|
Din Eğitiminde Tefekkür |
Yanıt Yaz |
Yazar | ||||||||||||||||
sibel
Kalfa K.Tarihi: 28 Nisan 2010 Durumu: Aktif Değil Gönderilenler: 189
|
Mesaj Seçenekleri
Alıntı Cevapla
Konu: Din Eğitiminde Tefekkür Gönderim Zamanı: 10 Haziran 2010 Saat 21:27 |
|||||||||||||||
Dr. Mahmud Çamdibi 1992 - Eylul, Sayı: 079, Sayfa: 022 Din eğitiminin temelini teşkil eden iman ve güzel ahlakın, derin ruh halleri ve tam idrak ile ilgisi bizi nefsin derinliklerindeki idrakin araştırılmasına götürüyor. M. İkbal, derin düşünmeyi söyle açıklıyor: "Derin düşünceye dalmış olduğumuz murakabe halinde, yani faal zat veya benliğin devre dışı kaldığı sırada, benliğimizin derinliğine dalıp duygu ve sezgilerimizin gerçek merkezine, odağına varma imkanını buluyoruz. Bu daha derin benliğin (ene) hayat dalgalarında her türlü şuurlu durumlar birbirine karışıyor ve bunun sonucu olarak basiretli benliğin birliği bir sürenin birliğidir ki bunda ferdi ecdâdın tecrübeleri çokluk halinde değil, içinde her tecrübenin bütüne nüfuz ettiği bir birlik olarak mevcuttur. Bu sebepten dolayıdır ki bu benliğin bütünlüğünde durumları saymak söz konusu değildir. Bunda hem değişiklik, hem hareket vardır. Ama ne değişiklik ne de hareket bölünebilir." (1) Bergson ise bu derin düşüncenin bütünlüğünü şöyle açıklar: "Kendi başlarına alındıkları vakit, derin şuur hallerinin kemmiyetle hiçbir bağlılıkları yoktur, onlar yalnız keyfiyetten ibarettirler ve onlar o şekilde birbirlerine karışmaktadırlar ki, bir veya çok olduklarını söylemek ve onların tabiatını bozmadan bu gözle onlara bakmak mümkün değildir" (2) "Bütün ile ben mahiyetçe aynı şeydir. Bundan dolayı insan nefsini gayet mükemmel bir surette derinliğine düşünürse onu idrak eder." (3) M. İkbal, derin düşünceyle ulaşılan "Basiretli nefs"i mutlak süre yani sıralanması olmayan bir değişiklik olarak ifade eder. "Ego", bir yandan ebedi hayatı yaşar, -yani sıra takip etmeyen değişmeyi- diğer yandan da sıra takip eden zamanı. Bundan şu anlam çıkıyor. Sıra takip etmeyen değişmenin bir ölçüsü olmak anlamında sonsuzluğa organik bağla bağlı olarak yaşar." (4) Benliğimizin derinliklerinde bulunan ve derin düşünceyle ulaşılan nefsin üst alemle ilgili cephesinin idrakine "basiret" denilmektedir. Basiret, Kur'an-ı Kerim'de şöyle açıklanır: "Doğrusu size Rabbinizden basiretler (gönül gözleri, hakikati idrak kabiliyetleri) geldi. Artık kim (hakkı) görürse yararı kendine, kim de (hakkı görmekten) kör olursa zararı kendinedir." (el-En'am, 6/104) Basiretin gelişmesi, ilim, adalet, temizlik ve tefekkürle olmaktadır. Gazalî, tefekkür için nefsin hazırlanması gerektiğini şöyle belirtir: "Ledünni ilim, ilham nurunun akması, tesviyeden (her şeyde adalete uymak ve dengeli olmak) sonra olur. Allah Teala'nın buyurduğu gibi: "Nefse ve onu tesviye edene andolsun. Ona kötülük ve takvasını ilham edene andolsun ki nefsini arıtan saadete ermiştir." (eş-Şems, 91/7-9) Bu dönüş üç yolla olur. Birincisi: Bütün ilimlerin çoğundan büyük bir kısmını öğrenmekle. İkincisi: Tam bir riyazat ve doğru bir murakabe ile olur. Bu hakikate işaret ederek Rasûlullah (s.a) şöyle demiştir: "Bildiği ile amel edene Allah bilmediğini öğretir." Üçüncüsü: Tefekkürdür. Nefis öğrenir, ilme hazır olur ve gönül verir, sonra bilgilerini tefekkür şartlarına uygun olarak tefekkür ederse gayb kapıları açılır; tasarruf şartlarına uygun olarak malında tasarruf eden bir tüccar gibi, ki ona kazanç kapıları açılır. Yanlış bir yol tutarsa hüsran tehlikesine düşer. Mütefekkir de doğru yolu tutarsa gönül sahiplerinden olur; gayb aleminden kalbine bir pencere açılır; kâmil, âlim, akıl, mülhem ve müeyyed olur. Rasûlullah (s.a)'ın dediği gibi: "Bir saatlik tefekkür, altmış senelik ibadetten hayırlıdır." (5) Tefekkür - Tezekkür Farkı Gazali, tefekkürü şöyle açıklıyor: "İtibar iki bilinenden üçüncü bilineni çıkartmak manasınadır. Geçiş sağlanamazsa "tezekür" denir. Nazar ve tefekkür, üçüncü bilineni çıkarmaktır. İki bilinenden üçüncüyü çıkaramazsa buna tefekkür değil tezekkür denir. Her mütefekkir mütezekkirdir, fakat her mütezekkir mütefekkir değildir. Tezekkürün faydası, bilinenleri tekrar vasıtasıyla kalbe yerleştirip silinmelerini önlemektir. Tefekkürün faydası, ilimleri çoğaltıp oluşmayan marifeti (bilineni) celbetmektir. İşte tezekkür ile tefekkür arasındaki fark buradadır. Marifetler (bilinenler) kalbde toplanıp özel bir düzen üzerinde birleştirildiklerinden (izdevecet) sonra bir diğer bilinen doğar." (6) W. James'e göre: "Hareket halindeki düşüncenin imandan, yani sükûnet halindeki düşünceden başka gayesi olamaz. Ancak düşüncemiz bir denge bulduğu zamandır ki eylemlerimiz sağlam ve emin olabilir, inançlar birer eylem kaidesidir; aklın fonksiyonu ise insana aktif itiyatlar kazanma imkânı sağlamaktadır. (7) M. Ali Ayni, din eğitiminin temelini oluşturan yüksek duyguların derin tefekkürün eseri olarak doğduğunu şöyle açıklıyor: "Hiçbir duygulanma, hiçbir heyecan yüce alemlere doğru yönelttiğimiz saf billûri tefekkürlerin bizde uyandırdığı hareket, büyüklük ve güzellik duyumlarına denk olmaz. En yüksek duygular, kendiliğinden doğan duygular değildir; fakat müfekkirenin müctehitçe çalışmasıyla yol açtığı duygulardır." (8) "Dış alemden ve bedenimizin hayatından tamamen ve kâmilen ilgimizi kestiğimiz vakit duyduğumuz nefsin izlenimlerini düşünmedikçe nefsi natıkaya erişilemez. Düşünme gücü vasıtasıyla insan tabiatını anlamaya muvaffak olmayı isteyen her kişiden, beden, hayvanî ruh, nefsî natıkayı açıkça ayırması için kendi şahsiyetini incelemesini taleb etmelidir." (9) Eflatun bu konuya şöyle yaklaşıyor: "Yüksek bilgiler kitaplarda bulunmaz. Onları kendi vicdan hazinesinden derin bir düşünce ile çıkarmak ve mukaddes ateşi kendi zatının menbaında aramak lazımdır. Her kim bu bilgileri halkın avam kısmına bildirmeğe kalkarsa faydasız birşey yapmış olur. Bundan başka şayet ifşa ederse, o semavi hakikatleri kendi zatlarında görmek için Cenab-ı Hakk'ın kendilerine yeter derecede anlayış ihsan ettiği az miktarda bazı kimseler müstesna olmak üzere diğer bazı kimselere o hakikatlerden nefret vermiş, diğer bazılarına da birşey bilmedikleri halde sanki harika şeyler biliyorlarmış gibi, faydasız ve küstah bir emniyet bahşetmiş olur." (10) İç alemimizin derinliklerine daldığımız zaman, madde ve mekanın şahsiyeti dağıtıcı ve parçalayıcı etkisinden kurtularak yüksek bir amelle şahsiyette bütünlüğe (self), ruhî, enfüsî âleme ulaşırız. Çünkü yüksek aksiyonlar, şahsiyetin bütünlüğünden ortaya çıkarlar. Dağınık düşünce ve dağınık işlerde şahsiyetimiz mekana doğru inmeye başlayacaktır. Bergson'a göre fizik, tersine çevrilmiş bir rûhiliktir. Rûhî aleme yükselmemiz, yüksek aksiyonlar ve derin tefekkür ile olmakta, zikr, derin tefekkür ile yüksek aksiyonları birleştirmektedir. Bergson, saf süredeki ilerleme ile şahsiyetin bütünlüğünü şöyle belirtir: "Saf süredeki ilerlememiz şuurlaştığı nisbette de ruhî varlıktaki muhtelif kısımların birbirleri içine girdiklerini ve bütün şahsiyetimizin bir noktada toplandığını duyuyoruz. Hayat ve hür aksiyon da buna bağlıdır." (11) Fazilet ve fedakarlıklarda hür aksiyon ile şahsiyet bütünlüğüne ulaşır, ihtirasların şahsiyeti maddeye çekerek dağıtıcı etkisinden korunuruz. Bu benlik bütünlüğü, ruh sağlığı ve manevi hayatımızın yücelmesi bakımından önemlidir. Tefekkür Basiret Huşu Temizlenme Muhabbet Benlik İbadet Zikir Sevgi Bütünlüğü Kur'an Merhamet İnsan Adalet Ülfet İhsan Amel-i Salih Hayır İşlemek İyilikte yardımlaşma Tam bir bütünlük olmadan şahsiyetin yükseltilmesi mümkün görülmemektedir. Sosyal psikolojideki tetkikler göstermiştir ki:".. yüksek derecede organize olmuş felsefî-dînî hisler, bu hislere sahip fertleri müsbet istikamete götüren birer "ego" standartıdır. Buna mukabil daha az organize olmuş felsefî-dînî hisler ise "ben"in korunmasına yarayan bir müdafaa vazifesi görürler."(12) Derin tefekkür ile Allah'ı anmanın ancak iyi amellerle birlikte Arş-ı İlahi'ye yükseldiği Kur'ân-ı Kerim'de şöyle açıklanır: "Her kim şeref ve kuvvet isterse bilsin ki bütün şeref ve kuvvet Allah'ındır. Hoş kelimeler O'na yükselir; onu da ameli Salih yükseltir." (Fâtır, 35/10) Bütünlükle sağlamlaşmış inanç, iyi işlerle insanı şahsiyet bütünlüğüne götürür. İnsanın olgunluğu, doğru kararları ve mutluluğu bu bütünlükle sağlanır. Dipnotlar: 1. İkbal M., İslam'da Dinî Düşüncenin Yeniden Doğuşu, İst, 1984, 78. 2. Somar Ziya, Bergson, İst, 1989,132. 3. Ayni M. A., Hacı Bayram Veli, İst, 1986, 31. 4. İkbal M., age.,108. 5. Gazali, Risaletu'l-Ledunniyye, 36, 37. 6. Gazali, İhyau Ulumid'-Din, IV/412. 7. Güngör, E., İslam Tasavvufunun Meseleleri, İst, 1982, 183. 8. Ayni M. Ali, Hacı Bayram Veli, 49, İst, 1986. 49 9. Ayni M. Ali, age, 47-48.10. Ayni M. Ali, age, 33 (Daciar La Doctirine de Platon) 11. Bergson H. Yaratıcı Tekamül, İst, 1986, 263.12. Krech D., Crutchfield R.S., Sosyal Psikoloji, çev. Güngör Erol, İst, 1970, 198. |
||||||||||||||||
Yanıt Yaz |
Forum Atla | Forum İzinleri Kapalı Foruma Yeni Konu Gönderme Kapalı Forumdaki Konulara Cevap Yazma Kapalı Forumda Cevapları Silme Kapalı Forumdaki Cevapları Düzenleme Kapalı Forumda Anket Açma Kapalı Forumda Anketlerde Oy Kullanma |
|