Gazali Net Ana Sayfa
Anasayfa Anasayfa > Gazali'nin Eserleri > Gazali'nin Kitaplarından Alıntılar
  Yeni Mesajlar Yeni Mesajlar
  Forum Yardım Forum Yardım  Forumu Ara   Kayıt Ol Kayıt Ol  Giriş Giriş

El-Mürşidü'l-emîn ilâ Mev'izeti'l-Mü'minîn1

 Yanıt Yaz Yanıt Yaz
Yazar
Mesaj / Okunmamış Mesajları Gör
sibel Açılır Kutu Gör
Kalfa
Kalfa


K.Tarihi: 28 Nisan 2010
Durumu: Aktif Değil
Gönderilenler: 189
Aktiflik
Seviye
Deneyim
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Alıntı sibel Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Konu: El-Mürşidü'l-emîn ilâ Mev'izeti'l-Mü'minîn1
    Gönderim Zamanı: 14 Mayıs 2010 Saat 00:14

l-Mürşidü'l-emîn ilâ Mev'izeti'l-Mü'minîn

 

 

Çeviren: Abdulkadîr Akçiçek

 

Bedir Yayınları  

  

 

ESER HAKKINDA

 

İSLÂM KLASİKLERİ No: 2

Müellifi: İmam Gazali

TÜRKÇE tercümesini sunduğumuz bu eserin Arapça aslının ismi

«ei-Mürşidü'l-emîn ilâ Mev'izeti'l-Mü'minîn» dir.

Müellifi İmamı Gazali hazretleridir. Arapça'da «imam» kelimesi, önder mânâ. sına gelir. Bu büyük âlim gerçekten, ümmet-i Muhainmed içinde yetişmiş büyük bîr önder, nurlu bir kılavuzdur. Asnnın müced-dididir. Ona haklı olarak «Hüccetülislâm, Zeynüddîn» (İslâm'ın delili, Dinin ziyneti) lakablan verilmiştir. Ölümünden bu yana bin yıla yakın bir zaman geçmesine rağmen, bu ulu zat, eser¬leriyle Müslümanlara hâlâ hocalık yapmakta, insanları doğru yola sevk etmektedir. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin vekilleri ve halifeleri durumunda olan Rabbani Şe¬riat âlimleri ve kâmil mürşidler işte böyledir. Hocalıkları, reh¬berlikleri, irşadlan kabir-berzah âleminden de devam eder. On¬lar, bu hizmetleriyle ümmetimizin veliyy inime ileridir. Allah on¬lardan razı  olsun!

Bu eser, esas itibariyle tasavvufî bir kitaptır. Tasavvuf demek. İslâm ahlâkı demektir. Tasavvuf yüce dinimizin boyutlarından biridir. Asıl olan Şeriattır; tasavvuf onun tamamlayıcısıdır, süsü, ziynetidir. Şeriatle tasavvuf arasında asla ve kata aykırılık yok¬tur. Zaten, Seriate uymayan tasavvuf gerçek tasavvuf değildir. Tarikat de öyledir; Şeriatsiz tarikat olamaz. ZAMANIMIZDA, bazı câhil ve bidatçi kişiler tasavvufa, turuk-i aliyyeye, tekaya ve zevayaya, zikrullaha, meşâyih-i kirama, sûfî-lere ve dervişlere cephe almışlardır. Bunlar modern haricîler, mutaassıp İbn Teymiy ye çiler, Vehhabîler ve diğer reformcu gü¬ruhudur. Bu aşın ve azgın fikirleriyle İslâm dünyasında büyük fitneye sebebiyet vermektedirler. Bunların piri olan İbn Teymiy-ye, ilim ve hikmetine munsif garplıların bile hayran olduğu Muh-yiddîn İbn Arabi hazretleri için «o Şeyh-İ Ekbcr değil şeyh-i ek¬lerdir (eti kâfir şeyhtin* diyecek kadar insafı ve edebi terk et¬miştir. Hiç şüphe yoktur ki. bu gibi gulüvve sapmış kafalardan ümmetimize hayır gelmez. Bu gibi aşırı fikirlere sahip kardeş¬lerimizin bir an evvel itilcadlanm tashih ile ehl-i sünnet ve ce¬maat İslâmlığına dönmelerini temenni ve niyaz ederiz. BEDİR Yayınevinin «İslim Klasikleri» serisinin 2'nci kitabı ola¬rak İmamı Gazali hazretlerinin bu eserini iftiharla sunuyoruz.

BEDİR YAYINEVİ

  

o, gerçek ehli ve onun arayıcısıdır. Sözleri birer hüküm ve ölçü olarak kullanılmaktadır. O bir hakikati ifade etmek isterken şöy-îe diyordu: Hiç kimse, içinde yaşamadığı, derinliğine eremedi-ği konuyu, mesele haline getirip üzerinde fikir yürütmeye yet¬kili değildir.

Gerçek düşünceleri ile o, bir şahsiyet olarak yaşadı. Şimdi değil, îâ o zaman ulemâ arasında HÜCCETÜ'L-İSLÂM lâkabı ile anılıyordu. Ama ne olursa olsun, bu hâli ona gurur vermiyordu. Çünkü o önderini bizzat görmüş, idarenin kimde olduğunu bil¬mişti... Ve tasavvuf yolunu tutmuştu... Hâl ehli olmuştu.

*

İmamı Gazali şeriatla tasavvufu kaynaştırmış; zahirle bâtını birleştirmiş; kuru bilgiye aşk, şevk ve muhabbetle revnak ver¬mişti.

Onun hayatında dönüm noktası, tasavvufu buluşu ve o yo¬lu seçişidir. Bundan Önce eski Gazali, bundan sonra yeni Gazali vardır. Mühim olan, büyük olan, örnek olan yeni Gazali'dir. Es¬kisinin, yenisiyle bağdaşmayacak fikir ve tenkidleri hükümsüz¬dür, mensuhtur...

Mürşidü'l-emin   kitabında   işlediği  konular,   verdiği  bilgiler, bir bakıma yeni Gazali'nin bütün eserlerinde, çeşitli vecihlerden    ? ve  bazan kısa, bazan uzun olarak işlediği evrensel ve  ölümsüz Şeriat ve tasavvuf temalarıdır. Mürşidü'1-emin, İmamı Gazali'nîn İhyâu Ulûmi'd-din adlı büyük şaheserinin, muhteşem din ve ta-savvuf âbidesinin bir Özeti mahiyetindedir.  Bu   bakımdan,   ger¬çeği arayanların,  Allah'ın rızasını kazanmak isteyenlerin, ResûT-ün yolunu  seçenlerin el kitabıdır, kılavuzudur, rehberidir.

      YAYINCININ NOTU:  :    

Mütercimin de belirttiği gibi î. Gazali Şafii mezhebindendir. Bu bakımdan eserdeki,,ilmihal ve fıkıh bilgileri İmamı ŞâfÜ haz* retierinin görüşlerine, ictihadlarına göredir. Okuyucularımıza tav¬siyemiz, bu  gibi bilgileri mensubu bulundukları mezhebe ait il¬mihal ve  fıkıh   kitaplarından  öğrenmeleridir. Hanefî  mezhebin¬den olan  kardeşlerimize merhum Ömer   Nasuhi Bilmenin  «Bü¬yük İslâm İlmihali»ni, Hacı Zİhnİ Efendi'nin «Nİmet-i îslârn»mı ve benzeri muteber kitapları okumalarını tavsiye ederiz. Zinhar, reformcu,  mezhebsiz,  ehlisünnet  düşmanı, bid'atçi,   selefi   (Tey-miyyeci),  telfikri mezahibçi  ve benzeri bozuk fırkalara mensup ehliyetsiz kimselerin para kazanmak, Müslümanların kafasını ka¬rıştırmak için yazdıkları kitapları okumamalıdır.

 

İmamı Gazalî'nin hayat hikâyesine bir nebze daha temas ede¬lim:

linr

Babası, son demlerini  yaşıyordu. Ölüm   meleği gelmiş;  seni

ebedî istiraha-t âlemine götüreceğim, diyordu... O bu daveti can¬dan kabul etmiş, belki de sevinmişti... Çünkü bu fani âlemin ağır yükü  onu ezmişti... Sonra   imtihan alemindeki notlan da başa¬rılı idi, korkmaya hacet yoktu. Sonra.., evet sonra gitmemeye ça¬re mi vardı? O büyük  zat, bunu biliyor, bildiği için son vazife¬lerini yapmayı arzuluyordu... İlim adamlarını ve bilhassa sofiye zümresini pek severdi. 0 sevdiklerinden birini yanma davet etti

ve şöyle dedi:

— İlim ehlini çok severdim... Çocuklarımın onlardan olma¬sını isterdim. Fakat yetiştiremedim. Gidiyorum... Bir daha gel¬memek üzere.  Yavrularım  sana emanet,  istediğin   gibi  yetiştir.

Allah'a emanet olun...

Sonra Allah'ın rahmetine kavuştu.

Bu sözleri söyleyen İmam Gazali hazretlerinin babasıydı... Oğlunun zekâsını, kabiliyetini sezmişti. Yetiştirecekti, ama Öm¬rü vefa etmedi. Her bakımdan itimad edebileceği ve oğlunun yetişmesini sağlayacak şahsı  seçti ve emanet etti...

Gazali hazretlerinin emanet edildiği zat, sof iyedendi. İhtimal ki, tasavvuf sevgisini ondan almıştır. Ona göre, tasavvufla ta¬mamlanmayan ilim kıyl ü kaiden ibaret kalır; kısırdan içe¬riye  nüfuz edemezdi.

Hal böyle ama bilhassa o zamanda, tasavvufu tam anlamak kolay mıydı?.. Elbette değildi. O lâfla olamazdı. Ondan Önce ya¬pılması  gereken birçok işler vardı. Önce onların ikmâli gerekir¬di, îşte o emaneti üzerine alan zat, bunu biliyordu,.. Gazâlî'nin, her bakımdan asrın ilimleriyle mücehhez olmasını istiyordu. Bun¬ları elde etsin, ötesi kolay... Diyordu ki:

— Önce, zahirî bilgileri Öğrenmeli. İslâm Dini'nin esasım an¬lamalı... Bunlar birer âlettir. Bu âletlerle kabiliyetine göre, doğ¬ru yolunu bulur. Böyle yetişmesi için de  en iyisi Cürcan ilidir. Ve düşündüklerini hemen yapacaktı... Onu Cürcan'a gönde¬recekti.  Fakat orası, pek müptedüerîn yeri değildi. Bu zat, Ga-zalî'dcki zekâya hayran olmuştu. Bütün varını onun için feda et¬ti, tahsilinin ilk kısmını böylece kendisi okuttu. Artık  onun ye¬tişmesine m-addî gücü yetmediği gibi,  manevî  gücünün  de yet¬mesi mümkün değildi.

7

 

Cürcan ili bir ilim merkezi idi. Tahsil yapan hemen herkes oraya gidiyordu. Gazâlî de oraya gitti. Bir medreseye girdi Za¬hiri bilgilerin hemen hepsini orada Öğrendi

Allah sevdiğini imtihan eder... Bu imtihanların yönü ve şek¬li belli olmaz. Sen imtihan olacaksın diye çağıran, kulağına fı¬sıldayan da olmaz. İnsan, her an bir imtihan içindedir, fakat bu¬nu bilen azdır... Allah'ın bildirdiği bilir. Gayrisi bilemez... İm¬tihandan sonra da bilemez.

Burası imtihan âlemidir. Kimdir o, imtihan edilmeden Hakk¬ın rızasını bulur. Kimdir o, imtihandan geçmeden oldum, der... Kimdir o, aşk ocağında yanmadan piştim der...

Allah onu seviyordu... İmtihan edip bir üst sınıfa alacaktı. Bunu o nereden bilsin. Kendisine güveni vardı. Âlim olmuştu... Notları çantasındaydı. Başı dik ve göğsü kabarıktı... Fakat ola¬cağı imtihan için, bunların hiçbiri yeter değildi. Gururu kırıla¬caktı... Başı göğsüne inecek ve haddini bilecekti. Bu mutlaka olacaktı ve oldu...

Memleketine dönüyordu. Yolda sarıldılar. Herkes neyi varsa verdi. Gazâlî de verdi. Fakat arkadaşlarının altunu, gümüşü gi¬derken; onun çantasında yalnız  notları vardı, o gidiyordu.

Uğruna yıllarca emek verdiği o notları, nasıl bırakırdı ora¬da... İçinden, aldı verdi. Son kararı şu oldu: Çete reisine çıkip çantasını isteyecekti. Çünkü içindekiler onların işine yaramazdı. Çetenin istediği silâhtır, paradır. İlim âletin.i neylesin, diyordu... Fakat onun yanma çıkmak kolay mıydı? Asardı, keserdi. Daha neler ederdi. Ama bunları düşünmüyordu. Ne bahasına olursa oî-sun, onunla görüşmek İstiyordu. İstediği oldu. Az sonra reisin karşısına çıkmıştı, içindeki ilim ve irfanın verdiği cesaretle şöy¬le diyordu:

— Adamlarınız, benim de bir çantamı aldılar. İçinde işinize yarayan bir şey olmasa gerek. Ben tahsilden dönüyorum. Bir¬çok emek sarfı İle hocalarımın verdiği derslerden not tuttum. O çantada bunlardan başkası yok. Aşağı yukarı bilgim de unlara bağlı...

Her şey, kâinatın bütün zerreleri, bir tek kuvvetin esiri... O'nun... Allah'ın... Bunu bilmek ve bunu sezmek gerek... Onun imtihanı ve hikmetli işleri Öyle yollardan dolanır, gelir  ki, akıl

 

almaz; sır ermez... imanlı kulunu ayıktırmak için, kâfirin ağzın¬dan hikmet söyletir. Şeytanı biie o imanlı kuluna yardımcı kı¬lar. Yeter ki o, bir defa sevsin; kulum, desin..: Sonrası kolay... Kâfir bilir mi söylediğini, niçin söyler? Şeytan bilir mi yaptığı¬nı, kötülüğü niçin yapar? Bunlar kötülük ederken iman sahibi¬nin nuru artar. Taleb edeceği yol görünür. Dışta, reis konuşuyor, bilmeden Gazâlî'nin takip edeceği yolu gösteriyordu:

     Yazık, demek öyle ha?.. Bütün bildiğin bu çantada... O,

halde nasıl ilim tahsil ettiğini iddia ediyorsun?.. Bunları elinden

alınca cahil kalacaksın...  İlim böyle mi olur?..'

Bu sözler ne, çetenin mesleği ne?.. Bir başka yönden geliyor¬du bu sözler; oraya kulak vermek, orayı dinlemek gerekiyordu. Gazâlî bu sözlerle ürperdi. Cevap veremedi, zahirde sessizlik vardı; ama o içinden bazı sesler duyuyordu:

     Kafan dik... Gururlusun... Âlimim, diye Övünürsün; ilmin

çantadan ibaret... O gidince elinde bir şey kalmadı, içini doldur-

san olmaz mıydı? Kalbini parlatsan daha iyi olmaz mıydı?..

Daha neler?.. O, bu sözleri içinden duyuyordu... Fakat rei¬sin yanında susmuş, duruyordu... İçinden geçenleri onun bilme¬sine de imkân yoktu. Çantası verildi.

Gazâîî hazretleri bu imtihandan dersini almıştı. Şu cümle, onun bu hâdiseden aldığı dersi gayet  güzel  anlatır:

«O iş, Allah tarafından bana verilen bir imtihan yollu dersti.»

Onun imtihanı yalnız bu olmamıştır. Bu hâdiseden sonra yazdığı bütün notlan ezber ettiğini söyler, hattâ telif ettiği cüm¬le eseri ezberine aldığını da rivayet ederler. Fakat gün olmuş o büyük zat, geçirdiği ruhî haller içinde, bunu da yeter bulma¬mış... Bildiğini, bilmediği kanısına varmış... îçini şüphe kurtlan yemeğe başlamış... Ve her şey o zaman bitmiş... Son ve büyük imtihana girmiş... Ne ilim, ne de kitap... Hiçbir şey içini rahata erdirememiş. Şüphesini giderememiş... O zamanın birçok ilim devlerini düşüncesi ve bilgisi ile yere sererken, şimdi kendi der¬dinin çaresini bulamaz olmuş... Bu halini biraz da kendisinden dinleyelim:

«Sonra Şam'a vardım. İki seneye yakın bir zaman orada kal¬dım. Orada kaldığım müddetçe sofiye kitaplarından Öğrendiğim veçhile, kalbimi zikrullah ile tasfiye etmek, ahlâkımı düzeltmek, nefsimi fena huylardan temizlemek için daima İnsanlardan ay¬rı yaşamayı, riyazet yapmayı ve ibâdetle meşgul olmayı tercih ettim. Bir müddet Şam'daki Emevî Camü'nde itikâfa girmiştim.

 

Her gün caminin minaresine, çıkar, kapıyı üzerime kilitlerdim.» Kısa bir hikâyesini anlatmakla Gazali hazretlerini biraz da¬ha tanıtmış olduk... Onun yaşadığı hayat, refah ve saadet için¬de geçmedi. Fakat, bugün refah içinde yaşayan ilim adamların¬dan daha köklü, daha derin eserier verdi... O maddi sıkıntı için¬de yazdığı eserleri, bugün Avrupa kendi diline çevirip, bir şey¬ler Öğrenmeye çalışıyor. Benliğini yitiren biz, Avrupa'nın müs¬veddelerini kopya ediyoruz... Niçin böyleyiz?.. Dokuz asır evvelin maddi imkânı kadar, imkânımız yok mu?.. Var... Hem de na¬sıl... Bir ilmin kaynağını bulmak için o zaman iki üç aylık, ya da.yıllık yol giderlerdi... Biz, onu saniyede buluyoruz... Bir tele-fonla... Eksiğimiz mânevidir, iman noksanlığı... Onlar, peygamber ve ashabı yolunda idi. Biz kimin yolundayız?.. Söylemeye hacet yok...

Maddî sözler bizi kurtaramaz. Burada bile kurtaramıyor. Kal¬dı ki, maddenin eridiği gün kurtarsın.

Size ikinci kısmım takdim ettiğimiz eser, bu mânâyı anla¬tır. Peygamber yolunu gösterir. Bu eserde her şey var. Edeb, ter¬biye... Kalb halleri... Çalışmak... Maddî tarafı da var, manevî tarafı  da...   Yeter ki okuyalım...

îmam Gazâlî tam Peygamber s.a. yolundadır. Biz de o yola girmeye çalışalım. Aksi halde bir gün iflâs fermanımız okunur¬sa, hiç şaşmayalım ve kimseye gücenmeyelim...

Zamanın çarkı hızla dönüyor. Ne acı ki, henüz kimin lehine döndüğü pek belli değil.-. Şüphesiz bunu, vakti gelince anlaya¬cağız,1 ama aynamıza ötelerden akseden durum, hiç de ferahlık verici değil... Ana ile kızı arasındaki fark... Baba ile oğlu ara¬sındaki ayrılık... Hep o İstikbalin bir yanıp, bir sönen akisleri-dir... Bu durumu sezenler, irkiliyor; bağrıp çağrıyor... Ve... ağ¬lıyor... sızlıyor... çırpmıyor. Buna karşılık İşin özünü göremeyen¬ler, maddenin  verdiği mestlik içinde uyuyor...

Ortada kapalı olmayan bir durum var. O da maddenin şı¬marmış olmasıdır. Bu bir hakikattir... Bunu anlamak için, sa¬dece iman ve biraz izan sahibi olmak kâfi... Varsa, irfan gözlü¬ğünün ucuyla bakmak yeter... Bu feci hal, her gün biraz daha artmaktadır...

Neticede muhakkak, Hak Teâlâ'nın emri olacaktır... Ne var ki, bunun, ümmet-i Muhammed'in lehine olmasını temenni ve niyaz, hepimize düşen vazifedir... Bu da kuru lâfla olmaz, amel¬le olur... Başta Kuran ve Hadîs kaynaklarından alman,-şifa ve-

10

 

rici eserlere dalmamız ve onlara göre hareketlerimizi ayarlama¬mız gerekir... Allah'ın emri olmayan hiçbir işe, Peygamber s.a. efendimizin işareti bulunmayan hiçbir şeye dokunmamamız ge¬rekir. Her haram, her yasak bir ateştir... Manevî hayatımızı ya¬kar, kalbimizi öldürür... Bize maddî hayattan çok manevî ha¬yat lâzımdır. Çünkü biz, sonsuz âlemin yolcularıyız ve bitmeyen, tükenmeyen nimetlere ermeye namzediz... Bunlara, kalıbımızdan çok kalbimizle, özümüzle ereceğiz... Onu koruyalım, kurtara¬lım... İşte size takdim ettiğimiz bu eser, özümüzü kurtaracak bir eserdir... Aynı zamanda, maddî hayatımızı da tanzim edip, kâmil bir insan olmamıza yardımcı  olur...

Daha önceki kısımlarda da arz ettiğimiz gibi bu eser, İmam Gazâlî hazretlerinin şaheseri thyau'l-Ulum'un özetidir. Bu özeti bizzat kendisi yapmış, Eİ-Mürşidü'1-emin adını vermiştir. Bu ese¬ri biz dörde böldük... İkisini çıkardık, biri de budur... Kalanını da Allanın izniyle çıkaracağız.

Her kısma bîr Önsöz koymak âdetimiz olduğu için. esere geç¬meden, bir şeyler yazmayı yerinde bulduk... Diğer kısımlarda olduğu gibi, burada da îmam Gazâlî hazretlerinin bir menkıbe¬sini anlatacağız...

îmam Gazâlî hazretlerinin hayli hikâyesi ve menakıbı vardır. Biz onların belki de binde birini ancak biliyoruz... Bildikleri¬mizin de yüzde birini ancak yazabiliyoruz... Bu zatların her hal¬leri, her sözleri ulvi bir hale İşarettir... Dünyaya gelişleri dahi, görüp bildiğimiz gibi değildir... Bunlar evliya zümresidir... Cenab-ı Hak bu zümreye bir başka istidad vermiştir... Bu istidadlan ezelî'dir, ebedî'dir.

Aşağıda anlatacağımız hikâyesi,  onun ezelî istidadına işaret ceder ve sonsuz kabiliyetini gösterir...

İşte size takdim ettiğimiz eser, böyle bir zatın eseridir... Bu eser, o ezelî istidadın bir icabı olarak yazılmıştır. Her cüm¬lesi bir âyet-i kerimenin tefsiri ve bir hadîs-i şerifin şerhidir... Ve her bölümü manevî hastalıklarımıza birer şifa reçetesidir... Asıl önemli olan onları tatbik etmektir... Sadece okumak kâfi gelmez... Ama yine de okuyalım ve okutalım... Rabbımız diler¬se birgün tesirini halk eder...

Size İmam Gazalî'nin hayatından bahsediyoruz. Ama o bü¬yüklerin   hayatlarını  anlatabilmek   kolay   mıdır?

11

 

Onu nasıl anlatabiliriz ki?.. Birer parlak yıldız gibi, bize göz kırpan menkıbelerinden bir ikisine işaret  etmekten  gayrı...

Bu düşünce iledir ki, zahirî hayat hikâyesini, pek tafsil ci¬hetine hiç gitmiyoruz. Onu başkaları yapsın... Ve siz onun bu tarafını ansiklopedilerde okursunuz...

 

Kurtla kuşla da arkadaş olmuyordu. Sesten, sözden ve hele insanlardan o kadar kaçıyordu ki, zaman zaman minare şere¬felerinde gecelediği oluyordu.

 

 

 

Şekerin sözü edildiği yerde, ağzınıza ne de olsa onun ta. di gelir gibi olur. Şayet daha Önce şekeri tadmışsanız... Tadma-sanız da iyidir... Bir büyüğün dediği gibi:

     Şekeri yeınesek de, sözünü etmiş oluruz ya...

Ya  şu   cümlenin  derin   mânâsı:

     Salih kullar   anıldığı   zaman rahmet  iner...

Allahü Teâlâ'nm, insanı ne zaman ve nerede hidayete erdireceği bilinmez. Bir büyüğün menakıbı anlatılır... İçinde, parlamaya ha¬zır birinin kandiline ondan bir kıvılcım sıçrar, iş olur... biter...

Olanlar hep böyle olmamış mı?.. Allah, hidayet dilediği bir kuluna bir söz, bir işaret kâfi gelir... Yine büyüklerimiz:

— Arife işaret yeter... dememişler mi?.,

O halde aç gönül gözünü, bak... Gönül kulağım ver, dinle...

Ola ki, o büyük insanın dalgalı hayatından aldığımız bir iki hikmet kırıntısı,  bize bir umman  kapısı açar...

O, müetehid derecesindeydİ... Fakat, hikâyesini anlattığımız sebepten Şafiî mezhebine tabi olmuştu.

İslâm âlemine yeni bir ruh aşılıyor... Ve yeni bir fikir kapı¬sı açıyordu... Ortaya hakikati koyuyor, sonu safsata olan ve hiç¬bir netice  vermeyen,  felsefî düşünceleri, bid'atleri çürütüyordu.

Allah'ın izni ile parlak zekâsı, fazileti sayesinde bunları yap¬maya  muktedirdi...

Onun bir iç âlemi vardı ki, pek parlak... Zahirdeki vazifesi hitam bulunca, Allah ona iç âleminin kapısını açtı...

Ve... ondan sıçrayan bir kıvılcım maddî şöhret dağlarını yak¬tı,   kül  etti...

İşte bundan sonra yıkıldı... Bir cezbe geldi, onu alıp götürdü...

Vebadan kaçar gibi şöhretten kaçıyordu...

îç âleminden gelen davete koşuyordu. Issız vadilerde dola-şiyordu... Dağlara çıkıyordu.

12

 

îşte böyle halktan kaçıp kurtulmak istediği bir devresi idi. Hayli gezdi... Şam'a geldi...

     Belki orada bilmezler, tanımazlar... diyordu...

Ama hiç böyle şey olur mu?..

Karşısına bir medrese çıkmış,  ister istemez içeri girmişti... Dinledi... Dinledi... Bir ara hoca efendi talebelerine:

     Bu hususta İmam Gazali hazretleri şöyle buyurmuştur,

dedi.

Bu cümleyi duyar duymaz... içi geçti... Korktuğu burada da başına gelmişti... Sanki tavan çöktü, altında kaldı... Müm¬kün olduğu kadar sezdirmemeye çalıştı... Başı döndü... Kendin¬de bir kuvvet bulur bulmaz, hemen çıkıp gitti... Gitti değil, kaçtı...

Endülüs'ün büyük müfessirlerinden Kadı Ebu Bekir'i din¬leyelim:

     imam Gazali'ye bir sahrada rasladım. Üzerine eski bir el¬

bise giymişti... Elinde de ucu demirli bir asa vardı... Koltuğun¬

da da bir su ibriği...

Halbuki onu daha önce Bagdad'ta görmüştüm... Derslerin¬de en az dört beş yüz ilim ve fazilet erbabı büyük zat bulunur, istifade ederlerdi.

Yanma yaklaştım... Selâm verdim ve şöyle dedim:

     Ya imam, senin için Bagdad'da ders vermek ve ilmî mu-

baheseler yapmak, bu halinden daha hayırlı değil miydi?

Bunun üzerine bana yan gözle, biraz sertçe baktı ve şu şiiri okudu:

Ne vakit ki, irade semasında saadet ayı doğdu; Visal güneşi, vusul mağriplerine doğru yola koyuldu. Leylâ'nın da, Sada'nın da hevesini uzakta bıraktım; Artık tashihe doğru ilk menzile... ötekilerden bıktım. Şevkler hep birden bana nida edip dediler ki: — Dur, işte...

13

 

KURTULUŞ

 

Buralar sevdiğin menzilleridir, in de ilerde iste. Onlar için ince iplik eğirmiştim, ama bulamadım; Eğirdiğime bir dokuyucu çıkmaz oldu; ben de iğimi kırdım.

Son iki mısraı ile, halinden anlayanın çıkmadığını, vaazına, dersine devam edenlerin boşuna geîip gittiklerini anlatmak is¬tiyordu.

İşte size böyle bir zatın eserini tercüme ettiğimiz için bah¬tiyarız... Allah nasip etti, tamamladık.., Bizden öncekiler gittiler, biz de gidiyoruz. Yeter kî, geride, rahmete vesile bir eser kalsın, bizleri hayırla andırsın.

Abdulkadir Akçiçek

 

Müslüman olmayan bir insana gereken ilk şey iman etmek¬tir. Kişi imanla Allah'ı bulmuş ve bilmiş olur ve O'nun gönder¬diği ilahî kanun ve düzeni öğrenerek itaat dairesine girer, ebedî   

saadeti kazanır.

Bu anlattığımız, henüz Müslüman olmamış bulunan bir in¬sana  düşen  ilk vazifedir.  Ama imanla şereflenmiş;  mümin  ve müslim sıfatını kazanmış bir kimsenin ilk ve en Önemli vazifesi itikadım  (inançlarını)  tashih etmektir. Tashih, doğrultmak, dü¬zeltmek mânâsına   gelir.   Peygamberimiz   bir   hadîs-i şerifinde «Ümmetim yetmiş üç bölüğe ayrılacaktır. Biri dışında bunlar ce¬hennemliktir» buyuruyor; ve «Ya Resûlallah, kurtulacak olan bö¬lük hangisidir?» sorusuna da: «Benim ve  ashabımın yolunda gi¬denler;   onlar gibi   inanıp, onlar gibi hareket edenler» cevabım

veriyor.

İşte bu kurtulacak olan bölük, ehl-i sünnet ve cemaat Müslü-ş mamandır. Bunlar inançta, amelde (işlenecek şeylerde), İslâm'ın dinî ve dünyevî hükümlerinde, ahlâkta Peygamber  Efendimizin, ashab-ı kiramın ve sâlih seleflerimizin yolunda ve izindedirler.

Ehl-i sünnet ve cemaat Müslümanları ilahî ve nuranî bir hi¬yerarşi içinde yer almışlardır. Âlim olmayanlar hakiki âlimlere, gerçek din hocalarına, kâmil mürşidlere tâbi olurlar. O âlim ve mürşidleri de birtakım âlimler ve mürşidler yetiştirmiştir. BÖy-lece, bu bağlılık zinciri en büyük hoca olan (Hâce-i Kâinat) aley-hissalâtü vesselam Efendimize kadar ulaşır. O da, Allah'ın Re¬sulü olduğu için, silsile Âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah'a vanr. Zamanımızda bazı anarşist fikirli kişiler, ehl4 sünnet ve ce¬maat Müslümanları arasındaki bu ilahî ve nuranî hiyerarşiyi yık¬mak İçin şeytanî propagandalara girişmişlerdir. Böyleleri şu me¬alde propaganda yapıyorlar: «İslâm'ın iki ana kaynağı Kitab ve Sünnet'tir;   herkes doğrudan doğruya bu ana kaynaklardan İs¬lâm'ı öğrensin; geçmiş asırlarda yaşamış din ulemâsının kitapla¬rına itibar edilmesin, zaten onlar ortalığı karıştırmıştır». Bu gibi propagandalar yapan kimseler ve çevreler ehl-i bid'attir; reform¬cu, mezhehsiz, fesatçı kişilerdir. Bunlar, müzminleri doğru yol¬dan uzaklaştırıp Râfızîlerin, Vehhabîlerin, İbn Teymiyye'çilerin, Haricîlerin yollarına sokmak istiyorlar. Bunlar ıslah perdesi al¬tında ortalığı ifsad ediyorlar.

Bu hususları kıymetli okuyucularımızın dikkat nazarlarına

BEDİR YAYINEVİ

arz ederiz. Vesselam.

 http://www.darulkitap.com/oku/kulliyatlar/v2/gazalikulliyati/Elmursidulmin.htm


Yukarı Dön
 Yanıt Yaz Yanıt Yaz

Forum Atla Forum İzinleri Açılır Kutu Gör

Powered by Web Wiz Forums Free Express Edition
Copyright ©2001-2009 Web Wiz
Türkçe Çeviri Hakan Tekgöz

Bu Sayfa 0,142 Saniyede Yüklendi.