Gazali Net Ana Sayfa
Anasayfa Anasayfa > Gazali Hakkında Söylenenler > Gazali Hakkında Eleştiriler
  Yeni Mesajlar Yeni Mesajlar
  Forum Yardım Forum Yardım  Forumu Ara   Kayıt Ol Kayıt Ol  Giriş Giriş

Gazali ve Hakikat Arayışı

 Yanıt Yaz Yanıt Yaz
Yazar
Mesaj / Okunmamış Mesajları Gör
sibel Açılır Kutu Gör
Kalfa
Kalfa


K.Tarihi: 28 Nisan 2010
Durumu: Aktif Değil
Gönderilenler: 189
Aktiflik
Seviye
Deneyim
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Alıntı sibel Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Konu: Gazali ve Hakikat Arayışı
    Gönderim Zamanı: 17 Mayıs 2010 Saat 00:22
Gazali de, eleştirdiği ya da küfürle suçladığı filozoflar gibi, bir hakikat arayıcısıdır.

Ancak onun, kendisinden önce kelam, tasavvuf ve felsefe ya da başka bir deyişle din (ahlâk, etik), aşk (estetik, sezgi) ve bilim (felsefe, düşünce) arasında sürdürülen çatışmayı bir senteze ulaştırdığı da söylenmektedir. Elbet bu senteze ulaştırma onuru sadece ona ait bir şey olmasa da, bir başarıdır. Ama her sentez gibi, bu da kendi içerisinde sorunludur.

Bir kere Gazali bu senteze ulaşmayı dinsel bir perspektiften gerçekleştirmiştir (bunda da haklıdır elbet). Ve, dinî ilimlerin prestiji adına ileri sürdüğü eleştiri ve suçlamalarla, özellikle felsefe ve bilimi, en azından kuşkulu kılmıştır. Dinsel bir perspektiften konuşmanın avantajıyla filozofları, yani İbn Sina ve Farabi’yi haksızca küfürle suçlamıştır. Nitekim onlar karşısında gösterdiği sertliği, benzer yaklaşımları olan tasavvuf ehli karşısında göstermemiştir. Sonuçta kendisi de Aristo mantığını kullandığı halde, felsefe ve bilime karşı yürüttüğü sert polemiklerle, kendisinden sonra Müslümanların bu bilimlerle uğraşmasını engellemiştir.

Elbet o dönem için bu bilimlerin kapsamına, matematikten tutun da estetiğe değin bir yığın bilim girmekteydi. Buradaki yaklaşımı da şudur: Bu tür bilimlerle uğraşanlar, bundan elde ettikleri hakikat payesiyle, hakikatin bütününü temellük ettiklerine dair bir iddia sahibi olmaktadırlar. Bu ise Müslümanların hakikat algısını zaafa uğratmakta, kıblelerini şaşırtmaktadır.

Bu yaklaşımda da bir doğruluk payı bulunmakta. Ancak hakikat, iktidar alanına ait bir söylem olarak tanımlandığında, ister istemez iktidar çatışmaları tarafından istimlâk edilmek istenecektir. Nitekim Mutezile ile Eşariler arasındaki çatışmalar kadar, Gazali ile filozoflar arasındaki çatışmalar da, dönemlerindeki iktidar çatışmalarının dışında okunduğunda, tam olarak anlaşılamayacaktır. Gazali’nin Nizamiye medreselerinin rektörlüğünü yapması, Selçuklu egemenliğinin rasyonelleştirilmesini gerektiren bir başlangıç noktasıydı. Böylesi bir başlangıç noktası ise, Gazali sonrası muhafazakârlığının (sentezin) açıklanması açısından önemlidir. Evet, Gazali bir sentez oluşturmuştur; ama bu sentez kimin ve neyin adınadır. Bunu salt filozoflara karşı bir İslam savunması olarak algılamak aldatıcıdır. Gerçi Gazali sonrasında da mantık medrese programında yer almıştır. Ama mantık, disipliner her sistemin ve öğretinin vazgeçemeyeceği bir aklî araçtır; yoksa düşünme faaliyetinin kendisi değil. Mantık yaratıcılığın değil, yaratılmışlığın bilimidir; özgürlüğün değil, disiplinin öğretisidir. Maalesef kendisi de faşizm döneminde rektörlük yapan Heidegger’in deyişiyle akıl (yani mantık), düşünmenin en inatçı hasmıdır.

Oysa hakikatin belli bir öğreti adına (bu, dinsel bir öğreti de olabilir) temellükü (ele geçirilmesi, fethedilmesi, gerçeğe çevrilmesi), hakikatin buradalaştırılması, el altında tutulacak bir şey haline getirilmesi; hakikati anlamamak kadar, çığırından da çıkarmaktır (istismar etmektir). Hakikat çünkü, kendisine en yaklaştığımız halde bile elimizden kaçan, asla ihata edemediğimiz, edemeyeceğimiz bir şeydir. Onu hakikat kılan da budur çünkü. Şayet biz ona vakıf olsaydık ve onu anlaşılır bir şeye (nesneye, gerçeğe) çevirmemiz mümkün olsaydı, o da hakikat olmaktan çıkardı.

Heidegger’in, faşizmde pırıltılarını gördüğü bu ışıma, otantiklik ve hakikatle temas hakkındaki yanılgısını itiraf ettiğine dair imaları bulunmakta. Bu yanılgı, aslında hakikatin “iktidar”da oluşuna, ya da “iktidarlaştırılması”na dair bir yanılgıdır. Çünkü iktidar bir varoluş biçimidir; bu haliyle ise o, ancak hakikatin indirgenmesinin, dar ve aktüel bir tanımının konusu olabilir. Çünkü her iktidar bir dışlama mekanizması üzerinde kurulur.

Gazali’nin Hume ve Kant ile benzeşen kuşkuculuğu ise, yine bu iktidar algısıyla birlikte düşünülmelidir. Çünkü her tür iradeyi-otoriteyi iktidara has kılmaya çalışan, söylemsel ve eylemsel belirleyiciliğin-kararın nihai olarak iktidar-otorite’ye ait oluşuna dair olan bu düşünce, merkezine Allah’ı koyabileceği gibi, bilimi ya da iktidarı da koyabilir. Oysa bu, düşünümsel bir özgürlük-özerkliğe ulaşmayı amaçlayan bir çaba olmadığı sürece, sadece ulaşabileceği herhangi bir sentezde sönümlenecek bir girişim olarak kalacaktır. Sentez ise, orada kaldığımız-yurtlanabildiğimiz için değil, oradan ötesini de bize işaret edebildiği; oradan ötesine sefer etme cesaret ve bilimini tedarik edebildiği sürece ilerletici bir düşünsel ve yaşamsal etkinliktir. Bu, aynı zamanda mantıksal-kategorik-disipliner akletme ile, eytişimsel-yaşamsal-açıkuçlu düşünme arasındaki farkı da ortaya koymaktadır.

Bunu yapamamak ise, insanların düşünsel özgürleşme çabaları karşısında, daha en başından kuşkulu olan o her büyük muhafazakâr düşünsel sentez gibi, ilerletici değil, duraklatıcı birer yanılgı olarak kalakalmaktır. (İttikayı pürdikkatlilik olarak değil de, korku olarak okumaktır.)

Yanılgı; çünkü hakikatin tefsiri ve yurdu olmak gibi asılsız bir iddiaya sahiptir. Oysa hakikat, mantıksal bir yurtlanma çabasındansa, eytişimsel bir düşünsel ve yaşamsal faaliyete daha yakın ve yatkındır. Adem’i cennetten çıkaran da bu çaba (sınırları aşma çabası) içerisinde olması değil miydi? O ise, bu yolda bir hata yapsa dahi, bu hatadan ötürü suçlanmış değildir (çünkü bu, öngörülüdür). Muhafazakârlığın en büyük endişesi ise, hata yapma ihtimalidir. Çünkü melekî bir anlayış ve yaklaşıma sahiptir. Sonuçta ise muhafazakârlar, hata yapmamak için her şeyi bilinir ve açık kılmaya, dondurmaya ve durdurmaya çalışırlar. O nedenle tanımlanmış bir mantığın kalıpları içerisinde düşünmeyi; sınırlı, homojen ve kapalı bir toplumda yaşamayı savunurlar. Bu ise sahici bir düşünme faaliyeti kadar, sahici bir hayatın da durdurulması (fark’a karşı tekrar, zaman’a karşı mekân) değil midir?

 

02.04.2010

Yukarı Dön
 Yanıt Yaz Yanıt Yaz

Forum Atla Forum İzinleri Açılır Kutu Gör

Powered by Web Wiz Forums Free Express Edition
Copyright ©2001-2009 Web Wiz
Türkçe Çeviri Hakan Tekgöz

Bu Sayfa 0,047 Saniyede Yüklendi.