Gazali Net Ana Sayfa
Anasayfa Anasayfa > Gazali Hakkında Söylenenler > Gazali Hakkında Eleştiriler
  Yeni Mesajlar Yeni Mesajlar
  Forum Yardım Forum Yardım  Forumu Ara   Kayıt Ol Kayıt Ol  Giriş Giriş

İslam Felsefesinde akılcı Düşünce ve Sonrası

 Yanıt Yaz Yanıt Yaz
Yazar
Mesaj / Okunmamış Mesajları Gör
zczamaneyolcusu Açılır Kutu Gör
Kalfa
Kalfa


K.Tarihi: 29 Nisan 2010
Durumu: Aktif Değil
Gönderilenler: 706
Aktiflik
Seviye
Deneyim
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Alıntı zczamaneyolcusu Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Konu: İslam Felsefesinde akılcı Düşünce ve Sonrası
    Gönderim Zamanı: 23 Mayıs 2010 Saat 23:45

İSLAM FELSEFESİNDE AKILCI DÜŞÜNCE

VE SONRASI

7. Yüzyılın ikinci yarısında Arap yarımadasında doğan ve Türk imparatorlukları eliyle dünyaya yayılıp evrensel bir din haline gelen İslâmiyet’in yaşadığı topraklar üzerinde gelişen felsefeye “İslâm felsefesi” diyoruz. İslâm felsefesi dendiğinde, aklımıza Ortaçağ skolastiğinde olduğu gibi, yalnızca dini açıklayan bir felsefe gelmemelidir. Bu felsefe hareketi İslâm dininin yayıldığı topraklar üzerinde yaşayan uygarlıklar tarafından yaratılmıştır. Yani, Türk, Arap, Farslı, Hintli, Pakistanlı, Süryani, Yahudi gibi çeşitli öğelerin ortak felsefesidir. 

            İslâm felsefesinin doğuşu üzerinde Bu dinin temel kitabı olan Kuran’ın ve hadislerin (Hz. Muhammed’in sözleri) yanında, tefsir (Kuran ayetlerini yorumlama), muhaddislik (hadisleri açıklama ve yorumlama bilimi) ve fıkıhın (İslâm hukuk bilimi) önemli etkileri    vardır. Öte yandan, Kuran ayetlerine anlam verme ve onları akla uygun hale getirme çalışması olan Kelâm kapısını doğrudan İslâm peygamberinin kendisi açar. Hz. Muhammed Kuran ayetlerinin bir açık ve görünür sözlük anlamının yanı sıra, bir de yalnızca akılla yorumlanabilecek olan gizli (bâtın) anlamı olduğunu söylerken, İslam felsefesinde akılcılığın da yolunu açmaktadır.

Hz. Muhammed’in açtığı yorum kapısı, büyük İslâm düşünürü Ebu Hanife (699-767) ile doruğa ulaşır. Ona göre, “kim söylüyorsa söylesin, akla uygun olmayan kurallara boyun eğmek gerekmez. Akla uygunluğu da, tartışmalar sonucu çoğunluğun oyu belirleyecektir.

Ebu Hanife’nin gösterdiği bu akılcılık yolu çeşitli akımları da birlikte getirir. Örneğin “Mutezileciler” imanın kitapta, aklın ise insanda olduğunu savunarak, alın yazısına ve kaderciliğe karşı çıkarlar. İnsan tüm davranışlarını akıl ve istenciyle gerçekleştirdiğine göre, yaptıklarının sorumlusu da yine kendisidir. “Kaderiyeciler de insan istencinin özgürlüğünü savunarak bu akımla birleşirler. (1)

Kelâmcılık içinde gelişen bir başka akım da “Eşaricilik”tir. Eşariler, aklın asıl gerçeğe ulaşmakta yetersiz olduğunu ve yalnızca birbirine karşıt  ve birbirini çürüten genel yargılara ulaşabileceğini savunmakta ve böylece İslâm düşüncesinde akılcılık, yerini imana bırakarak sanki İslâm skolastiğine adım atılmaktadır.

Öte yandan “Tasavvuf düşüncesi”nde, dinin gerçek anlamı ve bu anlama uygun biçimde yaşamanın ilkeleri, varlık-Tanrı ilişkileri gibi konularda özgün açıklamalara karşılaşırız. Kuranın gizli anlamını akılcı bir biçimde yorumlama çabalarını içeren tasavvuf düşüncesini benimseyenler, daha ulu ve kuşanmış bir akıl çerçevesi içinde dönüp, başkalarını da doğru yola yöneltmeye çalışmaktadırlar.

Tasavvuf kapsamında gelişen akılcı düşüncenin temsilcilerinden Şeyh Bedrettin “Varidât” isimli eserinde ruhların maddeden ibaret güçlerden oluştuğunu, ölümden sonra dirilmenin söz konusu olamayacağını ileri sürer. Ona göre beden zerrecikleri bir kez dağıldıktan sonra yeniden bir araya gelemez. Kitaplarda tanımlanan cennet-cehennem düş gücünün ürünüdür. İnsan için her güzel şey cennet, her kötü şey ise cehennemdir. İbadet içimizin arınması için yapıldığına göre, tapınmanın hiçbir biçimi sınırı ve koşulu yoktur.

Ortaçağda Batı dünyası, içinde bulunduğu skolastik dönemin karanlığı içinde, akla ve bilime yüz çevirip, doğru bilginin yalnızca din kitabında bulunduğunu ileri sürmekte,  felsefeyi yalnızca dinin kesin buyruklarını (dogma) akla uygun getirmekle görevlendirmektedir. Aynı yüzyıllarda Türk-İslâm düşünürleri ise aklı ve bilimi ön plana çıkarmakta ve matematik, astronomi, tıp gibi bilimler alanında önemli gelişmeler göstermektedir. 

İslâm felsefesinde akılcılık 11. yüzyılda Gazali ve Muhiddin Arabi gibi düşünürler eliyle yok edilmekte, akılcılık imancılığa dönüşmektedir. Muhiddin Arabi sağlam bir tasavvufçu olarak varlığın Tanrı olduğunu düşüncesinin yanı sıra, eşariciliğin temsilcisi olarak “bir kimsenin ilmini doğrudan Tanrıdan alması gerektiğini savunmaktadır. Ona göre,varlıkları niteliklerini incelemekle bilgi sahibi olunamaz. Bilgi, duyumlarla, düşünmeyle, öngörülerle değil, bir şeyhe bağlanıp, onun yoluna girerek Allah’ı bulma derecesine ulaşıp, hiç zorluk çekmeden elde edilir.  

Gazali, “Mi’yâr el İlm (Bilimin Ölçüsü)  isimli eserinde Aristo mantığının akıl yürütme kurallarını öven ve akılcı-bilimci eserler veren bir düşünürdür. Ancak, ardından bir bunalım geçirerek o güne dek savunduğu tüm akıl/bilimci görüşleri gözden geçirip,  akıl yürütmenin kişiyi dinden çıkartabileceği yargısına ulaşır. Dini aklın denetimi altından çıkartıp, aklı dinin denetimi altına sokmak üzere yazdığı  Tuhfetül Felasife (Filozofların Tutarsızlığı) isimli eserinde akılcılığı eleştirir. Gazali din ve felsefe arasındaki ayırımı ortaya koymaya çalışırken, dinin kaynağının içe doğma (vahiy), felsefenin kaynağının ise akı olduğunu söyler.  Duyuların sürekli değişerek bizi yanılttığını ve bu yolla elde edilen bilgiye güvenilemeyeceğini söyler. Akıl da bizi yanıltır. Aklın flsefe ve metafizik alanında ele aldığı soruları yanıtlarken kendi kendisiyle çelişkiye düştüğünü ve metafiziğin bize doğru bilgi kazandıramayacağını ileri sürer. Tüm filozofların belli bir konu üzerinde birbiriyle uyuşan fikirler üretemediğini ileri sürer. Duyumlardan ve akıldan duyulan bu kuşkular, Gazali’yi Tanrıyı içinde duyma ve yaşayarak bilme isteğine yöneltir. Bunun için de insanda tövbe, sabır, şükür, çile, boyun eğme gibi nitelikler bulunmalı, böylece insan ruhunu arındıracak  ve böylece Tanrıyı içinde duyacak ve tüm bilgiler kendisine açık ve anlaşılır hale gelecektir.  Gazali’den sonra  İslâm düşüncesinde akılcılık, dine karşıt bir bir tutum haline gelir ve toplumda akılcılığı dinsizlikle bir tutanların sayısı artar..Bu  süreç içinde akılcılık Müslümanların gözünden düşer. Böylece Gazali'den bir-iki kuşak sonra İslâm topluluklarının çok güçlü bir akılcılık karşıtı gerici akıma sürüklenmesine neden olur.

 

KAYNAKÇA:

 

(1) : Orhan Hançerlioğlu – Başlangıcından Bugüne Mutluluk Düşüncesi- Varlık Yayınları-İst. 1965

(2) :  Cengiz Özakıncı- İslâmda Bilimin Yükselişi ve Çöküşü - Otopsi Yayınları- İst 2000

Feridun ORHUNBİLGE
Emekli Felsefe Öğretmeni

Yukarı Dön
Abidin Açılır Kutu Gör
Çırak
Çırak
Simge

K.Tarihi: 28 Aralık 2010
Durumu: Aktif Değil
Gönderilenler: 19
Aktiflik
Seviye
Deneyim
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Alıntı Abidin Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 03 Ocak 2011 Saat 19:43

Bu felsefe ögretmeni dinide felsefeyide kavramamis. 

Akilcilik ve akli olmak farklidir. Rationalismus ve Rationalität. Yani birincisinde herseyde ve heryerde akil ile mutlak hüküm vermek vardir. Yani aklin sahasi herseyi kusatirmis hersey akil ile kavranabilinirmis. Ve hükümler ile bütün bu sahada at kosturabilirmis. Akilcilik budur. Aklin sahasi vardir. Siniri vardir. Bu konulari Imam Gazali birkac kitabda islemekte. Bu yerleri bir araya getirip bir bütün halinde bakilirsa Imam Gazali ve diger islam alimlerin akli kücümseyen sözleri yoktur. Aklin sinirlari veakli hükümlerde hata ihtimallerini ve hata kayaklarini izah etmek akil düsmanligi degildir. Tersine akla önem vermektir. 

Aristo felsefesi veya yeni-eflatuncu felsefe akilcilik degildir. Bu felsefelere kritikler yerindedir Imamin.

Nicin Imam Gazaliye akla karsi geldigi suclamasi yapilir ? Sebebi sudur: hiristiyanlikta olan fikir ve inanc ekollerin sifatlarini aynen Islamda görmek istemeleri...kilise fen ilmine ve akla kücümseyici halleri aynen sünni Islamda zoraki görmek arzusu. Onun icin böyle genel iddia ve iftiralar yapilmakta. Kim Imam Gazalinin eserlerini iyice bilir bu iddialarin sacma olduklarini kabul eder anlar. Bundan takriben 200yil evvel Munk isimli oryantalist ilk defa böyle sacma iddalarda bulundu. Bundan 100 yil evvel de Boer ve Horten ve birkac baska oryantalistler bu Munk denen adamin iddialarini red ettiler.  Ve hala Munkun "seviyesinde" halen bulunanlar az degil...ibretmi ibret....rezalet desek daha uygundur.



"Mümin eli ve dili ile kimseye zarar vermeyendir" Hadis (dinimizislam.com dan)
Yukarı Dön
 Yanıt Yaz Yanıt Yaz

Forum Atla Forum İzinleri Açılır Kutu Gör

Powered by Web Wiz Forums Free Express Edition
Copyright ©2001-2009 Web Wiz
Türkçe Çeviri Hakan Tekgöz

Bu Sayfa 0,078 Saniyede Yüklendi.