HAÇLILARIN HEDEFİNDEKİ ŞAHSİYET: İMAM-I GAZÂLÎ
Geçmişteki Haçlı seferlerinden bugünkü ayıran en önemli husus: Müslüman zihinleri iğdiş edip, ele geçirme operasyonudur. Ve biz Müslümanların dikkat etmesi gereken nokta da budur. Düşmanla savaşırken ölürsek şehid, yaralanırsak gazi oluruz. Esir düşsek, düşman zindanlarında geçen hergünün ecir kazandırdığını bilir ve başımız dik şekilde düşmana tavrımız koyarız. Ya zihinlerimiz işgal edilirse?..
Zihinleri işgal etme operasyonu tüm hızıyla sürüyor. 11 Eylül “uçaklama” eylemiyle özgüvenini kazanan Müslümanları tekrar sünepeleştirmek için, alttan alta “11 Eylül’deki eylemi Müslümanlar yapmadı” yalanını pompalıyorlar. Medya yoluyla bu yapılırken, bir taraftan da Müslümanlara ait okullarda okutulacak ders müfredatları hazırlanıyor. Geçen yazımızda belirtmiştik, sadece Pakistan’da 20 bin medrese Haçlılar tarafından kuruldu. Pakistan’daki medreselerden başka, Orta Asya’da, merkezi Tacikistan’da olmak üzere Kazakistan ve Kırgızistan’da da kampüsleri olan bir üniversite kuruldu. 200 milyon dolar sermayeyle kurulan üniversitenin finansmanları arasında, İngiltere, Kanada, Almanya, Japonya, İsviçre ve Amerikalı şirketler bulunuyor. Üniversitenin amacı da şöyle açıklanıyor: “Orta Asya’da geleceğin liderlerini yetiştirmek!” Müslümancası: “Orta Asya’da Haçlı kuklası yetiştirmek!” Bir diğer üniversite açma faaliyeti de Suudi Arabistan’da. Amerikalı uçak üreticisi Boeing’in yapımını üstlendiği üniversite, 2003 yılında faaliyete geçecek. Dar Alfaisal Üniversitesi, Arabistan’da ilk özel üniversite olacak...
Haçlılar sadece medrese, üniversite kurmuyorlar. Başka bir faaliyet alanları da yapay cemaatler oluşturmak! Aralarında Fethullah Gülen’in de bulunduğu “Uyum için Amerikalı Müslümanlar Cemaati”, tam mânâsıyla ABD mamûlü! "Cemaat"in faaliyetleri bize hiç de yabancı gelmiyor: ‘Hoşgörü’ ve ‘Diyalog’ toplantıları düzenlemek, medyaya reklam vererek “İslâm’da şiddet yoktur!” propagandası yapmak, vs...
Haçlılar, Müslümanların zihinlerini ele geçirme operasyonunda kendilerine tehlike olarak gördükleri şahsiyet: Hüccet’ül İslâm Muhammed el-Gazâlî!
Ve O ulu insana karşı ortaya sürdükleri isim: İbn-i Rüşd!
Bir tarafta, "Gördüm ki, her şey Peygamberler Peygamberinin ruh feyzine sığınmaktan ibaret ve gerisi sadece yalan ve dolan, vehim ve hayal!" diyen İmam-ı Gazâlî.
Diğer tarafta ise, her şeyi aklın idrak ölçüsüne hapseden İbn-i Rüşd.
Yaşadığı çağdan bugüne, kâfirin, münafığın, ehl-i bid’attın hedefi olan İmam-ı Gazâlî; 11 Eylül’den sonra ABD düzenlenen, Müslümanların zihinlerini işgal etme metotlarının belirlendiği toplantılarda da başgündemdi!.. İmam-ı Gazâlî’nin Müslümanlar üzerindeki sirayetini nasıl ortadan kaldıracaklarını tartışıp durdular! Hatta ülkemizdeki kuklalarına da İmam-ı Gazâlî karalayan yazılar yazdırdılar. Niçin İmam-ı Gazâlî’ye cebhe alındı ve niçin İbn-i Rüşd öne sürüldü?
Tabiî ki cevablar, onların düşüncelerinde. Buyrun, ilk önce Haçlıların gözbebeği olan İbn-i Rüşd’ün fikirlerine bakalım:
«... Aristo’nun görüşlerini inceden inceye tetkik edip, şerhler yazdı. Aristo ile Eflâtun’un felsefî görüşlerini uzlaştırmaya çalıştı. Yunan filozoflarının yanıldıklarını söyleyen İmam-ı Gazâlî Hazretlerine karşı bu filozofları müdafaa etti.
İmam-ı Gazâlî’nin, felsefecilerin tutarsızlığını, sapıklığa ve küfre sebeb olan fikirlerini çürüten Tehafüt-ül-Felasife adlı eserine Tehafüt-üt-Tehafüt adlı reddiye yazdı...
Din bilgilerini kendi akıl ve görüşüne göre izah etmeye kalkıştı. Ad kavminin helâk olmasına dair bilgilerin hayal mahsûlü olduğunu söyledi. Dinî konularda vahy ve nakil esasını bırakarak akla sarılmıştır. Pervasız sözlerinden ve görüşlerinden dolayı Hristiyanlar tarafından zamanın Voltaire’i kabul edilmiştir...» (1)
Şimdi de İmam-ı Gazâlî:
« "İslâm’ın hücceti” diye anılan büyük tefekkür adamı... İlmî, fikrî bütün kafa ve idrak işlerini bir tarafa bırakıp gerçek marifet istikametine yöneleceği zaman şöyle dedi:
"Gördüm ki, herşey Peygamberler Peygamberinin ruh feyzine sığınmaktan ibaret ve gerisi sadece yalan ve dolan, vehim ve hayâl!... Akılsa bir hiç... Sadece hudut...»
Ve cihanın bir eşini görmediği bu mutantan kafa, bütün istifhamlarını söndürüp, Peygamberler Peygamberinin ruh feyzine sığındı, hudutsuzu buldu... Ve veliler halkasından bir pırıltı oldu.» (2)
« "Akıl taslayan hezeyan” faslı içinde, Peygamberliği çalışmakla elde edilir “sanatlardan bir sanat” olarak göreninden tutun da filozofları Peygamberlerden üstün görenine, Allah Resûlü’ne tâbî olmayı reddedip de vahyi kabul edeninden, vahyi de kabul etmediği hâlde “müslüman” olanına kadar türlü çeşitli dalâlet ehli; dini içten yıkan kâfir soyu... Bu cümleden olarak iki isim: Farabî ve İbn-i Sinâ... İmâm-ı Gazâlî, umumî bir hülâsa içinde bunlar ve bunlar gibilerin peşinden giderek sapıtanları anlatıyor:
"Ben felsefe okudum ve nübüvvetin hakikatini anladım. Bunun neticesi hikmet ve maslahata dayanıyor. İbadetlerden maksat, halkın cahil kısmını zabetmek, onları birbirlerini öldürmekten, çekişmekten ve nefsanî arzulara dalmaktan alıkoymaktır. Ben, cahil halktan birisi değilim ki, Şer’i hükümlerin altına gireyim. Ben mütefekkirim, hikmete uyarım ve hakikati bununla görürüm; bu hususta taklide ihtiyacım yoktur”... Bu, onların felsefesini okuyanın varacağı son netice ve inançtır. Bunları, İbn-i Sinâ ve Farabî’nin kitablarından öğrenmişlerdir. Sözkonusu kişiler, İslâm’ı kendileri için süs vasıtası yapanlardır. Çoğu zaman onlardan birini Kur’ân okur, cemaatlere iştirak edip namaz kılar ve dolayısıyla Şeriat’ı tebcil eder görürsün; fakat buna rağmen o, şarab içmeyi meşru görür ve kötülüklerin her türlüsünü yapmağa da devam ederler. Eğer ona, “Nübüvvet eğer sahih değilse, niçin namaz kılıyorsun?” dense, çoğu zaman, “bedenin idmanı, şehir halkının âdeti, malın ve çoluk çocuğun muhafazasıdır” der. Bazen de, “Şeriat doğrudur, Nübüvvet haktır” diye cevab verir. Bunun üzerine kendisine, “niye şarab içiyorsun?” denilirse, “şarab, düşmanlık ve kin doğurduğu için yasak edilmiştir; oysa ben hikmetim sayesinde bundan sakınırım ve bunun maksadı sadece zihni açmaktır” der; “İbn-i Sinâ bile yazdığı bir ahitnâmede, Allah’a şu ve bu akîdlerde bulunduğunu, Şer’i davranışları tazim edeceğini, şarabı zevk için değil, fakat tedavi maksadıyla ve şifâ olsun diye içeceğini yazmıştı” diye örnek gösterir... İbn-i Sinâ, şifâ maksadıyla şarabı içmeği istisna etmeğe kadar varmıştı. İşte bu, onların, imânı olduğunu iddia ettikleri adamın imânıdır ki, kendileriyle birlikte bir kısım insanlar da aldanmışlardır. Daha önce işaret ettiğimiz gibi, hendese, mantık ve benzeri zarurî ilimleri inkâr eden kimselerin itirazlarının zayıf oluşu da, onların aldanışların arttırmıştır.» (3)
Yaptığımız alıntılardan anlaşılacağı üzere, İmam-ı Gazâlî’ye karşı “aklı ilâhlaştıran” İbn-i Rüşd’ü önümüze süren Haçlılar şunu demek istiyorlar: “Akıllı olun, akıllı!.. Bizim bunca silâhımız var... Gelişmiş teknolojimiz var... Sizin neyiniz var? Nerde gelişmiş silâhlarınız? Nerde teknolojiniz? Bizi neyle yeneceksiniz? Aklınızı kullanın! Bizim istediğimiz şekilde dininizi yaşarsanız, hayatınızı garantiye alırız! Akıllı olun, akıllı!.. Neyinize güveniyorsunuz?..”
Müslümanlar olarak haykırmamızın zamanıdır:
"Allahımıza güveniyoruz!.. Allahımıza!..”
Dipnotlar:
*Beni, İslâm düşüncesi ve felsefe üzerine yeterince bilgi sahibi olmama rağmen bu konuda yazı yazmaya iten sebeb (daha doğrusu, tahrik eden): Hürriyet Gazetesi’nde yazan Hadi Uluengin adlı soytarının, “.. Gazali yobazlığının karanlığına karşı İbn-i Rüşd aydınlığını tercih ederim...” meâlindeki cümleleridir. (11 Eylül 2002 ve daha önceki yazıları.) Umutediyorum ki, bu yazı da, İslâm düşüncesi ve felsefe konularında ihtisas sahibi gönüldaşları “tahrik” eder de bu konudaki kapsamlı yazılarını okuruz!..
1- Bilime Yön Veren İslâm Alimleri, Shf: 70-71
2- Büyük Muztaribler –Düşünce Tarihine Bakış-, Salih MİRZABEYOĞLU, İBDA Yy., Shf: 155
3- a.g.e., Shf: 159-160-161
(...)(Allah'a) teslim olmuş nebiler onunla yahudilere hüküm verirlerdi. Kendilerini Rabb'e adamış kimseler ile âlimler de öylece hükmederlerdi. Çünkü bunlar Allah'ın kitabını korumakla görevlendirilmişlerdi. Onlar Tevrat'ın hak olduğuna da şahit idiler. Şu halde siz de insanlardan korkmayın, benden korkun ve âyetlerimi az bir karşılığa değişmeyin. ALLAH'IN İNDİRDİĞİ İLE HÜKMETMEYENLER KAFİRLERİN TA KENDİLERİDİR.. Maide suresi 44. ayet
----------------------------------------------------------------------------------
İmam-ı Gazali’ye neden düşmanlar?
Bu sorunun cevabına geçmeden önce, Gazali düşmanlarının bir tahlilini yapmak lazım. Dikkat edilirse bunlar, İslamiyeti kendi kafalarına göre yorumlamak isteyen; kısa akıllarına göre dine ilaveler çıkarmalar yaparak ismi “İslam” olan fakatgençek islamla ilgisi olmayan yeni bir din kurmak isteyenlerdir.
Veya alt yapısı müsait olmadığı, dine ait temel bilgilerden yoksun oldukları için bu tür art niyetli kimselerin oyununa gelen kimselerdir.
İşte, imam-ı Gazali hazretleri bu inançsızlık yolunu kapadığı için ona düşman oldular. İmam-ı Gazali bu tehlikeli yolu öyle sağlam engellerle kapatmış ki on asırdır bu yolu açamak için zorluyorlar. İtiraf edelim ki otoban olarak olmasa da stabilize yol olarak geçiş yapabilecek hale getirdiler. Nihai hedefleri otoban haline getirmek.
İmam-ı Gazali hazretlerinin savunduğu doğrular neydi, bunun karşısında olan felsefecilerin yanlışları neydi, şimdi de biraz bunun üzernide duralım:
İmam-ı Gazali hazretleri bir ehli sünnet âlimi idi. İlimde tek ölçüsü vahye dayalı nakil bilgileri idi.Yani Cenab-ı Hakkın, Muhammed aleyhisselam ile bildirdiği bilgilerdi. Gazaliye göre daha doğrusu dinimize göre, bu bilgiler herşeyin üzerinde idi. Başta akıl olmak üzere diğer bilgi kaynakları buna uygun ise bir değer ifade ederdi; uygun değil ise hiçbir kıymeti yoktu.
İmam-ı Gazali hazretlerine karşı olan felsefeciler ise aklı esas almışlardı. Başta Kur’an-ı kerim ve Rusulullahın bildirdikleri olmak üzere herşeyi akıl süzgecinden geçiriliyor, akla uygun değil ise kabul görmüyordu. Bunlarla ilgili bir-iki örnek verecek olursak:
Mesela, Müslümanlara, (yahudilere ve nasârâya ve mecûsîlere) göre, varlıkların maddeleri de, sıfatları da hâdistir. Yani bunlar yok iken sonradan yaratıldı. Sonunda yine yok edileceklerdir. Ezeli ebedi değildirler. Ebedi ve ezeli olan sadece Cenab-ı Haktır.
Aristoya ve onun yolunda olan Fârâbî, İbni Sînâ felsefeciler bunu akıl ile anlayamadıkları için , cisimlerin maddeleri de, sıfatları da kadîmdir. Yâni ezelîdir, hep vardır dediler. Bu sözün yanlış olduğunu, bugün modern kimya bilgisi kesin olarak bildirmektedir. Böyle bir inanç küfürdür.
Aklı yaratan Allahü teâlâdır. Yaratanı bırakıp aklı esas almak, aklı ilahlaştırmak en büyük akılsızlıktır. Felsefenin tek dayanağı akıldır. Fakat, gerek zamanla tecrübî bilgilerin değişmesi ve gerekse bir başka insanın aklının bir önceki filozoftan daha farklı bir yapıya sâhib olması sebebiyle kurdukları felsefik sistemler şu veya bu oranda ve bâzan tamâmen değişmiştir.
Böylece ortaya çıkan çeşitli felsefe okulları birbirini devamlı reddetmişlerdir. Felsefecilerin tek bildiği, hakikati, tekte değil, çokta; nihâyet hakta değil, bâtılda aramanın sanatıdır.Ancak bunlar akılları ile her şeyi çözmeye çalıştıkları için bir sonraki filozof, bir öncekini kötüleyerek yükselmektedir.
Peygamberlerin, aklın dışında ve üstünde bulunan sözlerini, akla danışmaya kalkışmak, akla aykırı bir iş olur. Gecenin koyu karanlığında bilinmiyen yerlerde, pervâsızca yürümeye ve engin denizde, acemi kaptanın, pusulasız yol almasına benzer ki, her ân uçuruma, girdâba düşebilirler.
Nitekim, felsefeciler ve tecrübeleri hayâlleri ile îzâha kalkışan maddeciler, akılları dışında bulunan sözlerinin çoğunda yanılmış, bir yandan birçok hakîkatleri meydana çıkarırken, bir taraftan da, insanların saadet-i ebediyyeye kavuşmalarına mani olmuşlardır.
Yunan, Hind, Fars, Latin felsefelerinden ilhâm alan, İbni Sînâ, Fârâbî, İbni Tufeyl, İbni Rüşt, İbni Bâce gibi filozoflar zuhûr ederek, bazı bilgilerde Kur'an-ı kerimin hak yolundan ayrılmışlardır. Örneğin, İbni Sina, Muad kitabında Kıyamette dirilmeği inkar etmektedir. İbn-i Tufeyl ise öldükten sonra dirilmeye inanmamakla birlikte ilk insanın Âdem aleyhisselâm ile hazret-i Havvâ’dan çoğaldığını kabul etmemektedir.
Bu ve buna benzer inançlarından dolayı, felsefecilerin bütün fikirlerini incelemiş olan İmam-ı Gazali ve İmam-ı Rabbani gibi İslam büyükleri bunların imanlarını kaybettiklerini küfre düştüklerini bildirmişlerdir.