Gazali Net Ana Sayfa
Anasayfa Anasayfa > Akademik Çalışmalar > Hakkında Akademik Çalışmalar
  Yeni Mesajlar Yeni Mesajlar
  Forum Yardım Forum Yardım  Forumu Ara   Kayıt Ol Kayıt Ol  Giriş Giriş

İslâm Felsefesine Giriş

 Yanıt Yaz Yanıt Yaz
Yazar
Mesaj / Okunmamış Mesajları Gör
zczamaneyolcusu Açılır Kutu Gör
Kalfa
Kalfa


K.Tarihi: 29 Nisan 2010
Durumu: Aktif Değil
Gönderilenler: 706
Aktiflik
Seviye
Deneyim
Mesaj Seçenekleri Mesaj Seçenekleri   Alıntı zczamaneyolcusu Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Konu: İslâm Felsefesine Giriş
    Gönderim Zamanı: 17 Mayıs 2010 Saat 20:17

GAZALİ SONRASI FELSEFE HAREKETLERİ


Bugün, İslam dünyasının XIII. yüzyılın ortalarından itibaren bilim ve felsefede gerilemesinin ve XIV. yüzyıldan itibaren de hızlı bir şekilde çöküşe geçmesinin sebebini Gazzâli’ye yükleyen kimseler vardır. Burada sözü uzatmadan şunu söylemekle yetineceğiz: Her ne kadar Gazzâli Aristocu filozofların bazı metafizik görüşlerini tenkidinden, kendinden sonraki kimseler, onun tamamen felsefeyi reddettiğini kasıtlı veya kasıtsız anlamışlar ve böylece de İslâm dünyasında felsefe aleyhtarlığı artmış ise de, bundan bizzat Gazâli’nın kendisi sorumlu tutulamaz, zıra kendisi felsefe ve mantığı reddetmiş değildir.(1)  Zaten Gazali’den sonra İslam dünyasında felsefe çalışmaları durmuş da değildir. Bunun en açık delili, aşağıda göreceğimiz şekilde, Gazzâli sonra Gazzâli’ye rağmen ortaya çıkan felsefe akımlarıdır.


1. Doğu İslâm Dünyasında


     a- Kelâmi Felsefe Ve Gazâlicilik Gazâli belki muğlak bir tâbir olarak karşılanabilir. Bu bakımdan önce onunla ne anlatmak istediğimizi açıklamamız gerekecektir.Gazzâli Aristo, Fârâbi ve İbn Sina gibi Aristocu İslam filozoflarını tenkidini kendisinden sonra gelen birçok düşünürün, bu filozofların düşüncelerine daha tenkitçi bir gözle bakmalarını sağladığından, onların fikirlerini kendi düşüncelerinde kullanmada daha dikkatli olmaları uyarısında bulunduğundan ve ayrıca felsefi meseleleri kel ilminin çerçevesinde ele alınmasında onlara misal teşkil etmiş olduğundan şüphe yoktur. İşte Gazâli bu yöntemini kullanarak tenkidlerini dikkate alarak felsefe yapan düşünürlerin felsefesine en geniş, mânada “Gazâlicilik” adını vermek istiyoruz; Gazâli’yi örnek alan filozofları da “Kelâmi Filozoflar” olarak adlandırıyoruz. Fakat bu demek değildir ki, Gazâlici veya kelâmcı filozoflar her konuda Gazâliyi takib etmişler veya Gazâli’nin tenkid ettiği filozoflardan hiç etkilenmemişlerdir. Buna rağmen felsefe ve dine bakışlarında, felsefe ile kelâmı birleştirmede genelde Gazâliyi izlemişlerdir.


Şii filozoflarından Nasreddin Tüsi, Ehl-i Sünnet’ten Fahreddin Râzi Şehristâni (1076-1153), Kadı Sırâcuddin Urmevi (öl. 1283), lci (öl. 1355), Seyyid Şerif Cürcâni (1340-1413), Taftazâni (öl. 1390), Osmanlı ulemasından başta Hocaz Muslihiddin Mustafa (öl. 1488) gibi daha birçok kelâmi düşünür, Gazâli filozoflar olarak görülebilir. Bunlardan özgün felsefi fikirlere sahip olmaları yönünden en önemlileri, Fahreddin Râzi ve Tüsi’dir. Onlar felsefi eğitimleri bakımından, her ne kadar, daha az Gazâli ve daha çok İbn Sina birlikte tenkid etmişlerse de, Gazâlicilik temelinde İbn Sina yorumlamışlardır. Bunu yaparken, çeşitli konularda özgün fikirler de üretmişlerdir.


Fahreddin Râzi


Fahreddin Râzi Rey şehrinde 1149 yılında dünyaya gelmiştir. Tahsilini Rey’de yaptıktan kısa bir zaman sonra kelâmcı olarak ün salan Fahreddin Râzi önce Hav daha sonra da 1209 yılında vefatına kadar kalacağı Herat’a yerleşmiştir. Gaz sonra Eş’arT kel en büyüklerinden olan R kel ve felsefeyle ilgili birçok eserin yazarıdır. Bunlardan en önemlileri: “el Muhassa!”, “Kitabu’l-Meb “Şerhu’l-İşar ve “el-Mün dır. R başta Nasreddin Tüst olmak üzere kendisinden sonra gelen kel f 1- lozoflara tesir etmiştir.


Nasreddin Tûsi


Şii İslâmlığın yetiştirdiği en büyük kelâmcı filozoflardan olan Hoca Nasreddin Tûsi, 1200 yılında Tus’ta doğmuştur. 1273 yılında Bağdad’da ölmüştür. Fahreddin Râzi gibi genç yaşta üne kavuşan Tûsi, aynı zamanda büyük bir bilimcidir. Çeşitli ilim dallarındaki derin bilgisine istinaden kendisine “Üstadül Beşer” (İnsanların Hocası) lâkabı verilmiştir. Çeşitli konularda Arapça ve Farsça yazılmış birçok eseri vardır. Felsefi eserlerinden en önemlileri: “Ahlâkı Nasıri”, “Şerhu’l-İşârât” “Esâsül –İktibas” ve “Nakid-i Muhassal” d ı r.


Hatta, H.Z. Ülken gibi yazarların “Bağımsız Filozoflar”(2) olarak adlandırdıkları Abdüllatif el-Bağdâdi ve Ebü’l-Berakat el-Bağdâdi bile Gazzâlici Filozoflar olarak nitelemek pek hatalı olmaz sanırız. Çünkü bu filozofların da, Gazalİ ve onun takipçileri kelâmcı filozoflar gibi, sadece Aristo ve Aristoculuğu tenkid etmekle kalmamışlar, aynı zamanda bizzat Gazâli’nin kendi düşüncelerinden de yararlanmışlardır.


Abdüllatif el-Bağdadi


Muvaffaku’d-Din Abdüllatif el-Bağdâdi (öl. 1231) felsefeyi, İbn Sina ve Gazâli’nin  eserlerinden öğrendi. Fakat sonraları ibn Sina’YIsadece tenkid etmekle kalmadı, ona karşı vaziyet aldı. Meşşâilerden belki en çok beğendiği Fârâbi oldu; çünkü onun mantıkla ilgili kitaplarını şerh ederken menfi bir tavır takınmıyor. Gazzâli gibi tenkidden hoşlanan ve şüpheci bir mizaca sahip olan bu filozof, Şahabeddin Sühreverdi el-Maktül ve Müsa İbn Meymün (1135-1 204)’a da ağır tenkidler yöneltmiştir.


Ebû’I-Berekât eI-Bağdadi


Hibetullah Ebûl-Berekât el-Bağdâdi ayrıca Evhedü’z-Zamân lakabıyla da meşhurdur. Bağdad’da 1076 yıllarında Yahudi bir aileden dünyaya gelen bu filozof, ileri bir yaşta Müslüman olmuştur. 1166 veya 1168 yılında Bağdad’da vefat etmiştir. Aynı zamanda tabib olan bu filozofun en önemli felsefi eseri “Kitâb’ul Muteber” dir. Oldukça özgün fikirlere sahip olan Ebü’l-Berekât Gazzâli sonra Aristo ve onun müslüman takipçileri, İbn Sina ve Fârâbi’ye en güçlü tenkidleri yapmıştır. Aristo’nun özellikle zaman, mekan, hareket, ezeli madde kavramlarına yönelttiği tenkidleriyle dikkati çekmiştir. Zamanın hareketle ilgisi olmadığını ve hareketin de sayısı olmadığını ispatlamıştır. Zaman, eşyanın objektif süresidir. Böylece o, Bergson ve Russell’in öncüsü durumundadır. Özgün fikirlerinden dolayı bazı yazarlar onu, Aristo ve İbn Sina’dan üstün bir filozof olarak görürler.


2- Sühreverdi Ve İşrâkicilik


Gazzâli sonrası felsefe akımların en özgünü şüphesiz, işr Sühreverdi’nin kurucusu olduğu bu felsefe, kısa zamanda ekolleşerek, özellikle ŞiT düşünürler arasında büyük revaç gördü. İşr bir bakıma Gazzâli gibi, Meşşâi olarak adlandırılan sl Aristoculuğuna ve Aristo felsefesine aslında bir reaksiyondur.


Azerbaycan bölgesindeki Suhraverdi de 1153 yılında doğan Şahabeddin Suhreverdi, ki asıl adı Ebü’l-Fütüh Yahya b. Habeş b. Emirek’tir, otuz yaşına kadar hayatını ilim öğrenmek ve bu maksatla seyahatler yapmakla geçirmiştir. Marağa’da Şeyh Mecdüddin el-Cilt (veya Ceylt)’den Fahreddin R ile birlikte kel dersi aldıktan sonra, lsfahan’a ğitti; orada süfTlerle birlikte oldu. Il. Ki lıçarslan zamanında İmaddüddin Karaaslan’ın him kazandı. Aynı za manda Diyarbakır, Konya, Sivas gibi diğer Anadolu vil gördü. Il. Kı lıçarslanın oğulları Berkyaruk, Melikşah ve Süleyman’a bir ara hocalık da etti. Anadolu’dan Azerbaycan’a döndü, fakat kısa bir süre sonra Haleb’e gitti. Orada büyücülük yaptığı ithamıyla ölümüne fetva verildi ve Sel Eyyübi’nin em riyle Güneş yılı hesabına göre 36, Ay yılı hesabına göre henüz 38 yaş larındayken 1191’de idam edildi. Bunun için kendisine “el-Maktül” denir. Aslında sevenleri onu “el-Şehid” lakabıyla anarlar.


SuhreverdT’nin felsefe ve mantığa dair birçok eseri vardır. Bunlardan en meşhurları, Hikmetu’l-işrak, Hey Telvihat, Berkiyaruk’a ithaf ettiği Per tevn Karaaslan’a ithaf ettiği Elvah’ı İmadiyye ve Kit


İşraktlik, bilhassa metod olarak benimsenen sezgiciliği sl tasavvuf ge leneğinden, diğer yandan birçok temayı eflatunculuk ve zerdüştlükten almıştır. Fakat bu karışım o kadar sistemli bir incelik yapılmıştır ki, neticede böyle bir özgün felsefe mektebi doğmuştur, Aristoculuğun nazar ve istidl yolu ve me toduna İşr adeta savaş açmış, bilginin tek kaynağı olarak derünt sezgiyi görmüştür; hatta F ve bn STn en son olarak vardıkları aklt sezgiye bile yer verilmemiştir. Bu bakımdan İşraktlik, günümüzün irrationalizm akımlarına benzer. Her şey Nür ve Zulmet (Karanlık) ikiliğiyle açıklanır. Modern araş tırmacılar bu iki kavramın Zerdüştlük’ten alınmış olduğunu söylemekle birlikte, şr en büyük temsilcilerinden olan Molla Sadra ŞTr (öl. 1640) “Esfar’ı Erba’a” adlı eserinde, bu felsefede sadece Zerdüştlük tesirinin değil, aynı za manda Eflatuncu tesirin de olmadığını söylemektedir. Nur ve Zulmeti, Zer düştlüğün Işık ve Karanlık terimlerinden olarak görsek bile, bu terimlere verilen m farklıdır. Zerdüştlük’te olduğu gibi, Nür ve Zulmet iki ayrı ve bağımsız, bir birine düşman varlık değildir. Nür asıl, karanlık onun gölgesidir; karanlık Nur’a kavuşmak ister, bunun için ona sevgi ve aşk besler. Karanlık, doğru yük seldikçe, kendi kesifliğinden kurtulur; derece derece aydınlanır. Nurların Nuru, Allah’tır. Her şey bu Nur’a varmak ister. Bu Nur ile aydınlanabilen karanlıklar (Varlıklar ve insan) gerçek bilgiyi ve varlığın sınırlarını aydınlanma ölçüsünde an layabilirler ve çözebilirler. ilk kesif karanlık, maddedir. insanın en karanlık kısmı cesedidir.


Sühreverdt, sadece Eflatun’un “İdeler Nazariyesi” ni ve Aristocuların “nazar ve İstidl Yolu”nu tenkid etmekle kalmaz. Aristo mantığını tenkid eder; hele Ka togerilerini tamamen reddeder. Kategorilerin aklın icad ettiği itibart mef humlardan başka birşey olmadıklarını savunur. Ayrıca, eskilerin Öz (Z Vücut (Varlık) ayırımını da kabul etmez. Kategorileri ikiye indirger; birisine cevher, di ğerine heyet adını verir. Heyet, Aristo’nun araz dediği şeyin karşılığı, fakat, ta nımı farklıdır. Aristocular arazı, başka bir şeye girebilen fakat onun parçası ol mayan şey diye tarif ederken; SuhreverdT heyeti, başka bir şeye hem giren, hem de onun parçası olan şey diye tarif eder. Cevher, cismin cisimliliğidir. Cisimlerin birbirinden ayrı ayrı olmalarını sağlayan şey heyet’tir. İşr felsefenin daha bir çok ilginç görüşleri vardır; fakat burada zikredecek değiliz.


İşr Suhreverdt’den sonra onun talebeleri durumunda olan birçok İranlı filozof ve düşünür tarafından daha çok tutulan bir felsefe olmuştur. En büyük temsilcisi hiç şüphesiz Molla Sadra’dır. Bu arada İşrak felsefesinin İbnu’l-Arabt ve onun talabeleri üzerine de etkisinin varolduğunu belirtelim.


2. Endülüs’te Felsefenin Gelişmesi


Xll. yüzyıl Endülüste felsefenin gelişme devridir. Endülüsteki felsefe, Doğu İslam dünyasındaki felsefi akımlara bağlı olarak gelişmiştir.


  a- İbn Bâcce ve Farabicilik          


Endülüs felsefe tarihinin ilk mühim filozofu,  şüphesiz İbn Bâcce’dir. Saragossa’da doğdu. Asil adi Ebü Bekr Muhammed b.            Yahyâ b. el-Sâiğ’dir.  Hayatı hakkinda pek az şey bilinmektedir. İşbiliyye’de iken eser yazmaya başlamıştır.


Sonra Gırnata’ya, daha sonra da Fas’a gitmiş ve nihayet orada Murabıtlarin sarayında 1138 yılinda öldüğü söylenmektedir. Fârâbi ve İbn Sina yoluyla Aristo


felsefesine ilgi duymuştur; hatta onun bazı eserleri üzerine şerh yaptığı da söylenmektedir. Böylece Endülüs’te Aristo’yu tanıtan ilk kimse olmuştur. Fakat İbn


Bâcce  saf Aristoculuktan ve İbn Sinâ ziyade daha çok Fârâbi yolunu izlemiş görünüyor. Birçok yönden, ilgi duyduğu tıb, matematik, musiki gibi konular, yaşayış tarzı ve ilmt formasyonu bakımından Fârâbi benzer. Gerek “Tedbiru’l- Mütevahhid


Mütevahhid” ve gerekse “Veda Mektubu” adlı eserlerinden, gerçek felsefenin ve gerçek hayatın münzevi bir adamın felsefesi, ve hayat tarzı olduğunu savunmuştur. Bu süfiyâne felsefe, Gazâli anlayışından ziyade Fârâbi anlayışını yansıtan akli bir münzeviliktir. Eğer, İbn Rüşd’ün dediği doğruysa, İbn Bâcce Gazali’nin tasavvuf anlayışını duygusal bir münzevilik olarak niteler ve basit bir anlayış olarak görür. Gerçek ve Allah, süfilerin hissiyata dayanan sezgi yoluyla değil, hissi arzularla güdümlü olmayan saf düşüncenin akli sezgisiyle anlaşılabileceğini savunur. Dolayısıyle, İbn Bâcce gerçekten ne Aristocu, ne de Gazzalicidir.  Mantıkta daha bağımsız olmasına     rağmen, metafizik ve ahlak konularında tamamen Fârâbi tesiri altında bir felsefe     yapmıştır. Fârâbi daha kapalı olan noktalar onda daha açıklıkla ifade      edilmiştir. Mesela, Ortaçağ Hıristiyanlığında İbn Rüşd’e maledilen insan akIının, Fa’âl Akıl diye nitendirilen Allah ile birleşebilir görüşü, Fârâbi’de kapalı bir şekilde vardı; fakat onunla çok daha açık bir şekilde izah edilmiştir.


   b- İbn Tufeyl ve İşrakilik


İbn Bâcce’den sonra Endülüs’te felsefe hareketi onun iki talebesi tarafından aktif bir şekilde yürütüldü. Ebü’l-Hasan Ali b.el-İmâm, sadece hocasının fikirlerini yaymak ve eserlerini istinsah etmekle meşgul olurken, diğer talebesi İbn Tufeyl, onun fikirlerinden hareketle yeni felsefi          görüşler ortaya atmıştı. Böylece o, İbn Bacce’den sonra, Endülüs felsefe tarihinin ikinci önemli filozofu olmuştur.


Asıl adı Ebü Bekr Muhammed b. Abdülmelik b. Tufeyi el-Kaysi olan İbn Tufeyl, birçok İsIâm filozofu gibi ayni zamanda tabiptir. Gırnata’nın büyük bir kasabası olan Vadi Aş’ta 1106 yılı civarlarında dünyaya gelmiştir. İşbiliye’de tıb ve felsefe gördükten sonra, bir ara Gırnata’da katiplik görevinde bulunmuş ve orada meşhur olmuştur. Daha sonra, Muvahidlerin halifesi Ebü Yukub Yusuf (1163-1184) un doktoru ve veziri oldu. Nihayet 1185 yılında Muvahidler devletinin başkenti Merakeş’te vefat etmiştir. Tıb ve felsefeyle ilgili birçok eser yazdığı bilinmesine rağmen, bize kadar ulaşan birkaç şiir parçasıyla, meşhur eseri “Hayy bn Yakzan” vardır.


İbn Tufeyl, Hayy İbn Yakzan adlı eserinde ortaya koymaya çalıştığı felsefesinde, esasta büyük ölçüde tenkid ettiği Gazali etkisindedir. Fakat bu arada, onda aynı şekilde zaman zaman tenkid ettiği Farabi ve İbn Sina etkisini de görmek mümkündür. Ne var ki, o, bu son filozofların Aristocu veya Yeni-Eflatuncu yönlerinden değil, kurmaya çalıştıkları “Doğu Felsefesi” yönlerinden etkilenmiştir. işte bunun içindir ki, Hayy İbn Yakzan adlı eserine, alt başlık olarak “Hikmetu’l İşrak” adını vermiştir. Ayrıca, söz konusu eserin önsözünde İbn Tufeyl, gayesinin, İbn Sina’nın kendisinin tasavvufla aynı saydığı Meşrıki hikmetini açıklamak olduğunu ifade eder. Bundan da İbn Tufeyl’in, Gazali’nin tasavvufi felsefe görüşü zemininde İbn Sina’nın Maşrıki Felsefe anlayışını yorumlayarak, ortaya kendi felsefesini koymak olduğunu anlıyoruz. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Hikmetu’l-İşrak adını verdiği felsefesine göre, gerek Allah ve gerekse varlıkların gerçek bilgisine, sadece duyularla veya cismani, bir güç ya da organ vasıtasıyla değil, insan varlığının hakikatini teşkil eden rüh veya nefs temizliğiyle ulaşılabilecektir. Ancak bunu yaparken, İbn Tufeyl, Gazali ve Suhreverdi’den farklı, herhangi bir dini öğretiyi bile rehber olarak takip etmeye ihtiyaç yoktur; tabiatı rehber almak yeterlidir. İnsan tabiatı ve tabii olayları seyretmekle hakikate ulaşabilecektir. Dolayısıyla İbn Tufeyl, netice olarak yeni bir felsefeyi, yani natüralist bir tasavvuf veya işrakiliği benimsiyor. Böylece o, bir yandan Gazali’nin dini öğretilerinin hakim olduğu duygusal (psikoloji) tasavvufundan, diğer yandan İbn Sina’nın akIi (rasyonel) işrakiliğinden ve Suhreverdi’nin irrasyonel işrakiliğinden ayrı bir işrakilik ortaya atıyor. Daha önce de belirttiğimiz gibi, İbn Tufeyl bu eseriyle felsefe ile dinin veya vahy ile aklın gerçeğe ulaşmada aynı gaye ve uyum içinde olduğunu göstermek istemiştir.


Bu bakımdan HZ. Ülken ve onu takiple C. Sunar’ın İbn Tufeyl’in işrakiliği ile Suhreverdi’nin işrakiliğini aynı saymaları ve ayrıca İbn Tufeyl’in Suhreverdi’den etkilendiğini iddia etmeleri yanlıştır(3) Çünkü herşeyden önce İbn Tufeyl, (1106-1185) Suhreverdi’ (1153-1191)’den daha önce yaşamıştır, olsa olsa Suhreverdi İbn Tufeyl’den etkilenmiştir, denebilir. Fakat bunda da fazla ısrar edilemez; zira Suhreverdi ile Tufeyl arasında çok kısa bir zaman vardır, diğer yan dan çok uzun mekan mesafesi vardır ve o kısa zamanda İbn Tufeyl’in fikirleri ve eserinin Doğu İslam dünyasında bilindiği konusunda şimdilik bir bilgimiz yoktur.


   c- İbn Rüşd Ve Aristoculuk


Sadece Endülüs’ün değil, tüm Ortaçağ İslam ve Batı dünyasının tek ve ger çek Aristocu filozofu bn Rüşd (1126-1198)’dür. Aristo’nun Siyaset (Politika) adlı eserT dışta bırakılacak olursa, diğer önemli eserlerine şerhler yazarak, sadece İslam dünyasında değil, şerhlerinin latince ve ibranice çevirileriyle, gerçek Aris to’yu Batı’ya tanıtma işini ilk defa İbn Rüşd yüklenmiştir. Kendi temel felsef? dü şüncesi için sadece Aristo felsefesini hareket noktası seçmiş olmakla kalması, eskilerin Aristo adına söylediklerinden hareketle Aristo’yu ayıklamayı da yaptı.


Gaz Aristo ve Müslüman Aristoculara olan tenkidine cevap olarak yaz dığı “Teh aslında başlı başına bir Aristo savunmasıdır denebilir. Kendi bazı özgün felsef? fikirlerini Aristo adı altında ifade eden İbn Rüşd haklı olarak, kelimenin tam m bir Aristocu (Meşş dur.


Birçok yazarın genel kanaatı, İbn Rüşd ile İslam dünyasında felsefenin sona erdiği şeklindedir. Bu kanaat, bir açıdan doğru, bir açıdan yanlıştır. Doğrudur:


çünkü İbn Rüşd, islam dünyasında yunan-helenistik felsefe geleneğine sıkı sı kıya bağlı felsef? akımın son büyük temsilcisidir; kendisinden sonra bu çizgiyi devam ettirmek işteyen Nasreddin Tüs? (öl. 1273) gibi kimseler ortaya çık mışlarsa da, İbn Rüşd kadar başarılı olamamışlardır. Yanlıştır; çünkü, daha önce de ifade ettiğimiz gibi, İslam felsefesi sadece yunan-helenistik geleneğe bağlı bir akımdan ibaret değildir; yeni akımlarla İslam felsefesi İbn Rüşd’den sonra da en az üç-dört asır daha devam etmiştir. Bunun en açık delilinden birisi İbn Rüşd’ün hemşehrisi durumunda olan bn Haldün’un kurmayı denediği tarih veya sosyal felsefe akımıdır. -


   d- İbn Haldûn Ve Sosyal Felsefe Hareketi


İslâmdaki Yunan-helenistik felsefeye (meşşâilik) karşı tutumu, Gazzâli’ye benzeyen İbn Haldûn, sadece İslâm’da değil, tüm dünyada yeni bir felsefi akımın öncülüğünü yapmıştır. Bu akımın adına bugün “Tarih Felsefesi” denmektedir. Aslında bu adlandırma yanlış olmamakla birlikte, eksiktir denebilir. Çünkü İbn Haldûn, Aristo’nun ilim anlayışına karşı çıkarak sadece tarihi ilim saymaz, aynı zamanda bütün sosyal ve ekonomik olayları da ilim konusu yapar ve onların felsefesini yapmayı dener. Bu bakımdan onun kurmaya çalıştığı felsefeye, daha geniş bir anlamda “Sosyal Felsefe” adını vermek daha isabetli olacaktır.


İbn Haldûn’un sosyal felsefeyi işlediği “el-Mukaddime” adlı eseri meşhurdur. Bilindiği gibi, Aristo ve ona ilim anlayışı konusunda bağlı filozoflar tarihi ve sosyal olayları ilmin konusu dışında bırakıyorlardı; çünkü onlara göre, ilim zaman ve mekâna bağlı olarak değişmeyen varlığı konu almaktadır. Gerçek ilim ise, bu varlık hakkında elde edilen değişmeyen genel kurallardır. Bu bakımdan en gerçek ilim, metafizik veya teolojidir, çünkü konusu Değişmeyen Varlıktır İkincı derecede ilim vardır, bu da fiziktir ki, konusu kevn ve fesadın konusu olan Ayaltı âlemidir. Fakat insan olayları, dolayısıyle tarih, sosyoloji ve ekonomi sık sık değişken olduğundan ilim sayılmamıştır. Bu tür ilim anlayışına karşı çıkan İbn Haldün, sosyal ve tarihi olayların da ilmin konusu olabileceğini göstermiştir. Dolayısıyle bunu yaparken, bir sosyal ilim felsefesi yapmıştır.


Şu kısa paragraf, İbn Haldûn’un görüşünü yansıtmaya yeterlidir: “Tarihin için de saklanan mânâ ise, incelemek, düşünmek, araştırmaktan ve varlığın sebep ve illetlerini dikkatle anlamak, hâdiselerin ruhunun ve ceryanınının sebep ve tertibini bilmekten ibarettir. İşte bundan dolayı tarih şereflidir ve Hikmet’in içine dalmıştır. Bundan ötürü tarih, hikmet (felsefe) ilimlerinden sayılmağa lâyıktır.


İbn Haldûn’a göre, felsefi bir disiplin olarak tarihin konusu, maddi ve mânevi kültürüyle birlikte ictimâi hayatın tümüdür. Bu bakımdan tarih, diğer bütün sosyal disiplinleri içine almaktadır.


Haldün, İşbiliye asıllı bir aileden Tunus’ta 1332 yılında doğmuştur. Tunus’ta felsefi ve dini ilimleri tahsil ettikten sonra, devlet hizmetinde bulunmuştur. Uzun süren bu idâri ve siyasi hayattaki hizmeti, kendisine tecrübe ve gözleme dayanan bir sosyal felsefe yapmaya yaradı. Kahire’de 1406 yılında vefat etmiş olan İbn Haldun’un, en meşhur felsefi eseri “el Mukaddime” dir.


O halde, şimdiye kadar söylediklerimizin bir özetini yapacak olursak, İslâm’da felsefi düşünce büyük ölçüde özellikle yunan-helenistik felsefi geleneğinin tercümesiyle fiilen doğmuştur. Nasıl felsefe, Yunanistan’da Presokratik filozoflarla önce tabiat felsefesi şüphecilik ve materyalist akımların ağır bastığı bir düşünce hareketi olarak başlamış ve sonra Sokrat ile metafiziğe doğru bir kayışla gelişmiş ise, İsl da benzer şekilde başlamış ve benzer gelişme göstermiştir denebilir. Çeşitli tarihi sebeplerle İslâm’da ilk olarak ortaya çıkan cereyanlar daha çok materyalizm ve tabiatçılıktır. Özellikle daha sonra Kindi ile metafizik ağırlıklı bir felsefe geleneği başlamıştır. Kindi’nin metafiziksel felsefesi yunan ve helenistik felsefe tesiri taşıyordu; bu felsefe akımı, sözkonusu yabancı felsefelerin daimi surette artan etkisiyle Fârâbi İbni Sina ve İbn Rüşd ile geliştirilirken, diğer yandan Gazali, Suhreverdi ve İbn Haldûn ile İslami dünya görüşünün ağır bastığı yeni özgün akımlar doğmuştur.


(1)   Gazâli’nin birçok kitabına oıduğu gibi, felsefe ve fılozoflardan sözettiği “el-Munkızu mine’d-Dalâl” adlı eserine de, sonradan felsefe ve filozofları kötülemek gayesiyle Gazâli’nin genel görüşleriyle bağdaşmayan ilâve yapılmış olduğu bilinen bir husustur. Sözkonusu eserin farklı elyazma nüshaları karşılaştırıldığında bu açıkça görülmeketedir. Mesela: A.S. Furat’ın, Şehid Ali Paşa Ktph, 1712 numarada kayıtlı elyazma nüshasından yaptığı tercümenin “Felsefenin Gayesi Hakkında” adlı bölümün ilk paragrafı (s. 34), Cemil Salib ve Kamil Iyâd’ın Şam’da, 1956 yılında neşrettikleri nüshada yoktur.


(2)   Ülken (H.Z.)


(3)   C.Sunar: İslâm Felsefesi Dersleri, Ankara 1967, s.171


 


İslâm Felsefesine Giriş- Prof.Dr. Mehmet Bayraktar-Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları


 http://www.felsefeekibi.com/site/default.asp?PG=1849

Yukarı Dön
 Yanıt Yaz Yanıt Yaz

Forum Atla Forum İzinleri Açılır Kutu Gör

Powered by Web Wiz Forums Free Express Edition
Copyright ©2001-2009 Web Wiz
Türkçe Çeviri Hakan Tekgöz

Bu Sayfa 0,059 Saniyede Yüklendi.