Gazali Net Ana Sayfa
Anasayfa Anasayfa > Gazali'nin Fikirleri > Gazali'nin Fikirleri
  Yeni Mesajlar Yeni Mesajlar
  Forum Yardım Forum Yardım  Forumu Ara   Kayıt Ol Kayıt Ol  Giriş Giriş

Tehâfüt el-Felâsife'nin İkinci Mukaddimesi Üzerine

 Yanıt Yaz Yanıt Yaz
Yazar
Mesaj / Okunmamış Mesajları Gör
sibel Açılır Kutu Gör
Kalfa
Kalfa


K.Tarihi: 28 Nisan 2010
Durumu: Aktif Değil
Gönderilenler: 189
Aktiflik
Seviye
Deneyim
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Alıntı sibel Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Konu: Tehâfüt el-Felâsife'nin İkinci Mukaddimesi Üzerine
    Gönderim Zamanı: 21 Mayıs 2010 Saat 20:58
Gazali’nin Tehâfüt el-Felâsife (Filozofların Tutarsızlığı) adlı kıymetli eseri, bir “hakikat araştırması”na imkan vermesi bakımından İslam felsefi düşüncesinde önemli bir yere sahiptir. Gazali, Tehâfüt’te, yaşadığı dönemin fikri akımlarından [1] birisi olan “felâsife” ile bir hesaplaşma içine girerek felsefe ve felâsife ile ilgili düşüncelerini ayrıntılı bir biçimde ortaya koymuştur.

Makâsıdü’l-Felâsife’de (Filozofların Amaçları), büyük ölçüde Fârâbi ve ibn Sina’ya dayalı Grek Felsefesi’nin objektif bir anlatımını yapan Gazali, Tehâfüt'te felsefenin tenkidi ve filozofların görüşlerinin eleştirilmesi işine girişir. Gazali’nin felsefe eleştirileri Tehâfüt ile sınırlı değildir, zira el-Munkızu mine’d-delâl adlı eserinde de Gazali, felsefeye gerçekçi eleştiriler yöneltmiştir. Fakat Tehâfüt, Gazali’nin felsefe eleştirilerinin odak noktasını oluşturur.

Gazali, Tehâfüt’e, zeka ve anlayış açısından farklı olduğuna inanan bir grubun dinin emir ve yasaklarını küçümseyici ve sınırları hafife alan bir tavır içinde olduğu ve bu grubun dini bağlardan büsbütün koptuğu yönündeki tespitlerle başlar. Bu grubun görüşlerinin dayanağı basit ve yanıltıcı süslü hayallerden ibarettir. Onlar Sokrat, Eflatun ve Aristo gibi büyük isimleri duymuş, bu filozofların akıllarına ve metotlarına büyük bir ilgi göstermişlerdir. Felâsife hendese, mantık, tabiat ve ilahiyat gibi ilimlerde ustalık sergilemiş fakat her türlü dini ve inanışı inkar etmiştir. Gazali felâsifenin bu durumunu görünce onların inançlarının tutarsızlığını ve görüşlerinin çelişkilerini göstermek ve bu suretle kadîm filozofları reddetmek maksadıyla bu kitabı hazırladığını belirtir.



Gazali’nin Grek felsefesi eleştirisi daha çok akidevî ve sosyal içeriklidir. Bu eleştiri aynı zamanda Grek Felsefesi’nin İslam nazarındaki (Sünnî, Eş'arî düşünce) gerçek yerini ve değerini belirlemek açısından da önem taşır.

Bu girişten sonra, Gazali’nin Tehâfüt’e dört mukaddime yazdığını ve önemi itibariyle ikinci mukaddime üzerinde durulması gerektiğini belirtmeliyiz. İlk mukaddimede Gazali, takip edeceği metodolojiden söz eder. Burada, felâsifenin ihtilaflarından uzun uzadıya bahsetmeyeceğini, en başta gelen filozof Aristo’nun görüşlerini esas alacağını belirterek metodu hakkında bilgi verir. Daha sonra ikinci mukaddimeye geçer.




İkinci mukaddime’de Gazali, felsefi bilgi ve düşünceler bağlamında, filozoflarla diğer gruplar arasındaki ihtilafları 3 kısma ayırır. İlk ihtilaf, mücerret lafızlarla ilgilidir. Bu, terminolojiye dayanan, sözlerde ve terimlerde ortaya çıkan bir ihtilafla ilgili tartışmadır. “Cevher” kavramını örnek göstererek meseleyi izaha girişen Gazali, filozofların âlemin yaratıcısına cevher demelerini ve cevheri de “kendi nefsiyle kaim varlık” olarak tanımlamalarını, aslında hasımlarının cevheri, filozofların anladığı anlamda “yer kaplayan” olarak ele almadıklarını belirtir ve bu konuyla ilgili görüşleri geçersiz kılmak adına derinlemesine bir tartışmaya girmeyeceğini, terminolojik farklılıklara ilişkin konulara temas etmeyeceğini beyan eder. Zira “kendi kendine kaim olma” kavramı üzerinde belirli bir ittifak vardır ve dolayısıyla bu konuda bir tartışma söz konusu olduğunda sözlüğe bakmak yeterlidir. Şayet sözlükte bu kullanıma yer veriliyorsa aynı kullanımın dinen caiz olup olmadığını ortaya koymak için fıkıh bahislerine müracaat etmek gerekir. Çünkü, Allah’a isnad edilen sıfatların neler olduğu ve neler olması gerektiği konusunda gerekli sözü Fıkıh ilmi söyler.


Gazali ikinci tartışma konusu olarak, dinini esaslarından herhangi biriyle çatışmayan bir kısım felsefi görüşlerden söz eder. Dinin temel ilkeleriyle asla çatışmayan ve peygamberlerin doğruladığı şeylerle zorunlu olarak herhangi bir ilgisi bulunmayan konularda onlarla tartışma yapılabileceğini ve imanın, bu meseleleri tartışma konusunda insanları geri bırakmadığını ileri sürer.

Burada filozofların fizik ilmiyle ilgili nazariyelerinden örnekler verir. Örneğin, fizikte ay tutulması şu şekilde açıklanır: Ay, ışığını güneşten alır. Ay ile güneşin arasına dünyanın girmesiyle ay tutulması gerçekleşir. Güneş tutulması ise güneş ile dünyanın arasına ayın girmesiyle oluşur. Gazali fizik veya astronomi gibi fenni ilimlerin konusuna giren meselelerin geçersizliğini ortaya koymak gibi bir uğraşı içerisine girmeyeceğini, bunun maksadıyla alakalı olmadığını ve bundan bir yarar sağlanamayacağını belirtir. Bu tür görüşlere karşı çıkmanın dinden sayılacağını zannedenler, Gazali'ye göre büyük bir hata işlemektedirler. Bundan da ötesi, bu meselelerle uğraşarak kesin delillere ulaşan ve bu ilimlerde ayrıcalıklı bir konumda olan insanları ve bu meselelerle ilgilenmeyi dini referans alarak tasvip etmeyen kimseler Gazali’ye göre “dine karşı cinayet işlemiş ve onu zayıflatmış olurlar.” Çünkü bu tür bilgiler şüphe duyulmayacak matematik hesap ve ispatlara dayanmaktadır. Onları öğrenenlere karşı, öğrendikleri konuların dine karşı olduğunu iddia edenler kendi bilgilerinden değil, dinden şüphe etmiş olurlar. Bu durumda ortaya daha ciddi bir sorun çıkmış olur. Dinin ön görmediği bir yöntemle dine yardım etmek isteyenin vermiş olduğu zarar, dine metodik bir şekilde saldıran kimsenin vereceği muhtemel zarardan daha büyük olacaktır. Zira "akıllı düşman cahil dosttan daha iyidir."



Gazali bu noktada hadislerden örnekler göstererek konuyu daha da pekiştirmeye çalışır. Ve şu görüşü paylaşır: Dine karşı çıkan inkarcıları en çok sevindiren şey, dini savunan birisinin yukarıda açıklanan ilimlerle ilgili olarak bunların dine aykırı olduğunu açıklamasıdır. Şayet dini geçersiz kılmanın, onda eksik, çelişen veya noksan bir şeyler bulunduğunun ispatı bu gibi konulara dayandırılıyorsa, dinen bu ilimlerin faydasız olduğunu açıklamakla aslında inkarcılara dini kolaylıkla inkar etmenin yolu ister istemez açılmış ve böylece inkarcının dini reddetmesi kolaylaşmış olacaktır. Ve bu, dini savunan kimsenin inkarcı karşısında, kendi kendisini zor duruma düşürmüş olması anlamına gelecektir.

Gazali bu gibi meseleleri tartışmaktan vazgeçilmesi gerektiğini belirttikten sonra âlemin hâdis (sonradan yaratılmış) olup olmadığı tartışmasını örnek göstererek konuya daha da açıklık getirir. Şöyle ki, âlemin hâdis veya kadîm olduğunu araştırdıktan ve hâdis olduğu görüşünde karar kılındıktan sonra onun küre, yayvan, altıgen veya sekizgen şeklinde olup olmadığını veya felâsifenin iddia ettiği gibi alemin on üç ya da ondan az veya çok tabakadan oluştuğunu ileri sürmek ayrı bir tartışma konusudur ve bu konu dini bakımdan bir şeyi değiştirmez. Bu gibi konuların üzerinde durmanın ilahiyatla uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Âlemin nasıl olduğu değil, Allah’ın fiilinin bir ürünü olduğu gerçeği önemlidir.

Gazali’nin ikinci mukaddimede değindiği 3. ihtilaf konusu, dini kaidelerden birisiyle ilgili bir konudur: Filozofların alemin hâdis olması veya kadîm olması ile ilgili görüşleri, yaratıcının sıfatları ile ilgi görüşleri ve haşrin ruhâniyeti veya cismâniyeti hakkında ileri sürdükleri görüşler. Gazali, reddiyle alakalı olarak uğraşılması gereken asıl konuların bunlar olduğunu söyler. Ona göre felâsifenin görüşlerinin bozuk olduğu meselesi, yukarıda sayılan diğer iki konuyla değil, esasında bu ve benzeri konularla ilgilidir. Bu ifadelerle Gazali ikinci mukaddimeyi bitirmiş olur ve diğer mukaddimeye geçer.



Görüldüğü gibi, ikinci mukaddime, Gazali'nin felsefe ve felâsifeye dair görüşlerinin bir özeti gibidir. Meselenin daha kapsamlı bir biçimde anlaşılması, Gazali'nin diğer eserlerine de müracat edilmesini gerektirir. Mesela, onun Makâsıdü’l-Felâsife’sine baktığımızda, üstadın, felsefecilerin ilimlerini Mantıkiyât (Mantıki ilimler), Riyâziyât (Riyazi ilimler), Tabiiyât (Tabii İlimler) ve İlahiyât (İlahi ilimler) olmak üzere dört ana başlıkta değerlendirdiğini görüyoruz. Gazali, Makâsıd'da, bu ilimleri hakikate aykırı olup olmamalarına göre değerlendirmeye tabi tutmuştur. Buna göre hesap ve hendeseyi konu edinen riyaziyâtın akla aykırı bir tarafı yoktur. Dolayısıyla riyaziyât, reddi ve inkarı mümkün olmayan bir alanı ihtiva eder. Bu durumda Gazali bu ilimle uğraşmaz, zira bu, amacının dışında kalan bir konudur. İlahiyât konusunda ise felsefecilerin görüşlerinin çoğunluğu hakikate aykırıdır. İlahiyât hakkında felsefecilerin söyledikleri sözlerin ancak çok az kısmı, nadir olanları doğrudur. Mantıkiyât’ta ise durum tersinedir. Mantikiyât’ın çoğunluğu doğru, hatalı kısımları ise nadirdir. Mantıkiyât konusunda muhteva açısından filozoflar ile hak ehli anlam ve amaç bakımından değil, anlatım ve ıstılah bakımından ayrılırlar. Tabiiyât konusunda ise Gazali filozofların görüşlerinde hak ile bâtılın, doğru ile yanlışın birbirine karışmış durumda olduğunu ileri sürer. Bu konuda doğrunun ya da yanlışın ne kadarının fazla olduğuna karar vermek güçtür.

Dolayısıyla, Makâsıd’da kapsamını sunduğu ve tanıtlamaya çalıştığı görüşlerin eleştirisini Tehâfüt’te ortaya koyan Gazali'nin, filozofların görüşlerindeki bâtıl olan tarafların butlanını ortaya koyma işini yine Tehâfüt’te gerçekleştirmiş olduğunu görüyoruz.

Özetleyecek olursak,Tehâfüt’e yazılan mukaddimeler ve özellikle ikinci mukaddime Gazali’nin girişeceği işin yönteminin anlaşılması açısından önemlidir. İkinci mukaddimede ortaya konan üç ilkeden ilkini, yani ıstılahla ilgili olanını Gazali önemsemez. Ona göre terimler, deyimler, sözcüklerle ilgili ortaya çıkan ihtilaflar sözlüğe bakarak çözülebilecek derecede basittir ve terimlerin sözlükteki anlamları muteberdir. Fakat yine de dinen kullanımda da bir sorun yoksa mesele kendiliğinden çözülmüş olacaktır. Bu yaklaşım, Gazali’nin mantıkiyât konusundaki yaklaşımına benzer. Zira doğru ile yanlış yolda olanlar arasında, mantık konusunda sadece ıstılahi kullanım bakımından bir farklılık mevcuttur.



İkinci mukaddime’de ele alınan ikinci mesele, dinin temel ilkeleriyle herhangi bir şekilde çelişmeyen konulara yöneliktir. Bu konular imani anlamda insanları hataya düşürmeyen konulardır ve tartışmaya açıktır. Tabiiyâtla ilgili konular bunlara örnek verilebilir. Ancak burada da dikkatli olmak gerekir. Zira bu gibi konularda doğru ile yanlış birbirine karışmış olabilir. Gazali’ye göre gökler aleminde bulunan cisimler ile yıldızları ve onun altında bulunan su, hava, toprak ve ateş gibi tekil cisimlerle hayvan, bitki ve maden gibi bileşik cisimleri ve bunlarla ilgili değişim, başkalaşım vs. konuları ele alan Tabiiyât ilmi –bazı konular dışında- inkara konu olmaz. Tabii ilimlerde asıl olan, tabiatın Allah’ın emrine bağlı olduğunun, kendi başına işlemeyip yaratıcı tarafından işletildiğinin bilinmesidir. Mantık ve tabii ilimlerde filozofların ortaya koyduğu ve gerçeğe ters düşmeyen konulara karşı çıkmanın tehlikelerine işaret eden Gazali, bu türden hatalar yapmanın onların elini güçlendireceğine ve haklı bir konumdayken haksız duruma düşme tehlikesinin bulunduğuna işaret eder.

Filozofların hatalarının çoğu Gazali’ye göre ilahi ilimlerdedir. Ona göre filozoflar mantıkta önemli bir şart olarak ileri sürdükleri burhan ilkesine, ilahiyat söz konusu olunca sadık kalmamışlardır. Gazali’nin Tehâfüt’ü kaleme almasının ve filozoflara karşı çıkışının temelinde bu konular vardır. Bunlar dinin kaideleri ile ilgili konulardır ve Gazali bu konularla ilgili Tehâfüt’te 20 ana başlık açmıştır. Gazali'ye göre filozoflar, bu meselelerden üçünde küfre, on yedisinde ise bid’ate düşmüşlerdir.

Tehâfüt el-Felâsife’nin İslam felsefi düşüncesinde önemli bir yeri vardır. Eserdeki felsefe ve felâsife eleştirisi, gerek Gazali döneminde gerekse sonraki zamanlarda çok geniş ve derin etkilere yol açmıştır. Muhtelif vecheleri olan bu etkilerin sağlıklı bir biçimde tartışılmasının, İslam felsefi düşüncesinin daha iyi anlaşılmasına da yardım edeceğini düşünüyoruz.

Gazali’nin felsefe eleştirisinin İslam dünyasında felsefeye, hür düşünceye ve müspet bilimlere indirilmiş bir darbe olduğu şeklinde yaygın bir kanaat hakimdir.[2] Bu görüş tartışmaya açıktır. İkinci mukaddime, Tehâfüt el-Felâsife’nin tümü ve Gazali’nin diğer eserleri çerçevesinden bakarsak bu görüşün isabetli bir görüş olup olmadığıyla ilgili daha açık bir izahata ulaşabiliriz.

Gazali ikinci mukaddimede daha önce de söylediğimiz gibi yöntem olarak eleştirisinin sınırlarını çizmektedir. Yani Gazali, felâsifeyi ve onların görüşlerini eleştirirken nasıl hareket ettiğini; neyi doğru ve neyi yanlış bulduğunu; neyi, nasıl eleştireceğini açık bir şekilde belirtmiştir. Buna göre, Gazali’nin, felsefenin tamamını eleştirdiğini söylemek güçtür. O’nun eleştirisinin odak noktasında, kendisinin de başlangıçta söylediği gibi Aristo felsefesi yer alır. Ki bu da ancak Aristo felsefesinin Fârâbi ve İbn Sina tarafından nakledilen ve Yeni-Platoncu unsurları da ihtiva eden şeklidir. Buna göre felsefi ve bilimsel düşünce, tamamıyla “Gazali’nin süzgeci”ne takılmış değildir. Gazali kendi içinde dürüst bir tartışma metodu ve meseleleri kapsamlı bir şekilde ele almaya elverişli olduğunu düşündüğü bir müzakere zemini önermiş; bu çerçevede, felâsifenin görüşlerini enine boyuna tartışmış ve eleştirilerini uzun ve yorucu bir çalışmanın sonucunda ortaya koymuştur.


Gazali’nin eleştirilerini, felsefe ve felâsifeyi sırf eleştirmek veya onların görüşlerini mutlak bir biçimde yanlışlamak adına yapılmış eleştiriler olarak değerlendirmenin, bilim ve felsefenin eleştirilerle, karşılıklı müzakerelerle tekâmül ettiğine dair yaygın bir biçimde kabul gören anlayışa haksızlık etmek anlamına geleceğini düşünüyoruz. Bunun yanında, Gazali’nin, filozofları dini gerekçelerle, daha açık bir biçimde söyleyecek olursak, onları “küfre düşmek” gibi ciddi bir ithamla eleştirmiş olduğu gerçeğini de göz ardı etmemek gerekiyor. Ayrıca, Gazali’nin, filozofları gerçekte küfürle itham edip etmediği tartışmasını da bir kenara bırakarak ikinci mukaddimede öne sürülen 3 kriteri tarafsız bir biçimde kavramanın, “düğüm”ü çözme adına yerinde bir davranış olduğunu düşünüyoruz. Çözülen bu düğüm, “küfürle itham” meselesinden ziyade Gazali’nin, İslam-bilim ve İslam-felsefe ilişkisine dair düşüncelerinin ortaya konması açısından kayda değer olacaktır.

İkinci mukaddimede ele alınan 3 kriteri yeniden hatırlamak gerekirse: İkinci mukaddimede, felsefecilerin görüşleri dinin esaslarıyla çatışmayan, görünüşte farklı olan ve dinin esaslarıyla çatışan olmak üzere 3 farklı kriter esas alınarak müzakere edilmiştir. İlk ikisi hakkında Gazali açısından herhangi bir sorun yoktur ve zaten o da bunları tartışmanın dışında tuttuğunu bizzat bildirir. Gazali’nin asıl sorunu 3. gruba giren görüşlerdir. Dolayısıyla Riyaziyâtın tamamı, mantıkiyâtın büyük bir kısmı ve tabiiyâtın büyük bir kısmı reddedilmiş değildir. Asıl meseleler ilahiyat kısmında ortaya konur, ki bu konuların da tamamı Gazali tarafından tamamen reddedilmiş değildir.

Bu tablodan çıkan sonuç, Gazali’nin eleştirisinin İslam düşüncesini tamamen bitirdiği şeklindeki mutlak bir bakış açısına saplanıp kalmak olmamalıdır. Felsefe, kritiklerle ilerler. Her filozof, kendinden önceki felsefe geleneği ile kendi içinde hesaplaşır. İleriye doğru atılan adımlar yapılan eleştirilerle mümkündür. Mesela, Batı’da Hume, Kant ve Nietzsche gibi filozoflar tarafından yapılan köklü eleştiriler felsefeye darbe vurmuş değildir. Aksine onların kritikleri düşüncenin ilerlemesi, meselelerin müzakere edilmesi açısından farklı açılımların sağlanmasına sebep olmuş kritiklerdir.

Diğer yandan Gazali’nin felâsife eleştirisi, aklın reddi ya da inkarı anlamına gelmez. Aristo felsefesini eleştirmekle aklı eleştirmek aynı şey değildir. Nitekim Gazali, eleştirisini yaparken akli yöntemleri kullanmıştır. Gazali’nin akla karşıymış görünmesi bir görüşe göre kendisinden sonra gelen akımların, sentez düşüncesinin tuttuğu yolla da ilgilidir. Zira sentezci düşünce ya meşşai (peripatetik) filozofların peşinden giderek bir tür skolastiğe ya da mistik yollara kayarak batınî inançlara saplanmışlardır. Dolayısıyla sentezci akım akli olanla bağını koparmış ve bu durumun müsebbibinin Gazali olduğu ileri sürülmüş ve İslam felsefi ve bilimsel düşüncesinin duraklamaya/kesintiye uğramasıyla ilgili neticelerin büyük bir bölümü Gazali’ye fatura edilmiştir.

Son olarak, Gazali’nin sistematik felsefe eleştirisi, din-felsefe ilişkisi bağlamında kayda değer tartışmaların da gündeme gelmesine neden olmuştur. Gazâli’nin, Makâsıd ve Tehâfüt’te ortaya koyduğu köklü eleştiri, bir anlamda, Aristocu felsefenin takipçileri sayılan Fârabi ve İbn Sinâ gibi meşşai felsefenin temsilcileri tarafından yürütülmüş olan felsefe ile dinin, akıl ile vahyin uzlaştırılması teşebbüslerine yöneliktir. Bu girişimler, Gazali’ye göre, dinin özüne aykırılık teşkil etmektedir. Gazali’nin bu yaklaşımı, yaklaşık bir asır sonra, İbn Rüşd’ün tepkisini çekecek ve İslam’ın doğusunda Gazali tarafından felsefeye yöneltilmiş keskin eleştiriler, İslam’ın batısındaki İbn Rüşd’de aksi seda bulacaktır.



[1] Gazali’nin, dönemin diğer etkili akımları olan Kelamcılar, Batınîlik ve Sufilik ile ilgili hatırı sayılır kritikleri vardır.

[2] İslam felsefesiyle ilgili araştırmalar yapan bazı oryantalistler ve özellikle Oliver Leaman, manidar bir biçimde, Gazali ile diğer filozoflar arasındaki ihtilaflı konuların üzerinde ısrarla durur. Diğer yandan Henry Corbin, Şii-İsmaili felsefe geleneğine yaptığı “özel” vurguyla hem Sünni-Şii ayrımına göndermeler yapmakta hem de Sünni dünyada, Gazali ile başlayan duraklamadan sonra felsefenin İran eliyle devam ettiğini söyleyerek Sünni dünyadaki gelişmeleri görmezden gelmektedir.Leaman’a dönersek. Mesela, Ortaçağ İslam Felsefesine Giriş adlı kitabında Leaman, Gazali’ye daha geniş yer ayırmakta ve İslam felsefesini Gazali etrafında okumaya çalışmaktadır. Fârâbi ve İbn Sina eleştirilerinde Gazali’yi haklı gören, İbn Rüşd’ün Gazali’ye verdiği cevapları yetersiz ve zayıf bulan Leaman, bir anlamda oryantalist tutumun İslam düşüncesiyle ilgili değerlendirmelerde tarafgir davrandığını gözler önüne sermektedir. Leaman’ın, İslam düşüncesinde felsefe-din ilişkisine atfen, aslında İslam’ın felsefeye olumsuz baktığını; İslam ile felsefenin ve bilimin uzlaşamayacağını zımmen ifade ettiğini ya da Gazali’nin tarafını tutarken aslında hem Fârâbi ve İbn Sina’nın felsefi etkinliklerde nisbeten başarız olduğunu düşündüğünü hem de İbn Rüşd’ün kusursuz bir biçimde ortaya koyduğu din-felsefe uzlaşısını görmezden geldiğini ileri sürebiliriz.Leaman’ın kitabından somut bir iki örnekle meseleyi şimdilik kapatalım: “Felsefe’ye karşı gelenlerin en önde geleni Gazali idi. Onun yazdıkları üzerinde çalışmak hem açık ve parlak uslubundan dolayı, hem de kanıtlamada gösterdiği hüner ve gayretten dolayı zevkli bir iştir.” s. 49; “…Gazali ile İbn Rüşd arasında bir karşılaştırma yapmak ilgi çekici olacaktır. Tartışmanın ilginç yanı, İbn Rüşd’ün (Tutarsızlığın Tutarsızlığı adlı eserinde) gerçekten bir eli arkasına bağlanmış olarak tartışıyor olmasıdır; çünkü o Fârâbi ile İbn Sina’nın Gazali’nin eleştirdiği felsefeyi ele alış tarzlarını sık sık eleştiriye tabi tutmaktadır.” s. 51; “İbn Rüşd’ün bu itiraza verdiği cevap oldukça kusurludur…” s. 59; “Fakat Gazali, Aristotalesçi evren anlayışında, İbn Rüşd’ün kuru gürültüsünün gizleyemeyeceği çok önemli bir zaafı teşhis etmiştir..” s. 60


Yukarı Dön
 Yanıt Yaz Yanıt Yaz

Forum Atla Forum İzinleri Açılır Kutu Gör

Powered by Web Wiz Forums Free Express Edition
Copyright ©2001-2009 Web Wiz
Türkçe Çeviri Hakan Tekgöz

Bu Sayfa 0,078 Saniyede Yüklendi.