Gazali Net Ana Sayfa
Anasayfa Anasayfa > Gazali Dönemi > Gazali Dönemi
  Yeni Mesajlar Yeni Mesajlar
  Forum Yardım Forum Yardım  Forumu Ara   Kayıt Ol Kayıt Ol  Giriş Giriş

TARİHİ ve GAZALİ'Yİ DOĞRU OKUMAK

 Yanıt Yaz Yanıt Yaz
Yazar
Mesaj / Okunmamış Mesajları Gör
fatma Açılır Kutu Gör
Kalfa
Kalfa
Simge

K.Tarihi: 28 Nisan 2010
Durumu: Aktif Değil
Gönderilenler: 230
Aktiflik
Seviye
Deneyim
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Alıntı fatma Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Konu: TARİHİ ve GAZALİ'Yİ DOĞRU OKUMAK
    Gönderim Zamanı: 10 Mayıs 2010 Saat 00:44
TARİHİ ve GAZALİ'Yİ DOĞRU OKUMAK

Bu yazı 17 Mart 2008 tarihli IV. Kuvvet Medya Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

Takvimler üç haneli rakamları geride bırakmış, artık dört haneli yılların içerisine girilmiştir. 11. yüzyıl başlamak üzeredir. Fakat tek değişen takvimler değildir elbet. Tüm dünya üzerinde, dönemin insanlarının idrak edemedikleri kara bulutlar dolaşmaktadır. Ortam puslu ve sinsidir. Herkesi ve herşeyi bir sıkıntı hali kaplamıştır. Hayvanlar bile neşesizdir. Sanki tarih önemli olaylara gebedir ve bu doğum çok sancılı olacağa benzemektedir. İslam coğrafyasında, Avrupa'da ve Asya'da çok önemli değişimler olmak üzeredir. Batılı vahşi sömürgeciler tarafından henüz keşfedilmemiş olan Amerika kıtası ve kıtalar içerisinde en yaşlı coğrafya olan Afrika bu belirsiz değişimlerin yeni bin yılda kendilerini nasıl etkileyeceğinin merakı ile bir köşeye sinmiş heyecan içerisinde çaresiz beklemektedir.

İslam dünyası son iki yüz yıl içerisinde her ne kadar ilmi alanda önemli bir çığır açmışsa da, siyasi alanda yaşanan sorunlar, itişip kakışmalar hiç durulmamıştır. İlmi çalışmalar alanında 800'lü yıllardan başlayarak ciddi bir ivme yakalanmış olunsada, yakında yaşanacak olan bazı vahim hadiseler bu sürece önemli bir darbe vurmaya hazırlanmaktadır. Zaten düşman da uyumamaktadır. Nitekim 1200'lü yıllardan sonra ilim İslam dünyasından elini eteğini çekmeye başlayacak, İslam dünyası Osmanlı Devleti genç bir delikanlı olana dek pek rahat bir nefes alamayacaktır.

İşte böyle çıldırtıcı bir dönemde yaşamıştır Gazali. Neler mi olmuştur? Avrupa'da mazlum halk tabakası bir yandan fakirlik ve sefalet içerisinde yaşarken diğer yandan zalim Feodalların ve gözünü maddi hırs bürümüş Vatikan'ın zulmü altında ve bu Feodal beylerin kendi aralarındaki çıkar savaşları arasında inim inim inlemektedir. Şimdiki Oryantalistler ve bizdeki oligark laikçiler ''İslam Ortaçağ karanlığına götürür'' yalanı ile göz boyamaya çalışsalarda, bu dönem en koyu haliyle ve belki de tarihte ilk ve son defa Avrupa kıtasında yaşanıyordu ve bu çağın mukabili olan sefil yaşam tarzı ve zulümler Avrupalı zengin oligarklar ve Kilise tarafından kendi insanlarına reva görülüyordu.

Nitekim çok geçmeyecek, gözünü hırs, güç ve maddi kazanımlar bürümüş olan Papa, Feodal beylere ve krallara maddi kazanç, sefalet içerisindeki insanlara da Cennet vaadederek, tarihin en büyük fitnesi olan Haçlı Seferlerinin fitilini ateşleyecektir. Bu sıralarda Gazali belki de genç bir insandır. İslam dünyası bu büyük savaşa hazırlıklı değildir. Zira, bu topraklarda yaklaşık iki yüz yıl daha etkisini sürdürecek olan bir ilmi zenginlikten bahsedilebilsede, siyasi anlamda önemli çalkantılar yaşanmaktadır. İslami bir birlikten bahsetmek güçtür. Bu coğrafyada da tıpkı Avrupa'da olduğu gibi iç çekişmeler, çatışmalar ve kopmalar yaşanmaktadır. Haçlı seferlerinin kısmen başarılı olmasının ve Kudüs'ü ilk defa ele geçirebilmiş olmasının nedeni; karşısında bütünleşmiş bir Müslüman dünyası bulmamış olmasıdır. İslam dünyasınaki en büyük fitnelerden birisi olan ve üyelerine afyon içirerek ve Cennet vaadederek eylem yaptıran Haşşaşi belası da bu dönemde ortaya çıkmıştır. Neyseki Haçlı ordularının Selçuklulardan aldıkları ağır darbeler işe yaramış, Selahattin Eyyübi'nin sonradan bir birlik sağlamaya muvaffak olması ile de bu büyük tehlike savuşturulmuştur. Ancak bu büyük tahribatın İslam coğrafyasında bıraktığı derin tesirler ve sarsıntılar bugün bile hala hissedilmektedir. Zaten çok kısa bir süre önce büyük, ihtişamlı ve bir ilim yuvası olan Endülüs Emevi devleti de İspanyollar tarafından yıkılmış, Katolik olmayan tüm unsurları ya kılıçtan geçirilmiş ya da göçe zorlanmıştır. İslam Dünyası bu şokun da tesirlerini hala üzerinden atabilmiş değildir.

Avrupa ve İslam coğrafyalarında bunlar olurken, Uzak Doğu Asya'da da ileride bu coğrafyalara kan kusturacak olan Moğol saldırılarının temelleri atılmaktadır. Bu gelişme de İslam dünyasındaki ilmi faaliyetlere önemli bir darbe vurmaya teşnedir. İşte bu Asya vadilerinin insanları da kendi içinde bu yeni gelişmelerin sancılarını hissetmekte, mezkur gelişmeleri, Cengiz Hanları ve Timurları netice verecek olan oluşumun iç çatışmaları arasında inlemektedir.

Gene İslam coğrafyasına dönecek olursak... Yine bu dönemde yöneticiler dinin gerçek öğretilerinden kopmaya başlamış, rahat ve rehavete kapılıp 'Hak için halka hizmet' anlayışından iyice uzaklaşmışlardır. Birbirileri ile itişip kakışan ve hakikatten kopmaya başlayan bu yöneticiler zamanla ilmi ve ilim adamlarını da etraflarından uzaklaştırmaya başlamışlardır. Yanlarında tuttukları bir kaç kişi ise, astronomi, matematik ve tıp gibi alanlarda yenilikler geliştiren alimler değil, bu yöneticilere taban oluşturacak bazı fikri ve felsefi yorumların temellerini atacak olan düşünür, din adamı ve felsefecilerdir. En azından bu yönlerini kullanan alimlerdir. Böyle yoğun felsefi akımların tesirlerini artırdığı bir ortamda pozitif bilimlerle uğraşan bazıları bile, artık asli işlerini bırakıp dinin felsefik yorumlarına el atmaya başlamışlardır. Dinin içine bid'atlar en yoğun şekilde bu dönemde girmeye başlamıştır. Bu bid'atlara karşı önceleri samimi duygularl ortaya çıkan; ancak sonradan dönüşüm geçirerek İslam dünyası içinde önemli bir fitne halini alacak olan Vehhabiliğin temelleri de bu dönemde oluşmak üzeredir.

Gelişmelerin felsefe cephesi daha hararetli tartışmalara gebedir. Avrupa'nın daha Aristo'yu bile tanımadığı, Onu, Haçlı Seferlerinin ardından Müslümanlardan öğreneceği, belki felsefenin bile ne olduğunu unuttuğu karanlık zamanlardır. İslam dünyasında bir yandan Allah'ı tamamen inkar eden felsefelerin etkileri hissedilmeye başlarken (Dehriyyun), diğer yandan Allah'ı kabul etsede onu tabiatın kendisine indirgeyen, Cennet ve Cehennem gibi kavramları kabul etmeyen (Tabiiyyun) akımları revaç bulmaktadır. İş bunlarla da kalmamış bu iki gruba; mensupları belki de tamamen Müslüman coğrafyadan olan üçüncü bir felsefeci grup eklenmeye başlamıştır. Gazali'nin İlahiyyun dediği bu üçüncü grup, ilk iki gruba karşı olan felsefik yorumlar üretse, Allah'ı kabul etsede, bu sefer Peygamber inancını sorgulamaya başlamıştır...

Çok kaba bir şekilde ana hatlarını vermeye çalıştığım bir dönem; o dönemin şartları ve koşulları...

Bütin bu anlatımlardan kastım herhalde anlaşılıyordur. Aramızda bulunmayan ve kendisini savunamayacak olan bir kişiyi, devleti, oluşumu vb. eleştirirken veyahutta irdelerken, o dönemin şartları, anlayışları, yaşam biçimleri, mücadeleleri vs. ele alınmadan yapılan her yorum eksik kalır. Zaten bu bilimsel tarih yaklaşımından da fersah fersah uzaktır. Maalesef bu yaklaşım batılı Oryantalist zihniyetlerin insanlığımıza bir hediyesidir! Oryantalistler kadar bile 'düşünür!' olamayan bazıları ise bu anlayışı sadece taklit etmektedir.

Mesela; Atatürk'ü doğuran şartları, dönemin koşullarını, mücedelelerini anlamadan Atatürk'ü ne anlayabilirsiniz ne de eleştirebilirsiniz. Bizdeki hem Atatürk eleştiricilerinin hem de Atatürkçü! bazı kesimlerin içine düştükleri eksiklik budur. Osmanlı'yı eleştirenler de konuyu her zaman bu tarihsel bağlamdan kopararak değerlendirme kolaycılığına kaçmaktadırlar. Aynı makus talihsizlikten, maalesef İmam-ı Gazali de nasibini almaktadır. Bu eksik tarihsel bağlam okumaya, bir de art niyet karışınca yorumlar artık delil bile gerektirmeyecek boyutlara ulaşmakta, sadece bir çamur atma gayretine dönüşmektedir. Bilmeden karışanları tenzih ederim. İşte Gazali, yukarıda özetlediğim o sıkıntılı, puslu dönemlerin içinde yaşamış, yaklaşan çalkantılı hadiselerin beşiği sallanırken ilmi çalışmalarına devam etmiştir.

İslam topraklarında tesir icra etmeye başlayan arzettiğim felsefik akımlar, ilgili düşünür ve filozofların tamamen kişisel çabası olmayıp, bazı siyasi akımlardan ve liderlerden de rüzgar desteği almaktadırlar. Gazali'nin gözünde, İslam'ın iman kalesi yara almaya başlamıştır. İnsanların Allah ve Peygamber inancını derinden sarsacak bir takım düşünceler ortalığı zehirlemekte, İslamın temel esaslarına zarar vermektedirler. İşte bu duygular ve düşünceler içerisinde, Nizamiye Medreselerinin rektörü olan Gazali kendisine bir rota çizmiş, vazife bellemiş ve bu felsefik akımlara karşı kalemini bilemiştir. Böyle bir fikri bulanıklık döneminde iman esaslarını insanlara tekrar hatırlatmayı kendisine gaye edinmiştir.

Dıştaki ve içteki Oryantalist zihniyetlerin eksik tarih okuma ve art niyetli yaklaşımlarına ilaveten irtikab ettikleri bir suç daha vardır. O da gerçeğin üstünü örterek ve slogan kullanarak zihin bulandırma çabasıdır. Gazali örneğinde bu nasıl mı cereyan ediyor? İzah edeyim...

Efendim! Gazali'nin karşı çıktığı kesimler yukarıda tavsif ettiğim filozoflardır. Fizikle, kimya ile, tıp ile, astronomi ile iştigal eden ilim adamları değildir. Dönemin ilmi anlayışı gereği elbette bir çok ilim adamı bu ilimlerin bir kaçını birden icra eden insanlardır. Bu kişilerin önemli bir vasıfları da aynı zamanda tefekküre dönük çalışmalar da neşretmiş olmalarıdır. Bugün yapılan bir yanlış her türlü düşünme gayretinin felsefe olduğu şeklinde yapılan bir yanlıştır. Bu ilim adamlarından bir kısmı (Gazali'nin karşı çıktıkları) gerçekten felseye yapmış olanlardır. Felsefeye girmeden, hem pozitif ilimler sahasında hem de tefekkür alanında çalışmalar neşreden alimler konumuzun dışındadır. Zaten Gazali'nin bu kesimlerle bir alıp veremediği yoktur.

Hem birinci kesimden bile olsa Gazali, kendilerini pozitif ilimlerin yörüngesinden felsefenin ve dinin (kelamın) yörüngesine salmış bulunan, asli işlerinden kopmuş bulunan bu alimlerin fizikçi, kimyacı, tıpçı, astrolog kimliklerine hiç bir zaman saldırmamıştır. Onun tek müdahele noktası bu kişilerin dinin temel esaslarını sarsabilecek nitelikteki yorumlarıdır. En azından Gazali böyle düşünmüş ve ona göre hareket etmiştir. O, bu çerçevede endam etmiş ve faaliyet yürüten felsefeye ve filozoflara karşı fikir üretmiştir. FELSEFE BİLİM DEĞİLDİR. İşte Oryantalistlerin yaptığı göz boyama budur. Oluşturulan bu illüzyon sayesinde felsefe ile bilim denk imiş gibi bir ortam hasıl edip, sadece felsefik bir takım akımlara karşı olan Gazali'yi ilim düşmanı ve Müslüman toplumlardaki ilmi gerilemenin baş müsebbibi olarak göstermek istemektedirler. Aslında bu çevrelerin İslami toplumlarda ilmi faaliyet gelişsin diye bir dertleri de yoktur. Gelişmemiş olmasından üzüntü de duymazlar. Gazali, bir takım hastalıklı düşünce ve akımlara karşı İslamiyetteki iman esas ve düşüncesini koruduğu için ve İslami anlayış içerisindeki Allah ve Peygamber fikrinin hasar görmesini engellediği için hedef tahtasındadır aslında. Aşağılanmaya çalışılmasının ve takip eden İslam toplumlarında ilimden uzaklaşılmış olunmasının sorumlusu olarak ilan edilmesinin en önemli nedeni budur. Yukarıda da arzettim: İslam toplumlarından ilmin elini eteğini uzun bir süreliğine çekmiş olmasının da bir çok tarihi koşulları var. O konu da kendi tarihsel bağlamında ayrıca değerlendirilmelidir. Ancak kısaca sunmaya çalıştığım gibi, meselenin Gazali öncesi ve sonrasına bakan boyutları var: İslam toplumlarında baş gösteren; dinin gerçek mahiyetinden kopuş, artan rahat ve rehavet, iç hesaplaşmalar, zulümler, liyakatsiz devlet adamları... Sonra Haçlı seferleri, Moğol istilaları ve halen izleri sürmekte olan dağılmışlık...

Meselenin izaha muhtaç bir yönü daha var. Onun da az önce ifade ettiğim hususlar akılda tutularak ele alınması icab ediyor. Gazali'nin yaptığı bazı yorumlar kendi dini ve tasavvufi bağlamı içerisinde ve arzettiğim felsefi 'fitneler' bağlamında değerlendirilmelidir. Mesela, ''pamuğu yakan ateş değil, Allah'tır'' ifadesi, Gazali'nin tasavvufi bağlamda yaptığı bir yorumdur ve kendi bağlamında doğrudur. Bu sözü, söylendiği tasavvufi konteksten çıkarıp bugünkü modern (pozitif) bilimin konteksi açısından değerlendirirseniz elbette absürd durur. Zira, bu bilimdeki sebep-sonuç ilişkisine terstir. Dini ve tasavvufi anlamda ele alındığında herşeyin hakimi olan Allah'tır. Herşey onun hükmü ve iradesi ile cereyan etmektedir. Bilimin, sebep-sonuç ilişkisi olarak formüle etmeye çalıştığı prensipler dahi O'nun izni ve iradesi ile hayat bulmakta, O'nun San'atının birer göstergesi olmaktadır. Gazali, işte dindeki bu temel imani mevzuyu insanlara hatırlatmak istemiştir. Hatırlayınız, bu dönemde bazı felsefecilerin Allah'ı tabiata indirgemeye çalıştığından az önce bahsetmiştim. Yoksa, Gazali çıkıpta ateşin pamuğu yakabileceği şeklindeki genel gözlemi ve tecrübeyi red etmemiştir. Bu anlamda bilime bir karşı çıkış yapmamıştır. Sorun, onun 'Allah'ı unutturuş' anlayışına (felsefesine) karşı verdiği tasavvufi tepkiyi (ki İslami literatüre uyan bir yorumdur) felsefe eşittir bilim anlayışına mahkum etmek, felsefeyi bilim imiş gibi göstermektir.

Affınıza sığınarak, önemine binaen, özet bir tekrar yapıp bitireceğim.

Gazali hiç bir zaman ilim düşmanı olmamıştır. O, İslam'daki iman esaslarına zarar vermeye başlayan bir takım felsefik yorumlara tepki üretmiştir. Düşünceye de karşı değildir. Zira felsefeciler düşünür diye, 'felsefeciye karşı olan birisi düşünceye de karşıdır' gibi bir anlayış zırvalıktır. Felsefe bilim değildir. Bilimin felsefesi olur; ama felsefenin bilimi olmaz. Bilimin kendi bünyesinde de düşünce ve tefekkür vardır. Bilimin ve felsefenin dışındaki diğer disiplinlerde de... Ayrıca, felsefenin sistematik kalıplarına girmeyen tefekkür de vardır. Düşünce felsefenin güdümünde değildir; bilim hiç değildir. Gazali sonrası İslam toplumlarında yaşanan ilmi gerileme Gazali'nin suçu değil, Müslüman toplumların kendilerinde ve liyakatsiz yöneticilerindedir. Halen de öyledir. Tarih sahnesinde bir kaç kişi çıkıp, kendi ahmaklıklarına Gazali'yi örnek göstermişse bu da Gazali'nin suçu değildir. Tüm bunlar Gazali'yi, amacını ve yaşadığı dönemi anlamamaktır. Gazali eleştirisinden hemen Osmanlı dönemine atlayıp; ''Osmalı'da birileri çıkıp bilim gavur icadı demiştir'', ''bak işte bu Gazali'nin etkisidir'' demek doğru değildir, bilimsel bir yaklaşım hiç değildir. Eğer olduğunu iddia edenler varsa, bu sözleri kimlerin söylediklerine dair referanslarını söylerlerse onlara da gereken yanıtı vermeye çalışırım. Tarih sahnesinde hiçbir (mainstream) ana İslami akım yoktur ki, BİLİME ve DÜŞÜNCE'ye karşı olmuş olsun. Bizzat Kur'an'ın kendisi Müslümanlara; ''hiç düşünmüyor musunuz...'' şeklinde hitap ederken ve bu ifadenin ardından; kainat nasıl yaratıldı?, gök nasıl dikildi?, insan nasıl yaratıldı? şeklinde sorular sorarken Gazali nasıl olurda düşünmeye karşı savaş açabilir ki? Bu bizzat Allah'ın Kur'an yolu ile yaptığı çağrıya kulak tıkamaktır. Bunu da en son yapacak olanlar Gazali gibiler ve dini doğru okuyan Müslümanlardır. Daha önce kimsenin ortaya atmadığı bir iddia ile bitireyim. Aslında dönemin bid'at ve felsefik istilalarına karşı Gazalivari bir ilmi tepkinin verilmiş olması ve bunun hakim anlayış olarak kalması sadece Müslümanların değil, 'diğer'lerinin de kazancıdır. Zira aynı dönemde bu bidatlara karşı gelişen, ilmi metottan yoksun olan ve bu yüzden de cebri zorlamalara yönlenmek zorunda kalan Vehhabi anlayış hakim gelse idi hepimizin hali nice olurdu... Asıl o zaman İslam dünyasında bir ilmi düşünceden ve gayretten bahsedilemeyebilirdi. O yüzden gelin hepimiz Gazali'nin kıymetini bilelim. 14 Mart 2008

http://akliselim.blogspot.com/2008/03/tarihi-ve-gazaliyi-doru-okumak.html

Düzenleyen admin - 10 Mayıs 2010 Saat 10:06
Yukarı Dön
 Yanıt Yaz Yanıt Yaz

Forum Atla Forum İzinleri Açılır Kutu Gör

Powered by Web Wiz Forums Free Express Edition
Copyright ©2001-2009 Web Wiz
Türkçe Çeviri Hakan Tekgöz

Bu Sayfa 0,023 Saniyede Yüklendi.