Gazali Net Ana Sayfa
Anasayfa Anasayfa > Gazali'nin Fikirleri > Gazali'nin Fikirleri
  Yeni Mesajlar Yeni Mesajlar
  Forum Yardım Forum Yardım  Forumu Ara   Kayıt Ol Kayıt Ol  Giriş Giriş

Düşünce Dünyası-GAZÂLÎ'NIN İLİM düşünce mantığı2

 Yanıt Yaz Yanıt Yaz
Yazar
Mesaj / Okunmamış Mesajları Gör
sibel Açılır Kutu Gör
Kalfa
Kalfa


K.Tarihi: 28 Nisan 2010
Durumu: Aktif Değil
Gönderilenler: 189
Aktiflik
Seviye
Deneyim
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Alıntı sibel Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Konu: Düşünce Dünyası-GAZÂLÎ'NIN İLİM düşünce mantığı2
    Gönderim Zamanı: 16 Mayıs 2010 Saat 15:31
İlimlerin Smıflandırılması 

Gazâlî'nin, ilimlerin taksimine ilişkin açıklamalarında da, belirtmeye çalıştığımız anlayışın bir neticesi olarak, salt bilimsel meraka dayalı bir yaklaşım tarzını gözlemleyemiyoruz. Onun bu konuyla ilgili görüşleri çeşitli kontekstlerde ve farklı vesilelerle ortaya çıkar ve genel olarak, dini/teolojik bakış açısını yansıtır. Onun, bu konuda yapmış olduğu açıklamalarda, genel olarak, şu iki temel husus kendini göstermektedir: İlk olarak, o, dünyevi ve uhrevi saadeti temin edecek bilgiye sahip olan ilmin, ilimler klasmanındaki değerini gösterip tespit etmek için, daha çok dini ilimlerin taksimiyle uğraşır36. El-Mustasfâ ve özellikle İhyâ'daki tavrı bu duruş tarznı yansıtmaktadır. İkinci olarak, Gazâlî'nin, Makâsıd el-felâsife de dahil olmak üzere, felsefi ilimlerin taksimine ilişkin açıklamaları, genellikle eleştirmek ve bir bakıma hata aramak üzere yapılmış açıklamalardır. Şunu da ilave etmek gerekir ki, Gazâlî, bütün ilimleri kapsamına alan genel bir ilimler taksimi de yapmamaktadır. 

Gazâlî, Makâsıd el-felâsife'de, ilahiyat kısmının ilk mukaddimesinde ilimleri, konularına ve amaçlarına göre nispeten geniş bir taksime tabi tutmaktadır. Ona göre, her ilmin, araştırma alanı olarak seçtiği bir konu bulunmaktadır. Ve her ilim zorunla olarak "varolan nesnelere" yönelmektedir. Gazâlî ilmi araştırmaya konu olan nesneleri ikiye ayırmaktadır. İlki, varlığı, siyaset, yönetim, ibadet, riyazet, mücadele gibi insani yapıp etmeler alanına ait eylemlerimize bağlı olan ilimlerdir. İkincisi ise, gök, yer, bitkiler, hayvan, madenler, melekler, cin, şeytan gibi varlığı fiillerimizle ilgili olmayan nesneleri konu alan ilimlerdir. Gazâlî bu ontik ayrım çerçevesinde, ilimleri, geleneği takip ederek, pratik ilimler ve teorik ilimler olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Pratik ilimler, insan eylemlerini tanımlayıp kategorize eder. Bu ilimlerin dahiline giren bilgilerle, hem dünya işlerimizi (masalih) tanzim eder, hem de onlara uyup uymama itibariyle ahirete yönelik umitler taşırız37. 

Pratik hayata dair bilgi, Gazâlî ye göre insanın, bir yönüyle bütün insanlarla paylaştığı alanla ilgilidir. Çünkü insan, doğası gereği, ya da doğrusu, yaratılışı gereği, sosyal bir varlıktır. Ancak sosyal varlık olarak insanın dünya ve ahirete ilişkin maslahatı belli bir düzenliliği gerektirir. İşte bunu sağlayan bilgi, pratik ilimlerin içerisinde belli bir disiplin haline gelmektedir. Gazâlî ye göre, pratik yaşayışla ilgili bilginin kaynağı şer'î bilgilerdir. Bu bilgiler de, siyasi ilimler içerisinde belli bir disiplin hüviyeti kazanır ve ilmileşir. Öte yandan pratik bilgi, ev yönetimi ile ilgilidir. Pratik bilgi ile çalışan disiplinlerden birisi de insana iyi ve erdemli olabilmesi için yapması gerekeni gösteren ahlak ilmidir. Gazâlî, öyle anlaşılmaktadır ki, ahlak ilmi çerçevesinde, başkalarıyla ilişki içerisinde değil, kendi başına insanı düşünmektedir38. 

Gazâlî'ye göre teorik bilgi, "tıpkı görülebilir suretin aynada oluşması gibi, ruhlarımızda kendi düzeni içerisinde, bütün olarak varlığın heyetinin oluşması için, kendisi ile varlıkların durumunu tanıdığımız bilgidir". Gazâlî, bu tür bilgiyi almaya yönelik yatkınlığı, ruhun hassası olarak değerlendirmektedir. Yarar bakımındansa, kendine has özelliğini gerçekleştirdiği için ruhun yetkinliğini sağlar. Bu da bu dünyada bir fazilet, öte dünyada ise, mutluluk için bir sebep teşkil eder39. 

Nazari bilgi, yönelmiş olduğu nesneler dünyasının madde ile olan ilişkisine göre üç tür ilmi disiplin içerisinde mütalaa edilmektedir. Bunlardan ilki, 'ilk felsefe' ve 'ilahi ilim' olarak isimlendirilir. Bizim bugün metafizik olarak isimlendirdiğimiz bu ilmi disiplin içerisinde Allah'ın zatı, aklın kendisi, birlik, neden, sonuç, varlık ve yokluk gibi maddeden uzak ve değişim ve harekete tabi cisimlerle ilgili olmayan makuller araştırma konusu yapılır40. Metafizik (el-ilm el-ilahi) in araştırma konusu mutlak varlıktır41. Varlığa, diğer ilimlerin konusu olduktan sonra ilişen özelliklerin araştırılması bu ilmin sahasına girmez42. 

Diğer iki teorik bilgi türü, maddeyle bir şekilde ilgisi olan makuller hakkındadır. Gazâlî, buradaki maddi ilgiyi iki şekilde tasvir etmektedir. Bir makul, mesela insan, bitki, madenler, gök yer ve diğer cisimlerde olduğu gibi, ya zorunlu olarak belirli bir maddeye muhtaçtır ki, bu tür makulleri konu alan ilim dalı, tabii ilim ve edebi ilimdir43. Tabii ilmin konusu hareket, sükün ve değişime konu olması bakımından alemin cisimleridir44. Ya da, hayal (vehm) de belirli bir maddeden ayrı olarak oluşabilen üçgen, dörtgen, yüzey gibi makulleri konu alan ilim dalıdır ki, bu da riyazi-talimi olarak isimlendirilir45. Riyazi ilimlerin konusu miktar ve sayı, yani genel olarak niceliktir. Temel riyazi bilimler ise hendese, hesap, heyet ve musikidir46. Gerçi söz konusu geometrik ideler, belli bir maddede varlık kazanırlar, fakat bu maddelerin belirliliği zorunlu değildir. Şu halde onların vehimdeki varlığı gayri maddi, realitedeki varlığı ise maddidir47.

Gazâlî'nin bu taksimini özetlemek gerekirse, hiç bir şekilde maddi olmayanın araştırmasını üstlenen ilim, teoloji (ilm el-ilahi); vehimde gayri maddi olarak oluşan ama varlıkta maddesiz olamayanı araştıran ilim, riyazi; belirlenmiş maddelerde varolan nesnelerin makullerini araştıran ilim ise, tabiat ilmidir48. 

Gazâlî'nin eserlerinde ilimlerle ilgili olarak yer alan en ayrıntılı taksimlerden birisi budur. Bu taksimle ilgili olarak şunu söylemek mümkündür ki, buradaki taksim, felsefenin önemli ölçü de tesirini yansıtmaktadır ve kitabın muhtevasıyla doğrudan bağlantılıdır. Çünkü o, ilimlerin taksimine tahsis etmiş olduğu birinci makalenin sonunda şöyle demektedir: "İşte bu, ilimlerin üçe ayrılmasının nedeni ve felsefenin bu ilimlerle ilgili teorisidir"49. Gazâlî burada, hem başarılı bir felsefe öğrencisi olarak, hem de objektif olmaya özellikle gayret gösteren bir bilim adamı olarak konuşmaya çalışmaktadır. Şunu da ifade etmek gerekir ki, teorik bilginin Gazâlî tarafından "uhrevi saadetin sebebi" olarak nitelendirilmesi, hem eserin naşiri50, hem de başka araştırmacılar tarafından, özellikle vurgulanmaktadır. Zira, yukarıda da değinildiği gibi, teorik bilgi, Gazâlî'ye göre kendi başına bir değere sahip değildir. 

Yukarıda Gazâlî'nin salt akla dayalı araştırmaya vermiş olduğu değere kısmen değinilmişti, aşağıda da değinilecektir. Görüleceği gibi, Gazâlî, müstakil akla dayanan bir metafiziği kesinlikle kabul etmemektedir ve Tehâfüt el-felâsife ile el-Munkiz, başlıbaşına bu görüşü yıkmayı hedeflemektedir. Dolayısıyla Gazâlî, Maksıd'ta teorik bilgiyi mutluluğun sebebi olarak gösterirken, filozofların görüşünü ifade etmektedir. 

Kendi görüş tarzı çerçevesinde Gazâlî'nin ilimlerle ilgili en gözde taksimi dini-dünyevi veya akli-şer'î şeklinde yapmış olduğu ayrımdır. Bu ayrım ve onun ışığında yapılmış açıklamalarla, Gazâlî'nin bütün eserleri boyunca karşılaşırız. el-Mustasfâ da, bu espri içerisinde, fıkıh ve fıkıh usûlünün yerini belirlemek üzere, ilimleri tamamen akla dayalı, tamamen nakle dayalı ve aklı ve nakli müşterek olarak kullanan ilimler olarak üçe ayırmaktadır51. Bu ayrım daha radikal bir tarzda akli ve dini olarak yapılır52. Salt akla dayalı ilimler arasında Gazâlî, hesap, hendese, nücum ve tıp ilimlerini sayarken; dini ilimler arasında da, kelam, fıkıh, fıkıh usûlü, hadis, tefsir ve kalbin durumlarıyla ilgilenen ilm-i batını saymaktadır53. Bunların arasında da tefsir ve hadis gibi ilimler aklın hiç bir şekilde yer almadığı salt nakle dayalı ilimler olarak değerlendirilirken, fıkıh ve fıkıh usûlü ise akla ve nakle dayalı ilimler olarak değerlendirilmektedir54. 

Gazâlî'nin bu taksiminin çok sınırlı kalması bir yana, önceki bölümler göz önünde bulundurulduğunda, dikkat çeken hususlardan birisi, metafiziğin zikredilmemesidir. Yine, mantık ilminin yer almadığı bu taksimde, hendese ve hesap gibi riyazi ilimlerle tıp ve nücum gibi tabii ilimlerin beraberce akli ilimler arasında zikredildiğini görmekteyiz. Burada Gazâlî'nin tipik tavrına örnek olacak bir değerlendirme de karşımıza çıkmaktadır. O, akli ilimler kategorisinde yer verdiği disiplinleri saydıktan sonra demektedir ki, bu ve benzeri ilimler yanlış zanlarla, "ki bazı zanlar günahtır", yararı olmayan doğru bilgiler arasında yer almaktadır. Faydasız ilimden Allah'a sığınırız. Çünkü asıl menfaat ahiret hayatıyla ilgili olandır55. 

Gazâlî'nin konumuzla ilgili en geniş sınıflaması, dini ilimlerle ilgilidir ve o da İhyâ ulûm ed-din'de yer almaktadır. Gazâlî, bu eserinde, ilimleri, daha doğrusu bilgileri, genel olarak, ahiretle ilgileri, farz olup olmamaları ve bilgilerin yeri olarak kabul ettiği kalbteki durumlarına göre ele alıp tasvir ve tasnif etmektedir. Daha önce de belirtildiği gibi, Gazâlî'nin özellikle İhyâ'daki temel amacı, kendi tespitince, dünya-ahiret dengesini dünya lehine ağırlıklı olarak bozan bir sosyo-kültürel ortamda ahiret bilincini yerleştirmek ve dünyevi mutluluğun uhrevi mutluluk karşısındaki mukayese götürmez değersizliğini göstermektedir. 

Bu anlayış içerisinde Gazâlî, bütün ilimlerin gayesi olarak belirlediği ve "ilm-i hafî ve ilm-i batın" olarak isimlendirdiği mükaşefe ilmini sürekli ön planda tutmaktadır. Gazâlî'ye göre bu bilgi dalı, ahirete giden yolun durumlarıyla ilgilenir ve teorik (mükaşefe) ve pratik (muamele) olarak iki kısıma ayrılır. Mükaşefe ilmi, genel olarak İslam teolojisinde söz konusu edilen Allah, peygamberlik ve ahiret gibi temel ve bunlarla ilgili tali itikad esaslarına ilişkin bilgileri kapsamına almaktadır. Bu konularla ilgili bilginin oluşması, her mükellef için farz-ı ayn olan muamele ilminin gereklerinin yerine getirilmesine bağlıdır. Gazâlî, "muamele bilgisi" ile, yapıp etmeler alanıyla ilgili bilgiyi ve bu bilgileri ihtiva eden ilimleri kastetmektedir. Bu da, kalbin durumlarıyla ilgili bilgi ile, organlarımızın eylemleri, yani adetler ve ibadetler hakkında bilgi olarak ikiye ayrılmaktadır56. 

Gazâlî'nin yazılarında her zaman göz önünde bulundurulan bir ayrım da, bilgileri (el-ulûm) dini bir kategori olan farz kavramıyla bağlantısı içerisinde ele almaktır. Bu ayrıma göre, bilgi, ya şer'î olur ya da gayri şer'î. Şer'î bilgileri ihtiva eden ilimler, temelde peygamberlerin öğretilerine dayanmaktadırlar. Bu ilimlerde, ne hesap ilminde olduğu gibi akıl, ne tıp ilminde olduğu gibi tecrübe, ne de lügat ilminde olduğu gibi işitme yol göstericidir. Ve, insanların yapmış oldukları bir takım yersiz anlam kaymaları istisna edilirse, bu ilimlerin tamamı, yararlı (mahmude)dır. Yine de Gazâlî, şer'î ilimleri yararlı ve sakıncalı (mezmunu) olarak ikiye ayırıyor. 

Bir sakınca taşımayanlar, yani yararlı olanlar, usul, furu, mukaddemet ve mütemmimat olarak dört gruba ayrılmaktadır. Şeri ilimlerin asıllarını (el-usul) oluşturan bilgiler dört kitap, sünnet, icma ve sahabe sözleri olarak belirtiliyor. Furûa ait ilimler ise, dünya işlerinin tanzimini hedefleyen fıkhi bilgilerle, ahiret maslahatına ilişkin olan kalbin durumlarına ait bilgiler olmak üzere ikiye ayrılıyor. Tabiidir ki, asıl ve furû olarak belirtilen bu bilgileri ihtiva eden kitapları anlayabilmek için lügat, nahiv ve yazı gibi alet konumunda bulunan ilim dallarına ihtiyaç vardır ki, Gazâlî bunlara mukaddemat demektedir. Bunlar, özleri itibariyle şer'î ilimlerden değildirler. Ancak şeriatı anlamak için, zaruri olarak bunları bilmek gerekmektedir. Şer'î ilimlerin dördüncüsü, Kur'ân, sünnet ve sahabe sözlerini, lafız, mana ve benzeri yönlerden ele alan bilgi disiplinleridir. Gazâlî ye göre, bütün bu şer'î ilimler farzı kifayedir57. 

Şer'î olmayan ilimlere gelince, Gazâlî bunları yararlı, zararlı ve mübah olmak üzere üçe ayırmaktadır. Yararlı olanlar, yani öğrenilmesi sakıncalı olmayan hatta belli bir dereceye kadar farz olan ilimler, dünya işlerinin tanzimi ile ilgili olan tıp ve hesap ilimleridir. Gazâlî bunları da, sosyolojik değerlerini dikkate alarak farzı kifaye olanlarla, farz olmayıp, sahiplerine sadece bir erdem kazandıranlar olmak üzere ikiye ayırıyor. Dünyevi hayatın devamı için zaruri olan tıp, hesap ve temel sanat dallarını bilmek farzı kifayedir. Bunları derinlemesine araştırıp, inceliklerine vakıf olmak ise, insanın gücünü artırarak, ona fazilet kazandırır. Gazâlî ye göre sihir, tılsım ve benzeri ilimler mezmumdur ve bunların bilinmesinde çeşitli sakıncalar bulunmaktadır. Bilinmesinde yarar da zarar da bulunmayan bilgiler ise, şiir ve tarihle ilgili olanlardır58. 

İhyâ'nın bir başka taksimi de, bilgilerin kalbteki durumunu esas almaktadır. Gazâlî, kalbin, doğası gereği, malumatın hakikatlerini kavramaya yatkın niteliğini belirttikten sonra, orada bulunan bilgilerin akli ve şer'î olarak ikiye ayrıldığını söylemektedir. Gazâlî, akli bilgilerle, taklid ve işitme yoluyla elde edilenleri değil, aklın doğasında bulunan bilgileri kasdetmektedir. Bu tür bilgiler de, insanın, 'tek bir şahsın aynı zamanda iki yerde bulunmayacağı, aynı şeyin hem hâdis hem kadîm, hem var hem yok olamayacağı'na dair bilgisinde olduğu gibi, ya zaruri (iktisabi olmayan) olur; ya da, öğrenme ve istidlal yoluyla elde edilen, kazanılmış bilgiler olur. 

Gazâlî, zaruri bilgileri, aşağıda da görüleceği gibi, mantığın çelişkisizlik ilkesiyle özdeşleştirmekte ve onların a priori olduğunu kabul etmektedir. İnsan bu bilgilerin "nereden geldiğini ve nasıl oluştğunu bilmez". 

Aslında, "çocukluktan itibaren zihnimizde hazır olarak bulduğumuz bu bilgilerin kaynağına ilişkin bilgisizlik, onların yakın sebebi hakkında bir bilgisizliktir. Yoksa, insan kendisini yaratıp yol gösterenin Allah olduğunu, (dolayısıyla, bu bilgileri de Allah'ın yarattığını), tabii ki bilmektedir"59. İleride görüleceği üzere, Gazâlî, filozoflarla tartışırken, doğru bilginin dini kaynağını ve özellikle mantık ilkelerinin ilahi menşeini gösterme hususunda büyük bir çaba harcamaktadır. 

Gazâlî, insani çabayla doğrudan ilgili bulunmayan zaruri akli bilgilerin, bilginin nihai hedefine yani, Allah'a yaklaşma hususunda tek başlarına değerli olmadıklarını belirttikten sonra60, akli bilgilere dayalı ilimleri, dünyevi ve uhrevi olarak tekrar iki kısıma ayırmaktadır. Dünyevi olanlar, tıp, hesap, hendese, nücüm ve diğer sanat ve zanaat dalları. Uhrevi olanlar ise, kalbin durumları ve amellerin afetleri hakkındaki bilgi ile, Allah teala, sıfatları ve fiilleri hakkındaki bilgidir61. 

Gazâlî, bu iki bilgi alanın birbirine zıt (mütenafi) yapısını özellikle vurgulamakta ve üzerine durmaktadır. Daha önce de belirtildiği üzere Gazâlî, gerek açık ifadelerle ve gerekse eserlerinin taşıdığı dünya görüşü itibariyle, tercihini ahiret hayatına yönelik bilgiler lehinde yapmakta ve bunu ısrarla önermektedir.

Aidiyeti oldukça şüpheli olan Risâle el-ledünniye'de yer alan ilimler taksimi çok daha bilinçli ve kapsamlıdır. Burada ilimler şer'î ve akli olmak üzere iki temel gruba ayrılıyor. Şer'î ilimler de kendi aralarında asli ve feri olarak ikiye ayrılıyor. Asli şeri ilimler, iman esaslarını, nakilden kalkarak, akli yollarla araştıran tevhid ilmi (veya kelam ilmi); Kur'ân ilimlerini ihtiva eden tefsir ilmi ve Hz. Peygamberin hadislerini araştıran ilm-el-ahbar'dan oluşmaktadır. Bu çerçevede lügat ilminin asli önemi özellikle vurgulanmaktadır62. Asli olmayan (feri) ilimler arasında ise, ibadetlerle ilgili bilgilerle, fıkıh ilmi ve ahlak ilmi sayılmaktadır. Asli ilimlerle feri ilimler arasında yapılmış olan bu ayrım, "bilimsel (ilmi) bilgi" ile "pratik (ameli ) bilgi şeklindeki ayrıma dayanmaktadır63. 

Akli ilimler de, riyazi-mantıki ilimler, tabii ilimler ve varlık ilmi olarak üç mertebeden oluşmaktadır. Riyazi-mantıki ilimler arasına, sayı, hendese, astronomi, iklimler, musiki ve mantık girmektedir. Mutlak cismi araştıran tabii ilimler arasında ise, psikoloji, tıp, meteoroloji, madenler ve kimya gibi ilimler yer almaktadır. Varlığı araştıran en yüksek ilim ise, vacip, mümkin gibi kavramlarla, Allah'ı, zatını, sıfatlarını, ulvi alemi ve bu alemde yer alan varlıkları ve özelliklerini; peygamberliği, mucize ve kerametleri konu edinir. Tılsım ve büyüye dair ilimler de bu gruba girmektedir64. 

C- Bilginin Oluşumu ve Bilme Aşamaları 

Gazâlî, psikolojiye ilişkin yazılarında insanı, genelde, bilgi ve akıl varlığı olarak nitelendirir ve bunu onun en belirgin vasfı olarak görür. İnsan, ona göre, varlığın en düşük mertebesinden en yüksek mertebesine kadar bütün aşamalarını temsil eden bir takım yetilerle donatılmıştır. O, bu donanımı ile, bütün varlık mertebelerini bilgisel bazda, bir şekilde, algılama ve onlarla ilişkiye girme olanağına sahiptir. Gazâlî çeşitli eserlerinde, insanın bu donanımına ilişkin psikolojik yapısını ve algılama faaliyetini tasvir ve tahlil etmektedir65. Bu tahlillerde, onun orijinal olmadığını, genel olarak, İslam filozoflarından ödünç almış olduğu kavram ve terimlerle iş gördüğünü söyleyebiliriz. Zaten o, insanın ruhsal yapısını, idrak ve bilme mekanizmasını araştıran psikolojinin bu yönünün, büyük ölçüde "ilmi" olduğunu ve dolayısıyla tartışmaya açık olmadığını düşünmektedir. Onun problemi aşağıda görüleceği gibi, metafiziksel alana ilişkin insani idrakin boyutu ve mahiyeti ile ilgilidir ve hedefleri itibariyle, büyük ölçüde bu çerçevenin dışına da taşmamaktadır. Şöyle ki, ilgili yerde de belirtildiği gibi, Gazâlî'nin araştırması, hemen hemen hiç bir alanda, kelimenin dini muhtevasından soyutlanmış anlamıyla, "hasbi" değildir. O, genellikle önceden belirlenmiş amaçlara ulaşmak ve bu amaçları gerçekleştirmek için çalışmaktadır. Şunu söyleyebiliriz ki, o, bir proje üreticisinden ziyade, belli bir proje üzerinde yürüyen ve onu gerçekleştirmeye çalışan bir insanın tavrını sergilemektedir. 

Gazâlî de gördüğümüz ve dini/teolojik olarak nitelendirdiğimiz bu tavırdan daha önce sözedilmişti. Ancak sözkonusu tavır, kendisini en yüksek seviyede, insan varlığının metafiziksel varlık alanıyla ilişkisi bağlamında, yani bir bakıma düşünen ve bilen varlık olarak insanın sahip olduğu imkanın tartışılması noktasında sergilemektedir. Haddi zatında, Gazâlî de, kendisini günümüze taşıyan bütün haşmetiyle burada karşımıza çıkacaktır. Onun akla yüklemiş olduğu değerin mahiyetini ve anlam boyutlarını serimlemeye geçmeden önce, Gazâlî'de insan psikolojisinin statik ve dinamik yapısına değinmek istiyoruz.

Gazâlî, geleneği izleyerek insanı maddi olanla ruhi olanın, sonsuz hikmetler taşıyan dengeli ve mükemmel bir bileşimi olarak görmektedir. Bu bileşim, doğal olarak, makro planda varlığın insani plandaki bir tezahürü ya da temsil edilişidir. Gazâlî'nin insan anlayışında maddi olan, kelimenin tam anlamıyla taşıyıcıdır, ama bütünü oluşturan olmazsa olmaz bir unsurdur da. Hiç kuşkusuz, Gazâlî, maddi olanı ya da dünyevi olanı tamamen tali planlarda ele almakta ve ona sadece bir araç vazifesi yüklemektedir. O, özellikle tasavvufi yazılarında, maddi olanı, mutluluğa ulaşma yolunda bir sınav malzemesi, ya da üzerinde olayların gerçekleştiği kuru bir sahne olarak değerlendirmektedir. Bununla beraber, onun, elbette, dayanılmaz bir cazibesi de bulunmaktadır ki, söz konusu sınav bu bağlamda önem kazanmaktadır.

Gazâlî, realiteyi değersizleştirir, ama inkar etmez. Varlığı ve insani varlığı maddi olanla manevi olana ayırır. Maddi olanla manevi olanın makro plandaki tezahürüne insanın psiko-rasyonel varlığında duyulur olanla bilinir olan tekabül etmektedir. Bu, daha teknik anlamda fenomenlerin dünyası (âlem eş-şehâde) ile metafiziksel olanın (âlem el-gayb) dünyasıdır. Gazâlî, Mişkât el-envâr'da varlık anlayışını şöyle açıklamaktadır: "Ruhani ve cismani olmak üzere iki âlem vardır. İstersen bunlara duyuların dünyası ile aklın dünyası ya da ulvi alem ve süfli alem de diyebilirsin. Bunların tamamı, anlam bakımından birbirlerine yakındırlar. Ancak bakış açılarına (itibarat) göre farklılık arz ederler. Şöyle ki, onları KENDİNDE varlıkları çerçevesinde ele alırsan, 'cismani ve ruhani'; algılayan süjeye (göze) göre ele alırsan, 'duyusal ve akli' ifadelerini kullanırsın. Şayet onları, bir birleriyle bağlantısı (izafet) içerisinde ele alırsan 'ulvi-süfli' ifadelerini kullanabilirsin. Çoğu zaman da bunlardan birisi (ikincisi), 'mülk ve şehadet alemi', diğeri ise, 'gayb ve melekut' alemi olarak isimlendirilir"66. 

Gazâlî'nin psikolojiye dair tahlilleri bu ontolojik temel üzerinde kurulur ve insanı, bu çerçevede sahip olduğu yetenek, yatkınlık ve donanımları açısından tasvir ve tahlil etmeye çalışır. Gazâlî, bu çerçevede, insanı, varlıkla ilişki içerisine sokan bir takım ruhi mertebeler belirlemektedir. 

Gazâlî, insanın algılama donanımıyla "varlık cinsleri arasında" sıkı bir bağlantı kurmaktadır. Buna göre, insanın, birbirleriyle çeşitli bağıntılar içerisinde olan bir algılama hiyerarşisi vardır ve bu hiyerarşi içerisinde sıralanan her bir algılama yetisi, kendisine tekabül eden uygun varlık basamağını (alem) algılamak için yaratılmıştır. Dolayısıyla, bütün görüntüleri içerisinde algı (el-idrak), insanı bütün tezahürleri içerisinde varlıkla ilişkiye sokan bir vasıtadır. İdrak mekanizması, süjeyi objeye götüren ve bu ikisi arasında korrelasyonu sağlayan bir işleve sahiptir. "İnsan, varlık tabakalarını (alemleri), ancak idrak vasıtasıyla bilir (haber). Ve idrak türlerinden her biri, insanın, kendisi ile varolanların oluşturduğu alemlerden, yani varlık cinslerinden birine muttali olması için yaratılmıştır"67. Bu anlayış içerisinde, Gazâlî, varlığın, duyusal, hayali, fikri ve nihayet kudsi veya nebevi olmak üzere beş algı aşaması içerisinde, insan ruhuyla ilişki içerisine girebileceğini belirtmektedir68. 

İnsanda ilk yaratılan "algı vasıtası", sırasıyla dokunma, görme, işitme, tat alma ve koku alma yetilerinden oluşan ve her birinin belli bir faaliyet alanı bulunan duyusal idraktir69. Duyumlayan ruh, duyu organlarının sağladığı izlenimler vasıtasıyla, fenomenler dünyasını idrak eder70. Duyu algısının üzerinde, duyu organlarının sağladığı verileri depolayıp koruyan ve onlar üzerinde çeşitli faaliyetlerde bulunan hayal ve ona bağlı olarak çalışan hafıza ve hatırlama yetileri bulunmaktadır71. Gazâlî'nin temyiz yetisi olarak da nitelendirdiği72 "hayali ruh", insanda, önceki aşamada bulunmayan bir algı mertebesini gösterir. Bununla beraber, duyusal varlık dünyasıyla doğrudan bir ilişki imkanına sahip olmadığı için, hayal yetisinin malzemesini duyumlar oluşturmaktadır. Zorunlu olarak duyusal algı formlarına ihtiyaç duyan ve yine zorunlu olarak, şekil, miktar ve renk kategorileri içerisinde algılayabilen tahayyül yetisinin, birleştirme ve ayrıştırma olarak iki temel etkinliği vardır. Bu nedenle o, objesini, bu kategoriler içerisinde ve ancak birey olarak algılayabilmektedir73. 

Gazâlî, insanın yaşadığı psikolojik aşamalarından üçüncüsünü, "akli ruh" aşaması olarak belirlemektedir. O, insanı, bu aşamada başlatır ve aklı, ya da daha çok İhyâ'da kullandığı şekliyle kalbi, insanın cevheri olarak nitelendirir. Dolayısıyla, bu yetinin sadece hayvanlarda değil, çocukta da bulunmadığını vurgular. Gazâlî aklın idrak alanını ve kendine has etkinliğini, tümel zorunlu bilgilerle sınırlandırır. Ona göre "akıl, zorunlu, caiz (mümkün) ve imkansız (müstahil) olanı ve diğer alt idrak aşamalarında bulunmayan bir takım durumları idrak eder"74. Aklın idrak etmiş olduğu "salt akli bilgileri" alıp, aralarında telif ve eşleştirmeler yaparak daha üstün bilgilere ulaşan yeti, "fikri ruh veya müfekkire aşamasını oluşturur. Bu yeti, çeşitli fikri çıkarsamalarla sonsuz sayıda sonuçlara ulaşır75. Fikri ruhun üzerinde, İhyâ, Mişkât ve el-Munkiz'de zikredilen, ama Mi'yâr el-ilm'de belirtilmeyen nebevi kutsal ruh aşaması bulunmaktadır ki, Gazâlî, aşağıda ele alındığında görüleceği gibi, bu aşamayı akıl ile fikri ruhun nüfuzuna kapalı olan, metafizik (rabbani) bilgilerin ortaya çıktığı bilme durumuyla özdeşleştirmektedir76.

Yukarıda da belirtildiği gibi, Gazâlî algılayan süjeyle bağlantısı içerisinde varolanları, hissi ve akli olmak üzere belli başlı iki dünyaya ayırmaktadır77. Bu ayrım, bir taraftan his ile akıl arasında bulunan algı mertebelerini, duyunun dünyasına katarak, dile getirmiyor, bir taraftan da, aklın üzerinde yer aldığını belirttiği algı aşamalarını zikretmiyor. Bu ayrım temelde, maddi varlık alanına bağlı algılama ile maddi olmayan varlık alanına yönelik algılamayı esas almaktadır. Doğrudan, fenomenler dünyasına bağlı ve onunla sınırlı olan duyumlama ile, duyumlama ve onun verilerine bağlı olan tahayyül, genel olarak varlığın duyulur tezahürünün bir idrakidir. Duyu yetisi ve onun başlattığı mekanizma içerisinde çalışan tahayyül, hatırlama ve hafıza gibi yetiler, gayri maddi varlığın dünyasıyla bir idrak ilişkisine giremez. Dolayısıyla gayri maddi, yahut makul varlığın idrakini gerçekleştiren başka yetilerimiz bulunmaktadır. Gazâlî, akıl, fikir ve kutsal nebevi ruhun idrakine konu olan bu alana, genel olarak, aklın dünyası veya düşünülürün dünyası demektedir. Bu ayrım, daha genel ve kapsayıcı olarak, fenomenler dünyası ( alem el-mülk ve eş-şehade ) ile, düşünülür dünya (el-alem el-meleküti), ya da görülmeyenin dünyası olarak ifade edilmektedir78. 

Gazâlî'nin Mi'yâr el-ilm'deki ayrımı, hiç kuşkusuz, algı ve bilme aktıyla daha yakından ilgilidir ve bu bakımdan daha titiz bir ruhu yansıtmaktadır. Gazâlî, burada "varlıklarla hakikatları"nın, "duyulur olana ve duyu organlarıyla hiç bir direkt ilişki içerisinde bulunmayıp, istidlal yolu ile bilinene" ayırmaktadır. Beş duyu organından birinin idrak alanına giren obje, duyulurdur. Hem, her bir duyu organının, hem de bütün olarak duyumlamanın belli ve belirli bir algı alanı bulunmaktadır. Duyumlama yetisi ile, duyusal varlık arasındaki idrak ilişkisi de, doğal olarak bir takım şartlar içerisinde gerçekleşmektedir. Duyusal algılamada, duyu organı, duyusal objeyi, somut varlığı içerisinde ve fiilen karşısında bulmadığı sürece, algılamadan söz edemeyiz. Bu nedenle, duyumlama yetileri, realiteyi oluşturan nesneleri maddi varlıkları içerisinde ve fiili bir ilişki çerçevesinde ancak algılayabilirler. Kuvve halindeki duyu yetisi, fiili varlığı, fiil halinde bulunan duyu yetisi de kuvve halindeki varlığı algılayamaz. Duyu organı ile duyusal varlık arasındaki direkt ilişki, duyusal algının en önemli şartıdır. Bu nedenledir ki, her hangi bir çıkarım neticesinde bilinen varlıkları, duyumlama yetisi algılayamaz. Nitekim, hiç bir duyu organı, bağlı olduğu idrak yetisinin kendisini algılayamaz79. 

Gazâlî, Mişkât el-envâr'da, görme yetisinin taşıdığı yedi temel noksanlık belirlemektedir ki, bunlar, aslında bütün olarak duyusal idrak gücünün taşıdığı yetersizliği de ifade etmektedir. Buna göre, her duyu organı, a- ilgili duyusal objeyi idrak eder, ama, kendini idrak edemez; b- karşısında hazır bulunmayan objeyi idrak edemez; c- her duyu organı, nesnenin sadece dışını (zahir) idrak eder; mahiyetini (batın) idrak edemez; e- hiç bir duyu yetisi varolanların tamamını idrak edemez; f- duyu yetileri zorunlu olarak, sadece sonlu nesneleri idrak ederler; g- duyular, sık sık yanılırlar80. Kısaca söylemek gerekirse, duyu yetisi, bir çıkarım süreci içerisinde bilinebilen olguları kavrama gücüne sahip değildir. Duyularımızla, mesela güçlü, bilgili, iradeli, korkan, üzülen insanları algılayabiliriz, ama onlardan kalkarak, gücün kendisini, bilgiyi ya da korkma ve üzülmeyi algılayamayız. 

Gazâlî, zorunlu olarak duyu verileri üzerinde faaliyet gösteren tahayyül yetisinin de, objelerini şekil, renk ve miktar gibi maddi kategoriler içerisinde idrak ettiğini belirtmektedir. Dolayısıyla o da, kudretin ve bilginin kendisini "maddi kategorilerden soyutlanmış olarak" algılayamaz81. Gazâlî, şüphesiz, hayal yetisinin, duyu yetisinden farklı olarak, bir 'birleştirme ve ayırma' gücüne sahip olduğunu kabul etmektedir. O, bu işlemleri çoğu zaman, görülebilir nesneler üzerinde gerçekleştirmektedir. Fakat, her halükarda, tahayyüli terkib ve tafsil, duyulur bireylere dayanmak zorundadır. İnsanın, realitede birebir karşılığı bulunmayan nesneler tahayyül etmesi, mesela, at başlı bir kuş tahayyül etmesi mümkündür ve realitede at başlı bir kuş mevcut değildir, ama, bu terkibi oluşturan birimlerin her ikisi de realitede mevcut olan nesnelerdir. Dolayısıyla, müşahede edilmeyen bireylerin, mesela duyusal yollarla hiç bir zaman algılayamadığımız, eşi benzeri olmayan bir meyvanın hayal yoluyla tasavvur edilmesi imkansızdır. Tahayyül yetisi, çeşitli duyulur nesnelerin farklı özelliklerini bir araya getirme veya çeşitli ayrıştırmalara tabi tutmanın dışında, nesnelerin kendisini kavrama gücüne sahip değildir82. O da, tıpkı duyu yetisinde olduğu gibi, objesini, renk, şekil, konum ve miktar gibi maddi kategoriler içerisinde algılamaktadır. 

Öte yandan Gazâlî, hayal yetisinin özellikle görme yetisiyle bağlantı içerisinde çalıştığını ve kendi algılamasında görülebilir olana ilişkin kategorileri talep ettiğini belirtmektedir. Bu açıdan o, mesela, hayal edilen objede çoğu zaman renk, biçim ve miktar gibi görme algısının kategorilerini kullanırken, tat ve koku gibi diğer duyusal kategorileri talep etmez83. Şu halde, hayal yetisi, Gazâlî ye göre, duyuların, dolayısıyla bireylerin dünyasına bağlıdır. 

Gazâlî, Mişkât el-envâr'da, duyusal varlıkların dünyası ile düşünülür varlıkların dünyası arasında sıkı bir bağlantı kurmaktadır. Ona göre, duyusal varlıkların yer aldığı fenomenler dünyası, kendisi ile aklın dünyasına yükseleceğimiz bir merdiven konumundadır. Bu ilişki temelde, metafiziksel varlık alanı, yahut "idealar alemi" ile fenomenler alemi arasındaki "mutabakat" ilişkisine dayanmaktadır. Buna göre, fenomenler dünyasının nesneleri, idealar dünyasının "kopyaları" mesabesindedir. Dolayısıyla, "ulvi alem"e yükselmek, bu alemin kopyası olan "süfli alem"den geçmektedir. Gazâlî iki alem arasındaki benzerliği bir "rahmet-i ilahi" olarak nitelendirmektedir. "Şayet aralarında bir ilişki ve münasebet bulunmasaydı, melekut alemine yönelmenin yolunu bulamazdık"84. Duyuların dünyası ile, metafizik varlıkların dünyası arasında sıkı bir ilişkinin bulunduğunu varsayan bu görüş, aşağıda görüleceği gibi, Gazâlî'nin gerçek veya son görüşü değildir. 

Gazâlî'ye göre, görüldüğü gibi, duyu ve onun algı izlenimlerine bağlı olan hayal gibi iç algı yetileri, bireysel duyusal nesneyi, maddi tezahürleri içerisinde idrak eder ve bunun ötesine yükselemez. Bu nedenle, maddi belirlenimler içerisinde var olmayanı, yani soyut ve tümel olanı algılayamazlar. Maddi tezahür formlarına sığmayan, soyut varlıklar alanının idraki, Gazâlî'nin, insanın cevheriyle özdeşleştirdiği akıl ile başlar ve en son mertebeyi oluşturan kutsal nebevi ruha kadar yükselir. 

Gazâlî ye göre, bilgi tahsili belli bir ön hazırlık aşamasından sonra başlatılmalıdır ve bu hazırlığın esasını da nefsin kötü huylardan arındırılması oluşturmaktadır. Nasıl bedensel bir ibadet olan namazdan önce, bedenin temizlenmesi şart ise, aynı şekilde, nefsin veya kalbin ibadeti olan bilginin gerçekleşmesi için de, kalbin temizlenmesi bir ön şarttır. Kuşkusuz, Gazâlî'nin bilgiden anladığı şey, nihai planda, Allah hakkında bilgidir. Bilginin temel değeri de, Allah'ın ve ruhani varlıkların bir sıfatı olmasından kaynaklanmaktadır. Bu dini çerçeve çeşitli vesilelerle dile getirildiği gibi, Gazâlî'nin bütün çalışmasının arka planını oluşturmaktadır. Bu nedenle o, ilim tahsiline ya da düşünsel konulara dalmadan önce, İslam dininde sağlam bir temele sahip olunması gerektiğini belirtmektedir85. 

Bilginin oluşumunda, mistik arınma diyebileceğimiz dini unsuru, Gazâlî'nin hiç bir zaman göz ardı etmediğini biliyoruz. Fakat bu unsur, onun, daha çok, mistik bilgi anlayışında gündeme getirilmekte, bilginin olmazsa olmaz ve hatta yeter şartı olarak nitelendirilmektedir. 

Gazâlî ye göre, bilgi mümkündür ve insanın en belirgin vasfı da bilen bir varlık olmasıdır. İnsanın psiko-fizyolojik yapısı, duyularla başlayıp aklın ya da kalbin en yüksek tezahürlerine kadar belli bir hiyerarşi içerisinde yükselen bir takım bilme olanaklarıyla donatılmıştır. Duyu ve tahayyüle dayalı algının maddi ve bireysel niteliğine ve dolayısıyla temel gerçekliği algılama gücünden yoksun oluşuna yukarıda değinilmişti. Şimdi ise, Gazâlî'nin insanla özdeşleştirdiği aklın muhtevasını, faaliyet alanlarını ve genel olarak değerini kısaca ortaya koymaya çalışacağız.
 
 
Yukarı Dön
 Yanıt Yaz Yanıt Yaz

Forum Atla Forum İzinleri Açılır Kutu Gör

Powered by Web Wiz Forums Free Express Edition
Copyright ©2001-2009 Web Wiz
Türkçe Çeviri Hakan Tekgöz

Bu Sayfa 0,133 Saniyede Yüklendi.