Gazali Net Ana Sayfa
Anasayfa Anasayfa > Gazali'nin Hayatı > Hayatı
  Yeni Mesajlar Yeni Mesajlar
  Forum Yardım Forum Yardım  Forumu Ara   Kayıt Ol Kayıt Ol  Giriş Giriş

Hayatı

 Yanıt Yaz Yanıt Yaz
Yazar
Mesaj / Okunmamış Mesajları Gör
fatma Açılır Kutu Gör
Kalfa
Kalfa
Simge

K.Tarihi: 28 Nisan 2010
Durumu: Aktif Değil
Gönderilenler: 230
Aktiflik
Seviye
Deneyim
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Alıntı fatma Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Konu: Hayatı
    Gönderim Zamanı: 05 Mayıs 2010 Saat 22:51
GAZALİ- 2


Cemziyelevvel 484'te (Temmuz 1091) vezir tarafından Bağdat Nizamiye Medresesi müderrisliğine tayin edilen Gazzali, buradaki çalışmaları sırasında dindarlığı ve faziletiyle tanınan Halife Muktedi-Biemrillah'ın ilgi ve desteğine mazhar oldu. Kaynaklarda, Gazzali'nin dört yıl süren Nizamiye'deki müderrislik dönemi aynı zamanda onun kitap telifi bakımından en verimli devresi olarak gösterilir. Ancak daha önce Nizamülmülk'ün karargâhında geçirdiği altı yıl içinde de telif çalışmaları yapmış olmalıdır. Nitekim Ta'lika ve el-Menhul dışındaki en az yirmi beş eserini Nizamiye Medresesi'nden ayrılmadan önce yazmış olup Maurice Bouyges'un tesbitine göre aralarında el-Basit, el-Vasit, el-Veciz, el-Müntehal fi ilmi'l-cedel, Meahizu'l-hilaf, Şiaü'l-galil, Makasıdü'l- felasife, Tehafütü 'l-felasife, Mi'ya'rü'l-ilm, Mihakkü'n-nazar, Mizanü'l- amel, el-Müstazhiri (Feda'ihu'l-Batıniyye), el-İktisad fi'l-itikad gibi kitaplarının da bulunduğu bu eserlerin tamamını dört yılda telif etmiş olması uzak bir ihtimaldir. Ayrıca onun bu dönemde hocalık, felsefeye ve Batıniliğe dair incelemeleri gibi daha başka ciddi meşguliyetleri de vardı,.

            el-Münkız'daki açıklamalarına göre Gazzali burada bir yandan, içlerinde tanınmış Hanbelî âlimlerinden Ebu'l-Vefa İbn Akil ve Ebu'l-Hattab el-Kelvezani' nin de bulunduğu 300'e yakın öğrenciye ders veriyor ve tasnif faaliyetlerini sürdürüyor, öte yandan da felsefe üzerine incelemeler yapıyordu. Yaklaşık iki yıl süren bu incelemeler sayesinde, bizzat kendisinin de eleştirdiği öteki kelamcılardan farklı olarak tenkit etmeyi düşündüğü Meşşai-işraki felsefeyi derinden kavrama imkânını elde etti. Ayrıca bir yıl süreyle de felsefe hakkında edindiği yeni bilgileri gözden geçirdi; yaptığı değerlendirmelerle filozofların doğru ve yanlış görüşlerini şüpheye yer bırakmayacak şekilde tesbit etti. Ardından Batınilik incelemelerine koyuldu. Bu arada bazı kimseler, onun Batıniliğin tenkidine girişmeden önce bu akımın düşünce ve ilkeleri hakkında bilgi vermesinin bir bakıma Batıniler'in işine yaradığını düşünerek Gazzali'nin bu yöntemini eleştirdiler. Ancak Gazzali, bir düşünce ve inancı yeterince tanıyıp mahiyeti hakkında tarafsız bilgi vermeden onu eleştirmenin kendi ilim anlayışıyla bağdaşmadığı fikrinde olduğundan yöneltilen bu tenkitleri dikkate almadı.

            Gazzali el-Münkız'da, geniş çaplı inceleme ve araştırmasının dördüncü ve son halkası olarak tasavvufu zikreder. Ancak bu bilgiyi kronolojik olarak değerlendirmemek gerekir. Zira onun henüz çocukken himayesine verildiği baba dostu bir sufi idi. Ayrıca kendisinin Tus'ta bulunduğu sırada gördüğü bir rüyayı "şeyhim" dediği Yusuf en-Nessac'a anlattığı ve onun yorumu üzerine tasavvuf hakkındaki kuşkularının ortadan kalktığını söylediği rivayet edilir (ZebTdi, 1, 9). Öte yandan Ebu Ali el-Farmedi ile ilişkisi de onun tasavvufa olan temayülünü geliştirmişti. Ancak tasavvuf alanındaki son çalışması diğerlerinden çok farklı olup hakikati arama kararının bir gereği olarak ilmi ve tenkitçi düzeyde yürütülen fikri bir çalışmadır, Gazzali, muhtemelen daha önce Farmedi vasıtasıyla Kuşeyri'nin er-Risale'si hakkında bilgi edinmiş ve belki de bu eseri okumuştu. Son tasavvuf çalışmasında bu eseri yeniden inceledi. Ayrıca Muhasibi'nin er-Ria'ye li-hukukıllah'ı ve diğer eserleriyle Ebu Talib el-Mekki'nin Kutü'l-kulub'u, Cüneyd-i Bağdadi, Ebu Bekir eş-Şibli, Bayezid-i Bistami gibi tasavvuf büyüklerinden intikal eden mirası da tetkik etti ve böylece elde edilmesi mümkün olan bütün bilgileri kazanarak önde gelen mutasavvıfların nazari mahiyetteki görüş ve düşüncelerinin künhüne vakıf oldu. Bu birikim sayesinde tasavvufun en gizli ve derin noktalarına ulaşmanın nazari öğrenimle değil zevk ve hal ile, sıfatları değiştirmekle mümkün olacağı kanaatine ulaştı.

            Gazzali'nin kelam, felsefe, Batınilik ve tasavvuf hakkındaki son çalışmalarının kendisini ulaştırdığı sonuç, onun zihin ve ruh dünyasında kelimenin tam anlamıyla bir bunalıma yol açtı. Bağdat Nizamiye Medresesi'nin "şöhreti ve saygınlığı neredeyse uluların, emirlerin ve hilafet merkezinin ününü bile geride bırakan"  bu büyük medresesinin dışarıdan bakıldığında son derece başarılı ve mutlu görünen hayatı gerçekte gün geçtikçe için için büyüyen şüphelerle, fikri bunalımlarla altüst oluyordu. Aslında el-Münkız'da belirttiğine göre şüphecilik onun tabiatında vardı. Nitekim gerçeği arama iştiyakının kendisinde daha gençlik dönemlerinden itibaren mevcut olduğunu belirtir. Muhtemelen ilmi başarı ve şöhretinin uzun müddet üzerini kapattığı bu şüphe temayülü dört yıllık müderrislik döneminin sonlarına doğru, temelden kavradığı tasavvufun kendisini derinden etkilemesiyle yeniden ve çok daha etkili bir şekilde ortaya çıkmıştır. Kendi ifadesine göre şüphesi sadece metafizik ve bilgi problemleriyle ilgili değildi; ayrıca ahlaki bakımdan da kendini sorguluyor ve dünya alakalarına boğulduğunu, faaliyetlerinin en güzeli olan eğitim ve öğretim çalışmalarında bile hiç de önemli olmayan, ahiret yolu için faydası bulunmayan ilimlere yönelmiş olduğunu, öğretimdeki niyetinin tamamıyla Allah rızası olmadığını, makam ve şöhret arzusunun da bulunduğunu fark ediyordu. Bu yüzden defalarca Bağdat'tan ayrılmaya niyetlendiyse de ününü ve mevkiini terk etmeye razı olmayan nefsiyle altı ay mücadele etmek zorunda kaldı. 488 Re- cebinde (Temmuz 1095) başlayan bu şüphe krizi giderek psikolojik depresyonlara hatta fizyolojik rahatsızlıklara yol açtı. Ders anlatmakta zorlanıyor, iştahsızlık ve hazımsızlık çekiyor, takatten düşüyordu. Tabipler, bir süre uyguladıkları ilaçlı tedavinin sonuç vermediğini görünce hastalığın psikolojik sebeplerden kaynaklandığı, tedavisinin de o yolla olması gerektiği kanaatine vardılar.

            Nihayet duası kabul edilerek gönlünün makam, mal, evlat ve dostlardan ayrılmaya rıza göstermesi üzerine Bağdat'la olan bütün ilişkilerini kesmeye karar verdi. Ailesine yetecek miktardan fazla olan bütün malını muhtaçlara dağıttı. Aslında Şam (Suriye-Filistin) yöresine gitmek üzere hazırlık yaptığı halde, ayrılmasına rıza göstermeyeceklerini düşündüğü halifenin ve diğer ileri gelen dostlarının gerçek niyetini öğrenmelerini istemediği için Mekke'ye gideceğini açıkladı. Medresedeki mevkiini kardeşi Ahmed el-Gazzali'ye bırakarak 488 yılının Zilkade ayında (Kasım 1095) Bağdat'tan ayrıldı. Irak'ın dışında yaşayan müslümanlar bu olayın yönetimin bilgisi altında gerçekleştiğini tahmin ederken yönetime yakın olanlar da "ehl-i İslam'a ve âlimler zümresine nazar değmiş olabileceğini" düşünüyordu.

            Son zamanlarda Gazzali'nin Bağdat'ı terk etmesini kendisinin belirttiğinden başka sebeplere bağlayanlar da olmuştur. Bunlardan Duncan Black Macdonald'a göre Gazzali, o dönemde Selçuklu sultanı olan Berkyaruk'la arası iyi olmadığı için Bağdat'tan ayrılma gereğini duymuştur. Nitekim Berkyaruk'un saltanata geliş ve ayrılış tarihleriyle Gazzali'nin Bağdat'tan ayrılış ve dönüş tarihleri birbirine oldukça yakındır: ayrıca Gazzali'nin, Berkyaruk'la rekabet halinde bulunan Tutuş'un temsilcisiyle bir süre temas kurduğuna dair bir bilgi bulunmaktadır. Ancak bu iddiayı, Gazzali'nin kendisi tarafından gösterilen sebebi asılsız kılacak bir değerde görmek mümkün değildir. Zira tarihler arasındaki yakınlık bir tesadüften ibaret olabilir. 0 dönemin siyasi şartları içinde değişik taraflarla görüşüp konuşmanın, büyük bir şöhret ve itibara sahip olan Gazzali ile Berkyaruk arasında ciddi bir husumete yol açması da uzak bir ihtimaldir. Ferid Cebr'e göre ise Gazzali, Batınilerin bir suikastına maruz kalmaktan endişe ettiği için Bağdat'tan ayrılmıştır. Zira Gazzali, Batınilikteki imamın yanılmazlığı yerine Peygamber'in yanılmazlığı ilkesini savunmuş, bu şekilde iki asır önce Eş'ari'nin Mutezile'yi kendi metotlarıyla yıkması gibi Gazzali de Batınilere karşı aynı yöntemle mücadele etmiş ve böylece onların düşmanlığını kazanmıştır. Daha önce Mustafa Cevad tarafından ileri sürülmüş olan bu iddiayı da ciddiye almak mümkün değildir. Zira Hz. Peygamber'i müslümanların imamı sayma anlayışı hem Gazzali'nin hem de bütün Ehl-i sünnet'in ortak inancıdır; ancak bu anlayış, İmamiyye'nin imam telakkisinde olduğunun aksine onu bilginin mutlak ve yanılmaz kaynağı sayma anlamına gelmez. Batıni terörü 1095ten önce henüz yaygın bir tehlike teşkil etmediği halde Gazzali'nin tekrar meydana çıktığı 1105'te çok daha ciddi boyutlara ulaşmıştı. Nihayet Bağdat'tan ayrıldıktan sonra başka bir yol tutması mümkün olduğu halde özellikle tasavvufi hal ve şartlar içinde yaşamaya yönelmesi ve bunu on yıldan fazla sürdürmesi de bu ayrılışın esas itibariyle el-Münkız'da belirttiği epistemolojik ve ahlaki şüpheye dayandığını kanıtlamaktadır. Bununla birlikte Macid Fahri'nin de belirttiği gibi,  zamanın karışık durumu ve Nizamülmülk'ün 1092 yılında İsmaili ajanlarca öldürülmesi, çok geçmeden de Sultan Melikşah'ın ölümü onda hayal kırıklığına yol açmış ve dolayısıyla Bağdat'ı terk etme kararının kesinleşmesinde bir ölçüde rol oynamış olabilir. Ancak bu tür gelişmeleri, Gazzali'nin el-Münkız'daki açıklamalarında samimiyetsiz olduğu ve gerçeği sakladığı şeklinde yorumlamak mümkün değildir. Esasen inziva döneminde telif edilmiş olan İhya'ü Ulumi'd-din üzerine yapılacak dikkatli bir inceleme, onun yaşadığı krizin derinliklerinde ve Bağdat'ı terk etme kararının temelinde, "İslam insanının ve toplumunun içine düştüğü dini ve ahlaki yozlaşmadan, bunun bir sonucu olarak siyasi istikrarsızlık ve çalkantılardan duyulan huzursuzluk ve acıların, bu olumsuz gelişmelerin arkasındaki psikolojik, sosyal vb. sebepleri tesbit etme ve kendisinin sıkça kullandığı tabirle tedavi yollarını gösterme", hatta İhya'ü Ulumi'd-dinin ismi, üslubu ve muhtevası bütünüyle dikkate alındığında topyekûn bir ıslaha gitmek gerektiği düşüncesinin bulunduğunu gösterecektir.

            el-Münkız'daki açıklamalarına göre Gazzali Bağdat'tan Şam'a gitti ve iki yıla yakın bir süre orada kaldı. Bu sırada Emeviyye Camii'ne çekilerek nefsini terbiye etmek, ahlakını güzelleştirmek ve kalbini arındırmak maksadıyla riyazet ve mücahede ile meşgul oldu: Kudüs'e gitti ve bir süre de orada inziva hayatı yaşadı. İhya'ü Ulumi'd-dinin bir bölümü olan er-Risaletü'l-kudsiyye adlı eserini de buranın insanları için yazdı. Ardından hac farizasını yerine getirmek, Mekke ve Medine'nin bereketlerinden nasibini almak ve Resulullah'ı ziyaret etmek düşüncesiyle Hicaz'a gitti. Daha sonra vatan hasreti ve çocuklarının daveti onu memleketine çekti.

            Bu bilgilere rağmen, Gazzali'nin on bir yıl sürdüğünü ve kendisine "saymakla bitirilemeyecek durumları" keşfetme imkanı verdiğini belirttiği bu halvet dönemi yeterince berrak değildir. Tarih ve tabakat kitaplarında hangi tarihlerde nerelerde bulunduğu konusunda farklı bilgiler yer almaktadır. Mesela Sübki 488 Zilkadesinde (Kasım 1095) hacca gittiğini, 489'da (1096) Dımaşk'a girdiğini, burada az bir süre kaldıktan sonra Kudüs'e geçip tekrar Dımaşk'a döndüğünü; Yakut da önce hacca, ardından Şam'a gittiğini ve bir süre Kudüs'te kaldığını; İbnü'l-Esir ise 488'de (1095) Şam'a gittiğini. Kudüs'ü ziyaret ettiğini, 489'da (1096) hac vecibesini yerine getirdikten sonra Bağdat'a. oradan da Horasan'a döndüğünü söyler. El-Münkız'daki açıklamalara daha yakın olan, ayrıca İbn Asakir, Zehebi, İbn Kesir gibi tarihçilerin de ana hatlarıyla kabul ettiği bu son bilgiye göre onun Kudüs ve Hicaz seyahatiyle Bağdat ve Horasan'a dönüşü iki yıla yakın bir süre içinde vuku bulmuş olmalıdır. Bu arada bazı eski kaynaklarda şüpheli bir ifadeyle, onun büyük saygı duyduğu Mağrib Sultanı Yusuf b. Taşfin'i ziyaret etmek üzere çıktığı bir yolculuğunun, İskenderiye'ye vardığında (500/1106) sultanın ölüm haberini alması üzerine son bulduğu belirtilir. Louis Massignon ve Robert Chidiac, Gazzali'nin er-Reddü'l-cemil ala şarihi'İncil adlı eserinin metin tenkidinden çıkardıkları bazı kanıtlardan hareketle bu eseri Mısır'da yazdığını ileri sürerek onun İskenderiye seyahatini doğrulamışlardır. Montgomery Watt da Gazzali'nin Mekke'ye giderken veya dönerken böyle bir seyahat yapmış olabileceğini belirtir. Buna karşılık Ferid Cebr bu tür rivayetleri, Gazzali'nin şahsiyeti etrafından üretilmiş mistik literatürün bir parçası olarak değerlendirir. Aynı araştırmacı, başlıca kaynaklardaki bilgileri kısaca verdikten sonra şu sonuca varmaktadır: Gazzali, 488 yılının (1095) son bir veya iki ayı ile 489 (1096) yılını ve 490'ın (1097) ilk birkaç ayını Suriye- Filistin'de (Şam) geçirdi. Kendisinin yaklaşık "iki yıl" dediği bu süre olmalıdır. Daha sonra Hicaz'a gitti; ardından Bağdat'a döndü. Nitekim Ebu Bekir İbnü'l-Arabî Cemaziyelahir 490'da (Mayıs-Haziran 1097) onunla burada karşılaştı (Ferid Cebr bu buluşma tarihini, muhtemelen bir tarih çevirme hatası sebebiyle Cemziyelahir/Şubat 1098, bir başka yerde de Şubat 1097 şeklinde göstermiş olup doğrusu Cemziyelahir 490/Mayıs-Haziran 1097'dir.). Bundan sonra muhtemelen, Kudüs'ün Haçlılar tarafından işgal edildiği tarih olan 492 Şaban'ının sonlarından (Temmuz 1099) veya Antakya'nın işgal edildiği tarih olan 491 yılı Cemaziyelahirinden (Mayıs 1098) önce Horasan'da bulundu ve bu yöredeki çeşitli şehirleri dolaştı.

            Gazzali'nin, inzivaya çekildiği yıllarda vuku bulan ve bilhassa Kudüs'ün işgaliyle bütün İslam dünyasını derin üzüntüye boğan Haçlı saldırıları karşısında sessiz kalması, halifenin isteği üzerine önde gelen âlimler halkı işgalcilere karşı direnişe çağırırken onun hiçbir eserinde bu gelişmelerden tek bir kelimeyle bile söz etmemesi araştırmacılarca hayretle karşılanmış; Zeki Mübarek gibi bazı yazarlar bu durumu Gazzali'nin içe dönük mizacına bağlamışlar ve onu müslümanların çektiği acılara ilgisiz kalmakla suçlamışlardır. Buna karşılık Ferid Cebr, Gazzali gibi "zeynüddin" diye tanınan bir âlimin Suriye, Filistin, Irak veya Mısır'da bulunduğu halde müslümanları uğradığı bu felaket karşısında sessiz kalmasının düşünülemeyeceğini ileri sürerek bu sessizliğin ancak o sıralarda Gazzali'nin Horasan'da bulunmasıyla açıklanabileceğini belirtir. Nitekim aynı dönemde ülkenin maruz kaldığı iç ve dış tehditler, başta vezir Fahrülmülk'ün öldürülmesine kadar varan Batıni fitne ve terörü olmak üzere son derece ağır siyasi ve içtimai meseleler, Selçuklu devlet adamları gibi Gazzali'yi de Horasan'dan uzaklarda cereyan eden Haçlı işgalleriyle ilgilenmekten alıkoyacak kadar meşgul etmiştir. el-Münkız'daki bir bölüm, Gazzali'nin bu dönemde daha ziyade Batınilik'le ilgilendiğini göstermektedir. Burada verdiği bilgiye göre Gazzali söz konusu cereyanı tenkit etmek için ilk olarak el-Müstahziri'yi kaleme almıştı. İkinci olarak Bağdat'ta (muhtemelen inziva döneminde) Huccetü 'l-Hakk'ı, üçüncü olarak Hemedan'da Mufassılü'l-Hılaf'ı, dördüncü olarak Tüs'ta ed-Dürc'ü, beşinci olarak da el-Kıstasu'l-müstakim'i yazmıştır. Bu arada yine Hemedan'da Batıniler tarafından "dört mesele" hakkında sorulan sorulara cevap mahiyetinde yazılar yazdığı bildirilmektedir. Bütün bunlar, Kudüs'ün işgali sırasında Gazzali'nin Horasan'ın çeşitli şehirlerinde bulunduğunu, yukarıdaki suçlamanın aksine bu şehirlerde yazdığı ve birkaç yılını almış olması gereken eserlerle ülkenin ve toplumun meselelerini aşma çabalarına katkıda bulunduğunu göstermesi bakımından önemlidir.

            Gazzali'nin inziva döneminde yaptığı telif çalışmaları hakkında daha geniş bilgi bulunmaktadır. Baş eseri olan İhya'u Ulumi'd-din'i bu dönemde yazmıştır. Yukarıda anılan Batınilikle ilgili eserler yanında el-Maksadü'l-esmâ fi şerhi esmâillahi'l-hüsnâ, Bidayetü 'l-hidaye, el-Veciz, Cevahirü'l-Kur'an, el-Erbain fi usuli'd-din, el-Madnun bih ala ğayri ehlih, el-Madnunu's-sağir, Faysalü 't-tefrika, el-Kanunu'l-külli fi't-tevil (Kanunu't-tevil), Kimya-yı Sa'adet, Eyyühe'l-veled de bu dönemde kaleme aldığı eserlerdendir.

           Gazzali Zilkade 499'da (Temmuz 1106) Nişabur'a döndü ve buradaki Nizamiye Medresesi'nde tekrar öğretim görevine başladı. Kendisi, "0 zaman mevki kazandıran ilmi öğretiyordum...; şimdi ise mevki terk ettiren ilme çağırıyorum" şeklindeki ifadesinden bu ikinci hocalık döneminde yazdığı anlaşılan el-Münkız da , İslam ümmetinin manevi hastalıklara müptela olduğu ve helake doğru gittiği bir dönemde uzlete devam etmesinin doğru olup olmadığı hususunda nefis muhasebesi yaptığını, ancak içtimai ve siyasi şartların "halkı hakka davet etmeye" elverişli olmadığı kanaatine vararak gözden ırak yaşamaya devam etmek isterken sultanın ısrarlı daveti üzerine onu reddetmenin nezaketsizlik olacağını düşünerek "kalp ve müşahede erbabından bir grup zevat ile de istişare edip" uzleti terk etme ve zaviyeden çıkma yönünde görüş birliğine vardıktan sonra yeniden ilim öğretmeye koyulduğunu belirtir. Çağdaşı Abdülgafir, Gazzali'yi Nişabur Nizamiye Medresesi'ne dönmeye ikna eden sultanın, dönemin Selçuklu hükümdarı Sencer'in veziri ve Nizamülmülk'ün oğlu Fahrülmülk olduğunu bildirir. İslam toplumunun her asrın başında bir müceddide sahip olacağını bildiren bir hadisin de Gazzali'nin V. (Xl.) asrın son yılında vuku bulan bu dönüşüne tesir edebileceği şeklindeki kanaati makul görülebilir. Nitekim Gazzali el-Münkız'da bu hadise atıfta bulunmaktadır.

            Gazzali'nin bu ikinci öğretim döneminin birincisi kadar zevkli ve hareketli geçmediği anlaşılmaktadır. Nitekim yeni bir sükunet hayatının özlemini duyarak muhtemelen sağlığının da hocalık faaliyetlerini zorlaştıracak ölçüde bozulmaya yüz tutması sebebiyle, üç yılı aşkın bir süreden beri ifa ettiği resmi görevini bir defa daha bırakıp Tus'a döndü (503/1109). Bu arada telif çalışmalarını da devam ettirmiş olup Gayetü'l-gavr, el-Müstasfa min ilmi'l-usul, el-İmla' ala işkalati'l-İhya', ed-Dürretü'1-t fahire, İlcamü'l-avam an 'ilmi'l-kelam, Minhacü'l-abidin gibi eserler bu yılların ürünüdür. Tus'a döndükten sonra evinin yanına fukaha için bir medrese, sufiyye için de bir hankâh yaptıran Gazzali ömrünün son demlerini ders okutmak, gönül ehlinin sohbetlerine katılmak ve eser yazmakla geçirdi. Ayrıca o zamana kadar yeterince birikim sahibi olmadığını belirttiği hadis ilmiyle de meşgul olan Gazzali 14 Cemaziyelahir 505 (18 Aralık 1111) tarihinde vefat etti. Tus'ta ünlü şair Firdevsi'nin mezarının yakınına defnedildi. Günümüzde burada bulunan yapı halk arasında Haruniyye adıyla anılmakta ve bunun bahçesinde yer alan bir kabir Gazzali'nin mezarı olarak gösterilmektedir. Ancak bütün çini ve alçı tezyinatı harap olmakla birlikte tuğla'dan abideyi bir eser halinde ayakta duran yapının Yakut el-Hamevi ve İbn Battuta gibi müelliflerce ziyaret edilen Gazzali'nin türbesi olması kuvvetle muhtemeldir. Yapının Sultan Sencer'in Merv'deki türbesiyle aynı planda olması ve Selçuklu mimari özelliklerini taşıması da bunu desteklemektedir.

T.D.V.İslam Ans. 13/489-504
Yukarı Dön
 Yanıt Yaz Yanıt Yaz

Forum Atla Forum İzinleri Açılır Kutu Gör

Powered by Web Wiz Forums Free Express Edition
Copyright ©2001-2009 Web Wiz
Türkçe Çeviri Hakan Tekgöz

Bu Sayfa 0,048 Saniyede Yüklendi.