Gazali Net Ana Sayfa
Anasayfa Anasayfa > Gazali'nin Fikirleri > Gazali'nin Fikirleri
  Yeni Mesajlar Yeni Mesajlar
  Forum Yardım Forum Yardım  Forumu Ara   Kayıt Ol Kayıt Ol  Giriş Giriş

Metafizik ve Ahlakla İlişkisi Bakımından Ortaçağ İ

 Yanıt Yaz Yanıt Yaz
Yazar
Mesaj / Okunmamış Mesajları Gör
sibel Açılır Kutu Gör
Kalfa
Kalfa


K.Tarihi: 28 Nisan 2010
Durumu: Aktif Değil
Gönderilenler: 189
Aktiflik
Seviye
Deneyim
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Alıntı sibel Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Konu: Metafizik ve Ahlakla İlişkisi Bakımından Ortaçağ İ
    Gönderim Zamanı: 10 Mayıs 2010 Saat 23:36
İslam siyaset düşüncesi, siyasi hayat çerçevesinde insani ve toplumsal davranışları, siyasi fikirleri, birey, devlet, toplum, egemenlik, iktidar, meşruiyet ve yasa gibi temel kavramları epistemoloji, metafizik ve ahlak ilimlerini içeren kapsamlı açıklamalar üzerine bina edilmiştir. Bu çerçevede İslam filozoflarının siyaset ile ahlakı, metafizikle irtibatlı bir şekilde ele aldıkları görülür. Dolayısıyla, siyasetin, onların felsefi dizgelerinde bir “hakikat araştırması” olarak tezahür ettiği söylenebilir.

Siyasi eylemlerin içerdikleri ahlaki değer, siyasetin gerçekler ve değerler çerçevesinde ele alınışını gerekli kılar. Siyasi olguları değer açısından ele alıp manevi çözümler üreten idealist tutum, gerçeğin doğru ve kapsamlı tanımlarından hareketle ve değer yargılarından ziyade gerçeklere dayanarak yapılan siyasi analizlere varmaya çalışan realist tutumla çelişir gibi görünür. Olup biteni anlamak ile olması gerekene ulaşmak arasındaki bu fark zaman zaman keskin ayrımlara da neden olmaktadır.(1)

Siyasal olguların açıklanması, gerçek ile değer arasında gezinen farklı görüşlerin telifine, mevcut durumun doğru bir analizi ile olması gerekeninin muhtevasının birlikte ele alınabildiği üst düzey bir yaklaşıma muhtaçtır. Olup bitenden habersiz, doğru tanım ve analizleri hesaba katma konusunda zayıf kalmış bir siyaset düşüncesi değerler ortaya koyma, çözümler sunma konusunda da başarısız kalacaktır. Dolayısıyla olması gerekeni ortaya koyabilmek için olanı doğru anlamak gerekmektedir. Bu çerçevede, İslam siyaset felsefesinin zeminini, yani İslam’ın tarihsel süreci ve bir ilim olarak siyasetin İslami ve Grek kökenlerinin resmini doğru görmek gerekiyor. Burada, bu zemini tüm yönleriyle kuşatan bir yaklaşımdan ziyade ahlak ve metafizikle ilişkileri bağlamında İslam siyaset felsefesinin yapısını ele almaya çalışacağız.

İslam Siyaset Felsefesi’nin Yapısı

İslam siyaset felsefesini, İslam coğrafyasında Platon, Aristo ve Yeni-Platonculuk çizgisindeki İslam filozofları tarafından üretilen düşünce birikiminin siyasi muhtevası ile bir din olarak İslam’ın siyasi öğretilerinin kesiştiği bir düzlemde anlayabiliriz. İslam siyaset felsefesini, bir yandan, Platoncu-Aristocu kavramlarla temellendirilmiş ve tutarlı bir bilgi felsefesi üzerine bina edilmiş güçlü bir siyasal düşünce bütünü olarak sunmak mümkündür. Diğer yandan, Grek felsefesinden tevarüs edilen ve belirli bir derinliği sahip olan bu kavramsal mirasın, İslam alim ve filozoflarının çeşitlilik ve zenginlik içeren düşünceleriyle kaynaştığını ve felsefenin, İslam’ın kendine mahsus öğretileriyle ilişkileri de gözetilmek suretiyle orijinal bir yapıya kavuşturulduğunu belirtmek gerekir. İslam siyaset felsefesi, bir yandan, kökleri Yunan düşüncesine dayanan ve erdem, iyi ve mutluluk gibi kavramlara derinlik kazandırılmış bir siyaset düşüncesine sadık kalan ama bununla birlikte yaşadıkları dönemin siyasi gelişmelerini ve mensup oldukları dinin sağladığı sağlam zemini göz ardı etmeyen felasife eliyle; diğer yandan siyasal otorite ve meşruiyet gibi temel sorunlarla irtibatlı olarak hilafet, şura ve adalet kuramları üzerinde yoğunlaşmış olan mutekellimun ve fukahanın vahyi merkeze alan yaklaşımlarıyla üst düzey bir siyaset düşüncesi haline gelmiştir. Açıkçası, hem İslam’ın temel kaynakları olan Kur’an ve Sünnet’ten beslenen, hem de Yunan felsefe geleneğini siyasi olguları çözümlemede bir araç olarak kullanan bir felsefi yapıdan söz ediyoruz.

İslam siyaset felsefesi, insan doğasının kavranışı meselesinde yöntem ve amaç bakımından Yunan siyaset düşüncesine paralel özellikler içermektedir. Bu bakımdan, siyaset düşüncesinin rasyonel bir zeminde yürüdüğünü söylemek yanlış olmaz. Buna mukabil, kelam ve fıkıh ehlinin siyasi çizgisi rasyonel olmaktan öte teolojiktir. Burada referans noktası vahiydir ve İlahi Yasa tarafından şekillendirilen ve bütün varlık alanlarını kuşatan bir siyaset etme biçiminin hususiyetleri ön plandadır. Bu, belirli yönlerden, felasifenin siyasi düşünceleri için de geçerli bir durumdur. Felasifenin önerdiği erdemli siyasi hakikat, metafizik hakikat tarafından da onaylanacak bir şekilde kurgulanmıştır. Bu durum her ne kadar bazılarınca, “siyasetin otonomluğu”nu zedeleyen bir durum olarak görülse de İslam’ın kendine mahsus özellikleri itibariyle de kendi içinde tutarlı bir düşünce yapısına işaret etmektedir.(2) Zira İslam, insani etkinliklerin tümünü kuşatan bir dindir ve tam da bu özelliği itibariyle, siyasal otorite ve dini otoritenin birbirinden ayrı değerlendirildiği ve bu nedenle batı siyaset tarihinde derin kırılmalara yol açan gelişmeler sonucunda oluşmuş yöntem ve telakkilerden daha farklı ele alınmayı gerektiren bir tarihe sahiptir. Bu tartışmaları bir kenara bırakıp İslam siyaset felsefesinin yapısını daha yakından inceleyelim.

İslam siyaset felsefesi bir taraftan Maverdi, Gazali, İbn Teymiye gibi fıkıh ve kelam alimlerinin çabalarıyla ve vahyin belirlemeleri etrafında şekillenirken; diğer yandan Yunan felsefesi ve Yeni-Platonculuk çizgisini takip eden ve fakat İslami zemini göz ardı etmeyen Fârâbî, İbn Miskeveyh, İbn Sina, İbn Rüşd, Nasreddin Tusi, İbn Haldun, Celaleddin Devvani ve Kınalizade Ali gibi filozof ve düşünürlerin eserleriyle neşv ü nema bulmuştur. Bu filozof ve alimler, siyaset ile ilgili düşüncelerinde ahlak, adalet, erdem ve mutluluk gibi kavramları kendilerine çıkış noktası olarak kurgulamaya ve doğru siyasetin ve adil bir yönetimin esaslarına ulaşmaya çalışmışlardır. Siyaset felsefesi onlar için, her iki dünya açısından en yüce amaç olan mutluluğa ulaşmanın ilmidir. Bu filozof ve alimler, genel düşünce ve felsefelerini ahlak ve siyasetle taçlandırmış, ilimler tasnifinde tabi ilimler ve dini ilimlerin yanısıra pratik ilimler (medeni ilimler) olarak da ahlak ve siyaseti ön planda tutmuşlardır.

İslam filozoflarının siyaset felsefeleri, onların genel felsefelerinin bir uzantısıdır. Kaldı ki bu, Grek Felsefesi’nin de temel bir özelliğidir. Özellikle Fârâbî’nin eserlerine bakıldığında, toplumun erdemler yoluyla mutluluğa ulaşmasının ahlaki bir düzlem içinde ele alındığı ve siyasi meselelerin fizik, kozmoloji, epistemoloji, psikoloji ve metafizik gibi ilimlerle birlikte çözüme kavuşturulduğu görülür. Böylece, doğal (teorik) bilimlerden ahlak, sosyoloji ve siyaset gibi pratik bilimlere doğru geliştirilen bir süreç ortaya çıkmış olur. Yani siyaset, metafizikten bağımsız kurgulanmaz. Fârâbî’nin toplumu organizmaya, evrendeki düzene benzetmesi ve ayrıca evrendeki düzen ile devletteki düzen arasında kurduğu benzerlikler metafizik-siyaset ilişkisinin sıkı bağlarla kurulduğunu açıkça gösterir.(3) Yine, Mâverdi, Gazali ve İbn Teymiye gibi fıkıh ve kelam alimleri de benzer bir biçimde vahyin buyrukları çerçevesinde şekillenen bir beşeri düzeni refere ederler.

Fârâbî ve İbn Sina’dan farklı olarak İbn Rüşd, siyaset düşüncesini, din-felsefe, vahiy-akıl ilişkisi bağlamında çözüme kavuşturmaya çalışır. Din ve felsefe ilişkisi çerçevesinden bakıldığında bütün insanlar, İbn Rüşd’e göre, aynı ahlakî kanunlara ulaşabilirler. Fakat vahiy, bu ahlaki kuralları mutlak mükemmellik içinde belirtir. Onun için böyle bir kanun mükemmel devletin temeli olacaktır. Ahlâk ve siyaset konularında müstakil bir eser kaleme almayan İbn Rüşd’ün, Eflatun ve Aristo’nun eserlerine yazdığı şerhlerden, bu konudaki görüşleriyle ilgili ipucu yakalayabilmek mümkündür. İbn Rüşd’e göre insanî yetkinlikler nazarî erdemler, sanatlar, ahlâkî erdemler ve iradî fiiller olmak üzere dörde ayrılır. Aslında insanlığın en son hedefi nazarî erdemleri kazanmak olduğundan öteki erdemlerin hepsi sadece nazarî erdemlerin gerçekleştirilmesi için vardır. Tabiatı gereği medenî bir varlık olan insan hemcinslerinin yardımı olmadan bu erdemleri elde edemez. Bunun için insan hayatını başkalarıyla paylaşmak zorundadır. Ahlâk ilminin amacı erdemlerinin mahiyetinin bilinmesi değil yaşanmasıdır. Aristo’dan beri klasikleşmiş olan “altın orta” teorisine göre hikmet, iffet, şecaat ve adaletten oluşan erdemlerin orta noktasını eksiği ve fazlası bulunmayan normal davranışlar teşkil eder.

Fârâbî, İbn Sina ve İbn Rüşd’ün sundukları siyaset felsefesi, varlığı ve değerleri önceleyen, bunları muayyen bir metafizik tasavvuru içinde ele alan bir yapıya sahiptir. İnsanın bizatihi varlığı, evrendeki yeri ve amacı bu siyaset felsefesinin varmaya çalıştığı neticelerin özünü teşkil eder. Dolayısıyla felasifenin siyaset ile ilgili görüşlerini, onların metafizik ve ahlâk anlayışlarından ayrı bir biçimde anlamak güçtür. Ruhun ölümsüz bir cevher oluşu meselesiyle irtibatlı olarak, gerçek mükemmelliğe, bedenin gereksinimlerini asgari ölçülerde tutarak ve ruhun ihtiyaçlarını azami ölçülerde karşılayarak ulaşılabilir. Erdemli toplum ve yönetici ise söz konusu amaca ulaşmada insana yardımcı olacaktır.

İslam Filozofları ve Siyaset Bilimi

İslam siyaset felsefesinin kurucu olarak kabul edilen Fârâbî, siyaset felsefesi ile ahlak felsefesini, konu itibariyle ortak bir amaca yönelmiş ilimler olarak müzakere eder. Bu amaç ise “iyi”nin ne olduğu ve iyi erdemlerin neler olduğu ile ilgilidir. Erdemler sayesinde insan mutluluğa ulaşır. Bu durumda, siyaset felsefesinin; mükemmelliği, mutluluğun mahiyetini ve bunlara nasıl ulaşılacağını kendisine konu edindiğini söylemek mümkündür. Burada, fert toplumdan ayrı düşünülmez. Zira toplumu oluşturan fertlerin iyiliği ile toplumun iyiliği, Grek Felsefesi’nde olduğu gibi, birbirinden ayrılmaz ve buradan hareketle erdem ve mutluluğa toplumdan bağımsız bir biçimde ulaşılamaz. Dolayısıyla siyaset biliminin (medeni felsefe) amacı, insanların kendileri aracılığıyla mükemmelliğe ulaşacakları iyiliklerin ve erdemli fiillerin araştırılmasıdır. Diğer yandan, Fârâbî’ye göre insanların ve toplumların çoğu, mutluluk ile ilgili kamil bilgiye sahip değildir. Bu yüzden erdemli bir yöneticinin idaresi altındaki ideal bir toplum haline gelmek için, erdemli bir devlete (medinetü’l-fazıla) ihtiyaç vardır. Fârâbî'nin, doğrudan siyasi bir organizasyon olan devletin amacını, ahlâki bir kavram olan erdemle ilişkilendirmesi kayda değerdir. İslam siyaset felsefesinin değerlerle kurduğu bu ilişki, hemen hemen diğer filozoflarda da görülen asli bir tutumdur. Devlet gerçeği, değerler üzerinde yükselen bir aygıt olarak tasarlanmıştır. Siyaset ile ahlak arasında, gerçekle değer arasında kurulmuş olan bu sağlam bağ, İslam siyaset felsefesinin doğru anlaşılması bakımından önemlidir.

Fârâbî’nin Platon ve Aristo gibi Grek filozoflardan ödünç aldığı ve İslam’ın da onayladığı erdemli, dengeli ve öteki dünyayı da kuşatan mutluluk tasavvuru, benzer bir biçimde İbn Sina ve İbn Rüşd’de de görülür. İnsanların bir araya gelerek toplumu oluşturmasının altında, maddi ve manevi ihtiyaçların karşılanmasının ötesinde, erdemli fiiller sayesinde her iki dünyadaki mutluluğa ulaşılması gibi yüce bir amaç yatar. Hatta insanın varlığının amacı da bu mutluluğa ulaşmaktır. Dolayısıyla insan, mutluluğun ne olduğunu ve ona ulaşmak için gerekli olan şeyleri bilmeli ve bunları uygulamalıdır.(4) Siyaset bilimi, bu anlamda aslında bir “mutluluk ilmi”dir. Diğer yandan ahlak da siyasetle bağlantılı bir biçimde mutluluğa ulaşmak için gerekli olan doğru davranışların ilmidir.(5)

Siyaset bilimi, İbn Sina’nın ilimler tasnifinde pratik felsefenin bir dalı olarak kendisine yer bulur. İbn Sina, fizik, matematik ve metafiziğe teorik felsefenin bölümleri arasında yer verirken “insanın işlerinde ve davranışlarında sağlam bir bilgiye ulaşmasıdır ki, bunda da amaç iyi olanı elde etmektir” şeklinde tarif ettiği pratik felsefenin bölümlerine ahlâk bilmi (el-İlmü'l-ahlâk), ev yönetimi (et-Tedbîru'l-menzile) ve siyaset bilimini (el-İlmu's- siyase-et-tedbîru'l-medine) dahil eder. Ona göre siyaset bilimi toplumsal ilişkileri, devlet yönetimin inceleyen bilim dalıdır.(6)

Diğer yandan, İbn Haldun’un, “umrân bilimi” ile Fârâbî’nin “medeni siyaset” ve İbn Sina’nın “ilmu’s-siyase” tanımları arasındaki fark dikkat çekicidir. Bu fark, siyaset felsefesindeki realist ve idealist yaklaşımlara, yani gerçekte olan ile olması gerekenin açıklanması meselesine ışık tutar niteliktedir. İbn Haldun umrân bilimini, insani toplumsal örgütlenmeler ve bu toplumsal örgütlenmelerde ortaya çıkan her türlü toplumsal, siyasal, ekonomik, kültürel vb. olaylar olduğunu ileri sürer. Bu bilim mülk, devlet, kazanç, geçim yolları, sanatlar, bilimler ve bunların nedenlerini inceler ve toplumsal-kültürel olayların nedenlerini ve onların ortaya çıkışlarını akli bir biçimde açıklar. Oysa “medenî siyaset”, İbni Haldun'un tanımladığı biçimde, teorik bir bilim olmaktan ziyade, insani ve toplumsal kurallar koymak isteyen pratik bir sanattır. Çünkü bu sanat, toplumun ortaya çıkışını ve nedenlerini açıklamak yerine ahlâk ve hikmetin gereklerine uygun bir biçimde devletin ne şekilde olması ve ne şekilde idare edilmesi gerektiği konuları üzerinde durur. Yani olanı değil, olması gerekeni incelemekte; olaylarla veya olgularla değil, değerlerle ilgilenmektedir. Dolayısıyla İbn Haldun’un İslam siyaset felsefesinde klasik geleneği takip eden Fârâbî, İbn Sina gibi filozoflardan ayrıldığını söylemek mümkündür.

Felasifede olduğu gibi fıkıh ve kelam ehli için de siyasetin ifade ettiği anlam, hakiki mutluluğa ulaşmayı üstün bir amaç olarak tezahür eder. Mesela, fıkıh, kelam ve tasavvufta alanlarında önemli bir konuma sahip olan Gazali için bu böyledir. Siyaset, Gazali’nin genel düşüncesiyle uyumlu bir biçimde, İlahi Yasa’nın hükümlerine uygun bir hayat anlayışı içinde kendine yer bulur. Siyaset, Gazali’de, kötülüklerden arınmış ve erdemli fiiller aracılığıyla bu dünyadaki mutluluğa ve ahiretteki kurtuluşa ermenin bir yolu olarak önemlidir. Hakiki mutluluk ve kurtuluş ancak İlahi Yasa’ya boyun eğmekle mümkündür. Bu bağlamda Gazali için siyaset, bir bakıma, din ile dünya arasındaki uyumun bir ifadesi olmaktadır.

Gazali’ye göre dünyayı ayakta tutan dört esastan birisi olan siyaset, din ve ahlakın zorunlu bir uzantısıdır. Siyaset, hayatın müşahhas şartlarına adapte edilen bir davranış sanatıdır.(7) Gazali’nin siyaset sanatına verdiği önem dikkat çekicidir. Devlet işlerini esaslı bir şekilde nizama koyan siyaset bilimi, Gazali’ye göre beşeri ilimler arasında en soylu ve en şerefli ilimlerden birisidir.(8) Siyaset ve ahlak’ı, ilimler tasnifinde felsefi ilimler alanına dahil eden(9) Gazali için siyaset, din ile dünya arasında uyumlu bir ilişkinin tesis edilmesi bakımından önem taşır. Siyaset, bir yüzü dünyaya, diğer yüzü ise dine dönük olan bir yönetim sanatıdır. Siyaset, Gazali’de, ahlaka tabi olduğu gibi dini ilimlerin başında gelen fıkıh ilmine de tabidir.(10) Gazali, başka bir yerde ise siyaseti, insani etkinlikler açısından ortaya konan sanatların en yücesi olarak tanımlar. Toplumun refahını ve uyumunu sağlayan bu sanat, dünya ve ahiret kurtuluşuna ulaştırır.(11)

Siyaset ve Erdemler

Platoncu erdem tasnifini miras alan İslam siyaset felsefecileri de benzer bir biçimde, hikmet, cesaret (şecaat), ölçülük (iffet) ve adaleti temel erdemler olarak kabul ederler. Bu erdemler bireyleri ve devleti iyiye ve mutluluğa ulaştırır. Erdemi, fiilerin “orta yolu” olarak gören ve her iki dünyadaki mutluluğa ulaşmayı en yüksek amaç olarak belirleyen bu anlayış köklü bir ahlak düşüncesinden beslenir. Fârâbî, İbn Sina, İbn Miskeveyh ve Gazali gibi İslam düşünürleri erdem, iyi, mutluluk gibi konularda benzer hareket noktalarından yola çıkarak “değerleri” merkeze alan felsefe sistemleri geliştirmişlerdir.

İslam filozoflarına göre, erdemler sıralamasında en başta olan mutluluk, erdemli toplumun gerçekleştirmeye çalıştığı en yüksek değerdir. Devlet, bireyin kemali ve mutluluğu için vardır. İnsanın yetkinliğe ulaşması ve temel amaç olan dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşması en yüce amaçtır. Bunu sağlayacak olan şey ise erdemli bir hayat sürmektir. Örneğin Fârâbî’ye göre mutluluk, mutlak iyiliktir.(12) Bu mutluluk maddi, geçici veya sadece bu dünyaya mahsus bir mutluluk değil ruhani-manevi ve öteki dünyayı da ilgilendiren bir mutluluktur. En yüksek iyilik olan mutluluğa ise erdemli bir yaşayışla ulaşılır. Bu açıdan bakıldığında siyaset felsefesinde temel bir “değer” olarak ele alınan mutluluk sadece bireyleri değil toplumun tamamını ilgilendiren bir kavramdır. Erdemli toplum, insanların, kendilerini hakiki manada mutluluğun elde edildiği şeyler için birbirleriyle yardımlaşmayı amaçladıkları bir toplumdur.(13)

Gerçek-değer meselesi bakımından ve İslam siyaset felsefesinin değerler silsilesine atfettiği manayı kavramak açısından Fârâbî’nin ideal yönetim biçiminin (medinetu’l-fazıla) karşıtı olarak gösterdiği yönetim biçimleri şeması, çarpıcı bir örnektir. Fârâbî’nin yönetim biçimleri şeması bize farklı bir bakış açısı sunar. Fârâbî, insanı mutluluğa ulaştıracak en iyi yönetim biçimini soruştururken erdemleri ve erdemsizlikleri temel bir kriter olarak kullanır. Yani yönetim biçimlerinin sınıflandırılması, o yönetim biçimlerinin ulaşmayı amaç edindikleri faziletlere ve reziletlere göre yapılır. Bu aslında, siyaset felsefesinin “hakikat araştırması” meselesiyle irtibatlandığı temel bir noktadır. Fârâbî’nin “hakikat nedir?” sorusu, siyaset felsefesi düzleminde “en iyi yönetim hangisidir” sorusuna karşılık gelir. Hakikatten kopuk bir mutluluk anlayışı olamayacağı gibi, iyi ve erdemli fiiller için de iyinin ve erdemin bilgisi gerekmektedir. Açıkçası mutluluk, nazari, ameli ve ahlaki faziletlere ve sanatlara sahip olunmadan elde edilecek bir şey değildir.(14) Fârâbî’ye göre, bilgisiz (cahil), bozuk (fasık), değişmiş (mübeddele) ve sapkın (dalle) devlet biçimleri bünyelerinde barındırdıkları değersizlikler, erdemsizlikler nedeniyle ideal olmayan yönetim biçimleri olarak sınıflandırılırlar. Sadece ihtiyaçları, gücü, serveti, eğlenceyi, şan ve şerefi, mutlak eşitliği ve mutlak özgürlüğü ya da zorbalığı ön planda tutan cahil yönetimler ve erdem ile gerçek mutluluğu bildikleri halde onu uygulamayan fasık yönetimler, erdemden uzaklaşarak değişim geçirmiş yönetim biçimleri veya sapkın devletler Fârâbî’nin sınıflamasında değerden yoksun yönetim biçimleri olarak nitelendirilirler. İdeal yönetim ise, ahlaki değerleri ön planda tutan ve en yüksek iyiliğe ulaşmayı amaçlayan yönetimdir.(15)


......................................................

(1) Huriye Tevfik Mücahid, Fârâbî’den Abduh’a Siyasi Düşünce, s. 25-27.
(2) Zerrin Kurtoğlu, İslam Düşüncesinin Siyasal Ufku, s. 92.
(3)
Fârâbî, el Medinetü’l Fâdıla, s. 70-74.
(4)
Fârâbî, Siyasetü’l-Medeni, s. 78.
(5)
Fârâbî, İbn Miskeveyh ve sonraki filozofların eserlerine verdikleri isimlerden mutluluk ve ahlaka yapılan vurgu açıkça görülebilir: Tahsilu’s-Saade (Mutluluğun Kazanılması), et-Tenbih ala Sebili’s-Saâde (Mutluluk Yoluna Yöneltme), Tehzibu’l-Ahlak (Ahlakın Düzeltilmesi)
(6)
İbn Sina, fî Aksami'l-Ulûmi'l Akliyye, s. 106-107; Medhal, s. 15. İbn Sina başka bir yerde pratik felsefeyi şu şekilde tasnif eder: a.Ahlâk Bilimi (el-ilmü'l-ahlâk), b.Ev Yönetimi Bilimi (el-ilmü bi tedbîri'l-menzile), c.Siyaset Bilimi (el-ilmü bi tedbîri'l-medine), d. Kanun Yapma Bilimi (es-sınaatü'ş-şâria). Bkz. Mantıku'l-Meşrîkiyyîn, s. 6-7.
(7)
Gazali, Mizanu’l-Amel, s.328.
(8)
Gazali, Nâsîhatu’l-Mülûk, s.125.
(9)
Gazali, Dalaletten Hidayete, s. 51.
(10)
Gazali, Mizanu’l-Amel, s.329.
(11)
Gazali, İhya'u Ulum'id-din, s. 40.
(12)
Fârâbî, Siyasetü’l-Medeni, s.72.
(13)
Fârâbî, el Medinetü’l Fâdıla, s. 70.
(14)
Fârâbî, Tahsilu’s-Saade, s. 1-18, 35.
(15) Fârâbî, el Medinetü’l Fâdıla, s. 80-82.
Yukarı Dön
 Yanıt Yaz Yanıt Yaz

Forum Atla Forum İzinleri Açılır Kutu Gör

Powered by Web Wiz Forums Free Express Edition
Copyright ©2001-2009 Web Wiz
Türkçe Çeviri Hakan Tekgöz

Bu Sayfa 0,080 Saniyede Yüklendi.