapsamaktadır. 

    3- Tefekkürün Boyutları 

     Gazzâlî’ye göre tefekkür,  dinin  emriyle ilgili olduğu gibi dinin emri olmayan şeylerle ilgili olabilmektedir.

     Dini olan tefekkürde metod, üç ana merhalede gerçekleşir.

     Birincisi; İnsanın kendi nefsiyle muhasebesi diyebileceğimiz ve  davranışlarını ilgilendiren durumların Allah’ın katında sevilip sevilmediği hususundaki tefekkürüdür.

      İkincisi; Allahıyla ilgili tefekkürü olup,insan, Allah’ın zat, sıfat, esma ve ef’alini tefekkürdür.

     Üçüncüsü; Yaratılan varlıklar, mülk, meleküt, gökler, yer ve aralarındaki bütün nesneler hakkındaki tefekkürdür.62  

     a- Tefekkürün Nefis Muhasebesi Boyutu: 

     Tefekkürün nefis muhasebesi boyutuyla ilgili yönünde Gazzâlî'nin düşünceleri tamamiyle dinin emir ve yasakları ile insan davranışları arasındaki ilişkiye dayanmaktadır.

Gazzâlî'ye göre insan , bu konuda şu dört hususta tefekküre dalmalıdır. 1- Taatlar, 2- Günahlar, 3- Helak edici sıfatlar, 4- Kurtarıcı sıfatlar.

      1- Günahlar; insan, azalarını her gün teftiş etmelidir. Diline bakarak, yalan, gıybet, alay, nefsini tezkiye, tartışma, mizah, malayânî gibi konularda her hangi bir şey yapıp yapmadığı hususunda tefekküre dalmalı, şayet böyle bir şey vuku buldu ise hemen telafi yoluna gitmelidir. Sonra kulağını düşünecektir. Kulak verdiği şeyler gıybet, yalan, lehv ve bid’at mıdır değil midir? Sonra karnını düşünecektir. Yediklerini helâlinden mi yiyip içtiğini, helâlinden de olsa çok mu yoksa az mı yediğini tefekkür etmelidir.

  1. Taatlar; insan evvela farz ibadetlerini tefekkür etmelidir. Onları zamanında eda

edip etmediği veya eksiksiz yerine getirip getirmediği hususunda  düşünecektir. Sonra azalarına yönelecek ve gözüyle kainata bakacaktır. Onun bakışı bir ibret nazarı olacaktır ve  gözüyle Kur’an ve sünnetin mütalâsıyla meşgul olacak, onları tefekkür edecektir. Kulak, kalpleri Allah aşkıyla dolu insanların okudukları Kur’an’ı  ve anlattıkları güzel şeyleri dinlemekle meşgul olacaktır. Dil, insanlara hayrı söylemek için kullanılacaktır. İnsanların gönlünü almak ve sevindirmek için tatlı söz söyleyecektir. Ve bunları yapmanın yollarını tefekkür edecektir. Mal hakkında da tefekküre dalacaktır. Ben şu veya şu malımı falanca fakire tasadduk edebilirim diye düşünecektir. Bunu yaparken, Allah verdiğimden kat kat fazlasını bana verecektir diye düşünmeyi de ihmal etmeyecektir.

     3- Merkezi Kalp Olan Helâk edici Sıfatlar Hakkında Tefekkür; Şehvet, öfke, cimrilik böbürlenme, kendini beğenme, riya, hased, su-i zan,  gaflet, gurur ve diğer kötü sıfatlar.İnsan kalbinde bu kötü sıfatları araştıracaktır.63 Eğer kalbi bunlardan uzak ise, o zaman nefsini deneyecektir. Burada Gazzâlî'nin tavrı,insan  çarşıdan odun sırtlayıp gezecektir diye bir yol da önermektedir.

     4- Kurtarıcılar Üzerinde Tefekkür; Tevbe, günahlar üzerinde pişmanlık duymak, belalara sabır, ni’metlere karşı şükür, korku, ümid, dünyada zahid olmak, taatlarda doğruluk ve ihlas, Allah'a muhabbet ve tazim, fiillerine rıza göstermek, ona karşı iştiyaklı olmak, huşu’, tevazu’ üzerinde tefekkürdür.64       

     b- Tefekkürün Allah Boyutu: 

     Allah’ın celâli, azameti ve kibriyası hakkında düşünmektir. Bu tefekkür çeşidi iki türlüdür. Birincisi, en yüce makam olan zatı hakkında düşünmektir. halbuki bu çeşit tefekkür şekli yasaklanmıştır. Bunun sebebi, akılların bu makamları kavramakta kabiliyetli olmadıklarındandır. Çünkü, zat-ı İlâhiye bakmak hayret, dehşet ve akla ızdırap verir. Akılların çoğu buna tahammül edemez. Ancak Gazzâlî'ye göre bu makamları kavrayabilenler sıddıklar olmakla beraber onların da daimi bakmaya güçleri yetmez.65

     İkincisi ise, Allah’ın fiillerine, kaderinin mecrasına, san’atının acaipliklerine, yaradılış hakkındaki emrinin garipliklerine bakmaktır. Çünkü bunlar Allah’ın celaline, kibriyasına, kudsiyet ve yüceliğine ilim ve hikmetinin kemaline, meşiyet ve kudretinin nafiz oluşuna delalet eder. Buna göre Gazzâlî, Allah’ın sıfatlarını veya zatını direkt tefekkür etmeyi değil, onun sıfatlarının eserlerini tefekkür etmeyi salık vermektedir.66 Yer yüzündeki mevcudatın hepsi Allah’ın kudretinin eserlerinden bir eserdir. Zatının nurundan bir nurdur. Gazzâlî, varlık sahnesine çıkmamayı en büyük zulmet kabul ederken, varlık sahnesine çıkan ve oluşa katılan her şeyi belirgin bir nur olarak addetmektedir.

     Tefekkürün üçüncü ve son boyutuna gelince, varlıkta Allah’tan başka her ne varsa onun Allah’ın fiili ve mahluku olduğunu düşünmek ve  yarattığı her şeyin bir sebebe mebni olduğunun hikmetini kavramaya çalışmaktır. Bunu  son bölümde ele almaya çalışacağız.  

    c- Tefekkürün Varlık Boyutu 

     İmam Gazzâlî, hikmetin iki anlama geldiğini ifade eder. 1- Eşyanın düzeni ile onların ince ve yüksek manalarını mutlak olarak kavramak ve istenilen gayenin tamamlanması için gerektiği gibi onlar üzerinde hükmetme, 2-Birinci manaya tertip ve düzen meydana getirmek, iyi ve sağlam kılmak üzere kudretin isnad edilmesidir.67 Bu tanımlardan hareketle Gazzâlî, eşyanın yaratılış gayesi, düzeni, var olmasının hikmetleri,  ince manaların kavranması açısından ve idrak yönünden varlıkları ikiye ayırır.

     Birincisi; aslı bilinmeyen, hakkında düşünme imkanına sahip olunmayan, nitelikleri bilinmeyen varlıklardır. Gazzâlî, burada Allah’ın Kur'an-ı Kerim’inde, “Sizin bilmediğinizi yaratır”68 ve “Kılıklarınızı değiştirmeye ve bilemeyeceğiniz bir surette sizi yaratmaya gücümüz yeter.”69 ayetlerini misal vermekte, fakat keyfiyetini belirtmemektedir. İkincisi ise; aslı bilinen varlıklardır. Bu kategoriye giren varlıklar da, gözle idrak edilemeyen varlıklar ile, aslı bilinen ve gözle de idrak edilen varlık türü olmak üzere iki çeşittir.

     Gözle idrak edilemeyen varlıklar, melekler, cinler, şeytanlar, arş, kürsi ve benzerleridir. Bu eşyalar hakkındaki tefekkür, Gazzâlî'ye göre  oldukça dar ve gizlidir.

     İkincisi; gözle görülen ve idrak edilen varlıklardır.  Bu tefekkürün asıl hikmet boyutunu bu nokta oluşturmaktadır. Duyu organlarıyla idrak edilen varlıklar olarak;   yedi kat gök ve yer ile bu ikisi arasında bulunan bütün varlıklardır. Bu varlıklar hakkında Gazzâlî'nin ifadesi gerçekten Allah’ın yaratması ve yaratılış hikmetini ortaya koymak açısından önemlidir:

     “...gökler yıldızlarıyla, güneş, ay, hareket, çıkış ve batışındaki dolaşmasıyla görünür. Yer de dağlarıyla, maden, ırmak, deniz, hayvanlar ve bitkileriyle müşahede edilir. Gök ile yer arasındaki boşluk, bulutlarıyla , yağmur, kar, şimşek, gök gürültüsü, yıldırımlar, ateş ve şiddetli rüzgarlarıyla müşahede edilmektedir...

     ... göklerde ve yerde cemadat, bitkiler, hayvan, felek ve yıldızlardan her hangi bir zerre kendi başına kıpırdanmaz. Meğer ki onu kıpırdatan Allah ola. Onun kıpırdatılmasında bir veya iki, on veya bin hikmet vardır. Bütün bunlar Allah’ın vahdaniyetine şahid, onun celal ve kibriyasına delalet edicidir.....”70 

     4- Tefekkürün Hikmet Boyutu 

     1- İnsanın Yaratılışındaki Hikmetler: 

     Kur'an-ı Kerim’in pek çok yerinde “Onun Ayetlerindendir” ifadesiyle başlayan ve insan zihnini yaratılışa ve varlığa yönelten ayetler bulunmaktadır.71

     “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde akl-ı selim sahipleri için gerçekten ibretler vardır.”72

      “And olsun ki, insanı süzme çamurdan yarattık. Sonra onu nufte halinde sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra nufteyi kan pıhtısına çevirdik, kan pıhtısını bir çiğnemlik et yaptık, bir çiğnemlik etten kemikler yarattık, kemiklere de et giydirdik. Sonra onu başka bir yaratık yaptık: Yaratanların en güzeli olan Allah ne uludur! Sizler, bütün bunlardan sonra ölürsünüz. Şüphesiz kıyamet günü tekrar diriltilirsiniz. 73

     Allah’ın ayetlerinde insanın meniden yaratılması, ceninin anne karnında geçirdiği safhalar, kirli bir suyun kan haline gelmesi, kanın et parçasına, et parçasının insan haline gelmesi anlatılmaktadır. Sinirler, damarlar, kalp, mide, ciğer, dalak, kalın barsak, rahim, mesane ve bağırsaklardan ibaret olan karnın azaları nasıl yaratılmıştır? Belki bu, insanın yer yüzüne ayak basmasından günümüze kadar daima gündemde olan bir sorudur. Gazzâlî, insanın bu hayret verici yaratılış serüvenini bilgisi ölçüsünde dile getirir. Sonra da uzuvların tümünü tek tek ele alarak, onların insan  vücudundaki güzelliğini ve ahengini ortaya koymaya çalışır. Eserlerinde tek tek tüm azaların yaratılış hikmetlerini zikrettiği bölümleri burada uzun uzadıya ele almak mümkün görünmemektedir. Ancak yine de Gazzâlî’nin fikirlerini ve metodunu ortaya koymaya ışık tutması açısından kısaca bazı azaların yaratılış hikmetlerini zikretmek yerinde olacaktır. 

     Gözde tabakaların bulunması, görmesi veya görememesi, gözün bir çukurun içine yerleştirilerek kaşların ve kirpiklerin etrafında dizilmesi ve bu sayede zararlı maddelerden korunabilmesi, bu uzvun yaratılış hikmetleridir.

     Bedende yaratılan kemiklerin ölçülü ve ahenkli bir şekilde vücutta belirli sayıda yerleştirilmeleri, hareketi sağlayan azaların yaratılışı, mafsalların şekli, baş kemiğinin yapısı, beyinin yapısı, ağız ve dişlerin yapısı, dişlerin ağız içindeki fonksiyonu, çürüyüp dökülmemesi için tek parça kemikten değil de çeşit çeşit ve parçalar halinde, her birisinin ayrı görevleri olması, bu uzuvlarla ilgili hikmetlerdir. Dudaklar, konuşmaya yaradığı gibi insanın ağzından suların akmaması için kontrol mekanizması olması ve insanda meydana gelebilecek çirkinlikleri önlemesi yine yaratılış hikmetlerindendir. Bunların yanı sıra dil, bir yandan konuşmaya yararken, diğer yandan ağıza alınan lokmanın yutulmaya hazır hale getirilmesi için icra ettiği fonksiyon, tat alma duygusu hep insanın yaratılışındaki hikmeti ortaya koymaktadır.

     Boyun, omuz, bel kemiği, baldırlar, kuyruk sokumu.... daha nice azaların vücuttaki yerini ve fonksiyonunu zikretmek yerine vücuttaki ahengini, güzelliğini, terkibini aralarındaki ilişkiyi tefekkür etmek gerekir.

     “Gerçekten biz insanı katışık bir nutfeden yaratmışızdır. Onu imtihan edelim diye kendisini işitir ve görür kıldık.” 74

     İnsan vücudundaki en ufak fazlalık veya noksanlık sakatlık getirir. İşte bütün bunlardaki hikmet, Allah’ın gören göze, duyan kalbe ibret olsun, yüceliğine ve yaratıcılığındaki eşsizliğine bir delil olsun diye bunları gözler önüne sermiştir.75

     Kulak kıvrımlarının içine yerleştirilen acı bir salgı sayesinde, kulağa girebilecek böceklerden, toz ve dumandan korunmuş olmaktadır. Burnun içindeki tüylerin, koku alma duygusunun  insan yüzünün tam ortasında yerleştirilmesi ve bunun güzel görünmesi, hep insanı Yaratanının hikmetli işlerini tefekkür etmeye davet etmektedir.

     Eller, dış dünyadaki her türlü eşya ile ilk irtibata geçen uzvumuzdur. Tüm geçmiş ve gelecek alimler dizilseydi, baş parmağı ve diğer parmakları kolun ucuna bu kadar güzel ve ahenkli bir şekilde yerleştiremezlerdi. Baş parmak ise diğer parmaklara nazaran insan vücudunda daha önemli bir yere yerleştirilmiştir. Ayrıca diğer parmaklara nazaran insan vücudunda çok daha önemli bir fonksiyon icra etmektedir. Tırnakların vücut için ne kadar önemli olduğunu zikretmek gerekirse, özellikle eşyayı tutup kavramak ve vücuttaki kaşıntıları başkalarından yardım almadan yapabilmek için sert olmaları gerektiği Allah’ın hikmetlerindendir.76

     İnsan iki ayağı üzerinde durup yürüyebilmesi, bunun bir ahenk içinde gerçekleştirilmesi, oturuşunun da bir ahenk ve güzellikte olması, hayvanlar gibi yüzüstü veya dört ayak üzerine olmaması tefekkür edilmesi gereken konulardır.

     Anne karnında beslenen yavrunun zamanı geldiğinde rahmi terkederek dünyaya gelişi, belli bir yaşa kadar anne sütüyle beslenişi, anne sütünün yapısı,  meme uçlarının özelliği, bir şefkat ve merhamet nişanesi olarak anne ve evlat arasındaki ilişki, anne ve babadaki şefkat ve merhametin sonucu evladını devamlı bir şekilde koruma ve kollamaları bütünüyle insanı hikmete ve tefekkür etmeye davet etmektedir.77

     Gazzâlî insanın anatomik yapısından ve iç organların fonksiyonlarından da bahsetmektedir. Kemiklerin sayısı, kalbin yapısı, ciğer, dalak, böbrek vb bütün organları sıralamaktadır.

     Cinsel birleşme, cinsel birleşme öncesi eşler arasındaki sevgi ve şehvetin özelliği, cinsel organları ve nutfenin rahme ulaşıp orada belirli süre kalması, orada geçen süre içinde insan organlarının oluşması ve sonra dışarı çıkması, üzerinde düşünülmesi gereken konulardır. İnsan uzuvlarının bazılarının çift yaratılması, bazı uzuvların da tek yaratılması, yaratılan her şeyin mutlaka bir ihtiyaca binaen yaratılması ve başıboş, lüzumsuz hiçbir hücrenin yaratılmaması O’nun hikmetlerindendir.78  

     Bütün bunların yanı sıra insanda var olup diğer canlılarda olmayan hafıza unutma utanma ve benzeri duygular yine insanın yaratılışındaki Allah’ın hikmetleridir.79

     Görülüyor ki Gazzâlî, insanın bir damla kirli sudan nasıl mükemmel bir varlık haline geldiğini belirtmeye çalışmaktadır. Bunun zaruri bir sonucu olarak Gazzalî,  insanoğlunun yaratılış hikmetine bakarak dünyada sürdüğü ömür müddetince haddini bilmesi ve aslını unutmaması için devamlı bu konuların tefekkür edilmesini ve hikmetinin iyi kavranmasını istemektedir.  

     2- Kâinatın Yaratılışındaki Hikmetler 

     Gazzâlî'ye göre tefekkür edilmesi ve hikmetlerinin bulunup ortaya çıkarılması gereken bir başka varlık da kainattır.

     Gazzâlî kainatın yaratılış hikmetleri ile ilgili kaleme aldığı El Hikmetü Fi Mahlukatillahi Azze ve Celle isimli küçük bir risalesinde, Allah’ın yarattıkları içerisinde duyu organlarımızla hissedebileceğimiz bu varlıkların üzerinde durup çokça düşünmeyi ve hikmetlerini kavramayı tavsiye etmekte, böylece gafletten kurtulmanın mümkün olacağını belirtmektedir.80 Buradan anlaşılan Gazzâlî’nin, insanın varlıklar üzerinde tefekkür ederek  Halık’ının yoluna  girmesi gerektiği,  hikmet üzerine kurulu tefekkürü, gafletten kurtulmak için bir vesile olarak gördüğü sonucu ortaya çıkmaktadır.

     Gazzâlî eserlerinde, gök yüzünden yer yüzüne kadar insanın ilk anda etrafına  baktığında gördüğü her şeyin yaratılışının hikmetleri üzerinde durmaktadır. Gerçekten Gazzâlî, yaşadığı dönemin ilmi gelişmelerinden haberdar olmuş biri olarak biyoloji, tıp,  astronomi, coğrafya ve  daha pek çok alanda çeşitli bilimsel ve teknik bilgiler vermekte ve dikkat çekici  yorumlar getirmektedir. Bunların arasında, Önce göğün ve yerin yaratılışının hikmetleri üzerinde durarak, gökteki varlıklardan güneş, ay ve yıldızların yaratılışlarını zikreder. Sonra da, yeryüzünün yaratılış hikmetleri üzerinde durur. Deniz, su, hava, ateş, insan, kuşlar, hayvanlar (özellikle arı, karınca, örümcek, ipek böceği, ve sinek), balıklar, madenler (özellikle tuz)  ve bitkilerin yaratılış hikmetlerini genişçe ele alır. Gazzalî sonuçta  şunları söyler:

     Şunu iyi bil ki; bu âlem, içinde muhtaç olduğun her şey bulunan bir ev gibidir. Gök tavan gibi yükseltilmiştir. Yeryüzü yaygı gibi uzanmıştır. Yıldızlar kandiller gibi asılmıştır. Madenler hazineler gibi saklanmıştır. Bunlardan her biri keyfiyetine göre insanlar için hazırlanmıştır. İnsan ise eski bir evin sahibi gibidir. Bu evde bulunan çeşitli bitkiler, hayvanlar, insanın ihtiyacını karşılamak içindir.”81 

     3- Göğün Yaratılışındaki Hikmetler  

     Gazzâlî’ye göre gök yüzü en güzel renklerle bezenmiştir.insan gözüne en uygun renk olan mavi renkte yaratılmıştır. Eğer daha parlak veya beyaz olsaydı muhakkak insanın gözü bozulacaktı. Bu durum insanın ve yeryüzünde yaşayan tüm canlıların zararına olacaktı.İnsan semayi temaşa ederken onun genişliğinden ve zevk verici renginden dolayı ferahlık duyacaktır.82 

     Güneşin yaratılış hikmetlerin başında onun hareketlerinden gece ve gündüzün meydana gelmesidir.83 İnsanların dini vecibelerini yerine getirmeleri için  gece veya gündüzün sürekli olmadığı bir ortam gerekliydi. Sırf karanlık olsaydı insanlar birbirlerini göremez,  hayati ihtiyaçlarını karşılayamaz olurlardı. Alınan gıdaların güneş ışınları sayesinde insan vücuduna faydalı hale geldiğini belirten Gazzâlî, mevsimlerin oluşumu, gece ve gündüzlerin uzayıp kısalması gibi olaylar güneşin hareketlerinden kaynaklandığını belirtmektedir.84 Şayet gece gündüze, gündüz geceye dolanmasaydı, mevsimler oluşup sıcaklıklar artıp eksilmeseydi, yer yüzünde yaşayan canlıların hayatları, bitkilerin büyüyüp gelişmesi, meyve ve sebze gibi insanların asli ihtiyaçlarının insanlara faydalı bir şekilde gıda depolamaları mümkün olmayacaktı.85 Bu arada güneşi ve bazı yıldızları dünya ile kıyaslama yaparak güneşin dünyadan yüz altmış katı büyüklüğünde olduğunu belirtmiş ve  dönemin astronomi bilgilerine yabancı olmadığını ortaya koymuştur.86 

     Ay ve yıldızların yaratılış hikmetlerine bakıldığında, Cenab-ı Hakkın; “Gökte burçlar vareden, orada ışık saçan güneş ve aydınlatan ay'ı yaratan Allah, yücelerin yücesidir. İbret almak veya şükretmek dileyen kimseler için gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren O'dur.87 ayetinde beyan edildiği vechile, gece dünyayı veya yaşadığımız coğrafyayı aydınlatan ayın ve yıldızların yaratılış hikmetleri Gazzâlî'ye göre, sadece bir zifiri karanlık olarak yaratılmamış olan gecenin, bu varlıklar sayesinde aydınlanmasıdır. Ayrıca, geceyi Allah sükün ve istirahat için yaratmıştır. Aynı zamanda ay ışığı mutedil olduğundan, yeryüzündeki tüm canlıların istirahatları için en müsait vakittir. Yıldızlar, ay ışığı kadar parlak olmamakla beraber gökyüzünün süsleri oldukları için onlara gözünü çevirenler, içlerinde bir ferahlık hissederler. Ayrıca yolcu olanlar, yıldızlar sayesinde geceleyin yollarını ve yönlerini doğru olarak tespit edebilmekte ve yollarına devam etmektedirler.88  

     4- Yeryüzünün Yaratılış Hikmetleri  

     Yeryüzü, insanın ihtiyaçlarını giderebileceği, her türlü imkanların mevcut olduğu bir mekandır. Hatta insan veya başka bir canlı öldüğünde onun kokusu duyulmasın diye çukur açılıp içine gömülmesi için çukurların yaratılması bile insanın ihtiyacını gidermeye mebni hikmetli bir iştir.89

     “Göğü, gücümüzle Biz kurduk; şüphesiz biz onu genişleticiyiz. Yeryüzünü biz yayıp döşedik; Ne güzel döşeyiciyiz!”90

     “Yeryüzünü, size boyun eğdiren O'dur; öyleyse yerin sırtlarında dolaşın, Allah'ın verdiği rızıktan yiyin; sonunda dönüş O'nadır.91

     Ölü olan kürre-i arzın, mevsimi gelince nasıl dirildiğini tefekkür etmek gerekir. Üzerinde çeşitli bitkilerin yetişmesi, çeşit çeşit hayvanların yaşaması, suların fışkırması, ırmakların kupkuru topraktan süzülüp çıkması, ağaçların dal ve yapraklarıyla yer üstünde, kökleriyle yerin derinliklerine doğru kök salarak gövdesiyle bir ahenk kurması, bitkilerden çeşitli tat, koku ve şekillerde  meyvelerin ve  sebzelerin yetişmesi, aynı su ve toprak ile yetişen bu bitkilerin farklı tatlarda olması gibi hususlarda devamlı bir şekilde tefekkür etmek gerekir.92   

     Yeryüzündeki bitkilerin yaratılış hikmetleri ise sayılamayacak kadar çoktur. Onların renkleri tatları kokuları, lezzetleri hep düşünülmeye değer şeylerdir.

     “Yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indirip onunla, bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği, güzel güzel bahçeler meydana getiren mi? Allah'ın yanında başka bir tanrı mı? Hayır; onlar taptıklarını Allah'a eşit tutan bir millettir. Yoksa yeri, yaratıklarının oturmasına elverişli kılan ve aralarında ırmaklar meydana getiren, yeryüzüne sabit dağlar yerleştiren, iki deniz arasına engel koyan mı? Allah'ın yanında başka bir tanrı mı? Hayır; çoğu bilmezler.”93

     İnsanların faydası için yetişen her şey, meyvelerinin ve mahsullerinin tanesinden yüzlercesinin çıkması, kışın ölü halde iken bahar geldiğinde bütün bitkilerin ve ağaçların tekrar canlanmakta, yüzlerce meyve yada mahsul vermektedir. Bunlar da ürün verebilmeleri için çeşitli gidalara ve bakıma muhtaçtırlar. Köklerinden emdikleri suyun uzunluğu metreleri bulan ağaçların en uç noktasına bile ihtiyaç duyulduğu kadar suyun gitmesi, çekirdeklerinde kocaman bir ağacın, meyvenin veya sebzenin şifrelerinin saklı bulunması, her birinin kendine has renk, koku ve tatta olması her meyvenin, sebzenin veya yerden biten diğer bitkilerin insanların faydası için birilerine şifa olurken bir diğerine hastalık yapması, çeşitli hastalıklara  şifa  veya zararlı olması, bütün bunlar Allah'ü Teâlâ’nın sonsuz hikmetlerindendir.94

     Tabiattaki madenlerin, özellikle demirin ve tuzun önemi üzerinde duran Gazzâlî, bu iki madenin oluşumu, kullanımı ve kıymet derecelerine göre madenlerin çıkarılması ve işlenmesi konusunda tefekkür edilmesi gerektiğini ve bunların da boşuna yaratılmadığını belirtmektedir.95 

     Hayvanların yaratılışından bahsederek ve çeşitlerini sınıflandırarak hayvanlar âlemindeki acaiplikleri gördükçe Yaradanının azametinde ve kudretinde zerre kadar şüphenin kalmayacağını belirtir. Özellikle sivrisineğin, karıncanın, arının ve örümceğin yaratılışındaki hikmetleri ve yaşayışları ile rızık arayışlarındaki acaiplikleri üzerinde durarak insan  bunlar karşısında “Fesubhanellah” demekten geri durmayacağını halbuki insanın bu varlıklardan daha acaip olduğunu vurgular.96

     Suyun yaratılış hikmeti sayılamayacak kadar çoktur. İnce, latif, akıcı, ıslatıcı ve parçaları birbirine bitişik bir cisimdir. Yeryüzünde can taşıyan insan, hayvan ve bitkilerin hayatı suya bağlıdır. “İnkar edenler, gökler ve yer yapışıkken onları ayırdığımızı ve bütün canlıları sudan meydana getirdiğimizi bilmezler mi? İnanmıyorlar mı?”97

       Allah’ın suyu yaratmasıyla yeryüzünün en büyük nimetini yaratmıştır. Çünkü, eğer insan su içmeye muhtaç olur da suyu bulamazsa veya su içmekten men edilirse karşılığında dünyanın bütün mülkünü suyu elde etmek için feda edecektir. Aynı zamanda içildikten sonra dışarı atılamaması durumunda da yine insanı, bütün varını yoğunu feda etmeye götürecektir. O halde insan bir damla su karşısında bu kadar aciz iken, yaratılış hikmetini çok iyi kavraması gerektiği hususunda Gazzâlî gerekli uyarılarını yapmaktadır.

     Buna bağlı olarak denizlerin ve okyanusların yaratılışı, orada hayvanların barınması, inci mercan gibi değerli madenlerin denizlerde bulunması, insanların kıtadan kıtaya taşınması ve yüklerini taşıyabilmeleri için denizlerden ve gemilerden istifade etmeleri, bu gemilerin sadece ağaçtan değil demirden de yapılması ve denizin üzerinde özgül ağırlıkları sebebiyle batması gerekirken batmamaları denizlerin yaratılışındaki Allah’ın hikmetlerindendir.

     Denizlerde ve okyanuslarda yaşayan türlü türlü canlılar  yine ibret alınmaya ve hikmeti düşünülmeye değer varlıklardır. Allah onların sularda yaşamaları için akciğer ve ayaklar vermemiştir ama, bunların yerine yüzmeleri ve denizin derinliklerine dalıp rızık aramaları için kuvvetli yüzgeçler yaratmıştır. Deniz hayvanlarının üremelerinden kuyruklarındaki yüzgeçleri sayesinde hızlı hareket etmeleri, kabukluların kendilerini sert kabuklar içinde saklamaları, yiyecek temin etme hususunda aralarındaki dengeli dayanışma hep Allah’ın hikmetlerindendir.

     “Taze et yemeniz, takındığınız süsleri edinmeniz ve Allah'ın bol nimetinden faydalanmanız için denize -ki gemilerin onu yara yara gittiğini görürsün- boyun eğdiren de O'dur. Artık belki şükredersiniz.”98

     Kainatı kuşatan hava tabakası olmasaydı kara, hava ve denizlerde yaşayan tüm canlılar helak olurdu. Hava sayesinde kara hayvanları vücut ısılarını dengede tutabilmektedirler. Bulutların hareketi rüzgarlar sayesindedir. Yoksa yağmurlar yağmaz, bulutlar yerinde sabit kalırlardı. Yelkenli gemilerin suda seyretmeleri, malların ve insanların yelkenli gemiler sayesinde nakledilmeleri hep havanın faydalarındandır. Havanın letafeti, temizleyiciliği sayesinde pis kokular yeryüzünden kaybolmaktadır. Yağmurun gökyüzünden damlalar halinde inmesinin sebebi havadır. Yoksa kütleler halinde yere inecek, toprağa ve canlılara zarar verecekti.

     Allah bazen semavi ve arazi afetler gönderir. Bunların sebepleri hakkında Gazzâlî şu yorumu yapar:

     “Zaman zaman bir kısım insanlara semavî ve arazî ilahi musibetlerin gelişi Allah’ü Teala’nın nimetleri, fazl ve keremine karşı isyanda olanları uyarmak ve onları zulüm ve isyan gibi kötü yollardan alıkoymak içindir. Zira sonsuz kudret ve tasarruf ancak Allah'ü Teâlâ’ya mahsustur. Allah'ü Teâlâ’nin hikmeti hudutsuzdur. Görmez misin hasta bir adam,ağzını buruşturan, kötü kokulu ilaçları sıhhati için nasıl içer. İşte ara sıra vukua gelen ilâhi afetler de böyledir.”99

     Ateş ile aydınlanmanın sağlanması, yemeklerin pişirilmesi, kirli suların kaynatılarak temizlenmesi gibi hikmetli yönünün yanı sıra, ateş sayesinde madenlerin eritilerek faydalı aletler yapılmaktadır.100 

     Hayvanların yaratılış hikmetine bakılınca Allah onları insanların faydası için yaratmıştır. “Sizin için atları, katırları ve merkebleri binek ve süs hayvanı olarak yaratmıştır. Bilmediğiniz daha nice şeyleri de yaratır.”101 ayetinde buyurulduğu gibi hayvanlardan istifade etmeyi insanlara öğretmiştir. Hayvanların derilerinin yapıları, onların kan, et, sinir ve kemik yapıları çok mükemmel olup hepsi bir hikmete mebnidir. Allah hayvanlara, insanlar güçlerinden faydalanmaları için göz kulak gibi uzuvlar verirken, yine insanlara itaat etmeleri için akıl ve zihin vermemiştir. Bu nedenle Allah'ın hayvanları insanların emrine tahsis etmesi büyük bir hikmeti ilâhidir. Buna karşılık Allah her sınıf hayvana kendine has kabiliyetler tahsis etmiştir. Bir kısım hayvanların et yiyici, bir kısmının ot yiyici hayvan olmaları, bir kısmının yırtıcılıkları, bir kısmının avcılıkları, O’nun hikmetlerindendir. Özellikle, köpeğin sahibine sadakati, uçan hayvanların tüylerinin ve kanatlarının yapısı, yırtıcı hayvanların pençeleri, uzun ayaklı hayvanların uzun boyunları, filin hortumu, zürafanın yaratılışı, tilkinin özellikleri, bal arısının çiçeklerden topladığı özlerle kovanlarda insanlara şifa olan balı yapmaları, örümceğin avlanmak için ağ örmesi, ipek böceğinin kendi hayatı pahasına da olsa insanlara değerli kumaş olan ipeği üretmesi, karasineğin kendine yiyecek araması ve benzeri daha pek çok hayvanın yeryüzünde yaşamaları, yiyecek aramaları, fiziki yapıları Gazzâlî’nin dikkatlerinden kaçmayan ve Hikmet-i İlâhinin tefekkür edilmesi gereken hususlardır.102

     Gazzâlî hayvanlar alemindeki hikmetli yaratılışı incelerken Allah’ın ilminin ve kudretinin sınırsız olduğunu ifade ederek şöyle der. “Allah'ü Teâlâ, bu hayvanları güzelce yarattı, uzuvlarını takdir etti, onlara menfaatlerini ve zararlarını düşünecek kadar ilim ve marifet ihsan etti. Bütün bunlar, Allah'ü Teâlâ’nin ilmine, kudretine ve sonsuz hikmetine delillerdir.”103

     Sonuç olarak  bu kısa araştırmamızda Gazzâlî'nin tefekkür ve hikmet anlayışını ortaya koymaya çalıştık. Kur'an-ı Kerim’in; “Gökleri yedi kat üzerine yaratan O'dur. Rahman'ın bu yaratmasında bir düzensizlik bulamazsın. Gözünü bir çevir bak, bir çatlak görebilir misin? Bir aksaklık bulmak için gözünü tekrar tekrar çevir bak; ama göz umduğunu bulamayıp bitkin ve yorgun düşer.”104 ayetlerinde ifade edildiği gibi, Gazzalî, önce insanın dikkatlerini dış dünyaya çekmiştir. Evvela, Allah’ın yokluktan varlık sahnesine çıkardığı hiçbir şeyin, başıboş, düzensiz ve asla lüzumsuz olmadığı gözler önüne sermiştir. Buna bağlı olarak hikmet ve tefekkür yoluyla ikinci aşamada insanın iç dünyasının derinliklerine doğru yola çıkmıştır. Bu serüvene tefekkür diyen Gazzalî, hikmetsiz yola çıkılamayacağının uyarısını da yaparak, İnsanın iç dünyasının ancak hikmet yoluyla aydınlanabileceğine inanmaktadır.  Bu nedenle İlme, Hikmete  ve dolayısıyla Allah’a davet eden  Kur'an-ı Kerim ayetlerini kendimize rehber edinerek, tefekküre götüren yolların kapılarını aralamak gerekmektedir. Bunu bir emir ve görev telakki eden müslüman topluluklar tarih akışının belirli döneminde  ilme ve hikmete sahip oldukları için ilmi, irfanı, gücü ve kudreti ellerinde tutmayı başarmışlardır. Bugün, o günlere sadece özlem duymakla bir yere varılamayacağı muhakkaktır. Yapılacak şey, ilmi ve hikmeti nerede bulursak almanın ve o ilmi daha ileriye götürmenin mücadelesini vermek olmalıdır.

     Yazımızı Gazzâlî’nin saymaya çalıştığı hikmetlerin karşısında hayretini gizleyemeyip kullandığı şu ifade ile bitirmek istiyoruz;

     “ Cenab-ı Hakkın yaratmış olduğu varlıklardan bir tekinin hikmetleriyle kitaplar doldurmak istesek kafi gelmezdi. Ve insan bunları tam manasıyla anlatmaktan aciz kalırdı. Her cinsten bizim zikrettiğimiz bir uyarmadır. Bu muazzam esere bir işaretten ibarettir.”105 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

     BİBLİYOGRAFYA 

  1. Abdulkerim, Kuşeyrî, Kuşeyrî Risâlesi, çev.; Süleyman Uludağ, İst., 1991
  2. Aclunî, Keşful Hafâ ve Mizanu’l-İlbas, Kahire, ts.,
  3. Akarsu,  Bedia, Felsefe Terimleri Sözlüğü, “Bilgi Kuramı”, mad, İst., 1988
  4. Alfred, Weber, Felsefe Tarihi, çev.; Vehbi Eralp, İst., 1991
  5. Bolay, S. Hayri, Aristo Metafiziği ile Gazzâlî Metafiziğinin Karşılaştırılması, İst., 1993
  6. Bolay, S. Hayri, Felsefî Doktrinler ve Terimler Sözlüğü, Ank., 1997
  7. Cebecioğlu, Ethem, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, “Hikmet” mad., Ank., 1997
  8. Cihan, A. Kamil, İbn Sînâ ve Gazzâlî’de Bilgi Problemi, İst., 1998
  9. Çetin, Mustafa, “Kur’an’da Tefekkür Kavramı”, D.E.Ü. İ.F. D. İzmir, 1994, sa. VIII, (43-59)
  10. De Boer, T.J., İslâm’da Felsefe Tarihi, çev.: Yaşar Kutluay, Ankara, 1960
  11. Ernest Von Aster, Bilgi Teorisi ve Mantık, çev.: Macit Gökberk, İst., 1972
  12. Fazlurrahman, “İbn Sînâ” mad. (İslâm Düş. Tarihi içinde), çev.: Osman Bilen
  13. Gazzâlî, el Mustasfâ min İlmi’l-Usûl (I-II), Beyrut, trs
  14. Gazzâlî, el Munkızu min’ed-Dalâl, (Mecmuat-u Resaili el İmam el Gazzalî (I-VII) içinde)  Beyrut, 1994,
  15. Gazzâlî, el Hikmetu Fi Mahlukatillahi Azze Ve Celle, (Mecmuatü Resail İmam Gazzâlî, I-VII) nşr., Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 1994
  16. Gazzâlî, el İktisad Fi’l İtikad, Beyrut, 1983
  17. Gazzâlî, el İktisad fi’l-İ’tikad, Önsöz ve Notlarla haz.; İ.Agâh Çubukçu, ve Hüseyin Atay, Ank., 1962
  18. Gazzâlî, el Kıstasu’l Mustakim,  (Resail içinde) 
  19. Gazzâlî, Esasu’l-Kıyas, nşr.; Fehd b. M. Es-Sedhan, Riyad, 1993
  20. Gazzâlî, İhya, (türkçe tercümesi) çev.; Mehmet A. Müftüoğlu, İst., 1988,
  21. Gazzâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, İst., 1986
  22. Gazzâlî, Mearicu’l-Kuds, çev.; Serkan Özbudun, İst., 1995
  23. Gazzâlî, Mişkat,  s. 152;  Cevahiru’l Kur’an, Beyrut, 1981
  24. Gazzâlî, Miyaru’l-İlm (S. Dünya neşri), Kahire, 1961
  25. Gazzâlî, Ravdatu’t-Talibin (Mecmu’a içinde),
  26. Gazzâlî, Risaletu’l-Ledünniyye (Mecmua içinde)
  27. Hançerlioğlu, Orhan, Felsefe  Sözlüğü, İst., 1989
  28. İsmail Fenni, Lügatçe-i Felsefe, İst., 1341
  29. Jaspers, Karl, Felsefî Düşünüşün Küçük Okulu, çev.: Sedat Umran, İst., 1995
  30. Kırca, Celâl, Kur’an-ı Kerim’de Fen Bilimleri, İst., 1989
  31. Mengüşoğlu, Takiyettin, Felsefeye Giriş, İst., 1958
  32. Nicholson, Reynold A., İslâm Sufileri, çev., Mehmet Dağ, Kemal Işık, E.Ruhi Fığlalı, Abdulkadir Şener, Rami Ayas, İsmet Kayaoğlu, Ank., 1978
  33. Orman, Sabri, Gazâlî, İst., 1986
  34. Özervarlı, M. Sait, “Gazzâlî” mad., TDVİA, İst., 1996,
  35. Suyutî, el Camiu’s-Sağîr, Mısır ts.
  36. Şeyh M. Said, “Gazzâlî” mad. (İslâm Düş. Tar. İçinde, edt.: M.M. Şerif) çev.: Mustafa Armağan, İst., 1990
  37. Tuna, Taşkın, Güneş Sistemi, İst. 1988
  38. Ülken,  Hilmi Ziya, Gazzalî ve Felsefe, A.Ü.İ.F. Der., Ank., 1955, (98-121)
  39. Watt, W. Montgomery, Müslüman Aydın, çev.: Hanifi Özcan, İzmir, 1989
  40. Yazır, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, sad.; heyet, İst., 1

http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:8z-k1pJi_5MJ:perweb.firat.edu.tr/personel/yayinlar/fua_468/468_15747.doc+im%C3%A2m-%C4%B1+Gaz%C3%A2l%C3%AE+(+Ris%C3%A2let%C3%BC'l-led%C3%BCnniyye+)%7B+NEF%C4%B0S+VE+%C4%B0NSAN+RUHU&cd=5&hl=tr&ct=clnk&gl=tr



Düzenleyen sibel - 01 Haziran 2010 Saat 00:37
Yukarı Dön
 Yanıt Yaz Yanıt Yaz

Forum Atla Forum İzinleri Açılır Kutu Gör

Powered by Web Wiz Forums Free Express Edition
Copyright ©2001-2009 Web Wiz
Türkçe Çeviri Hakan Tekgöz

Bu Sayfa 0,109 Saniyede Yüklendi.