GAZÂLÎ YORGUNLUĞU
ASIM ÖZ / Haksöz
Haber
Müslümanların
kültürel tarihinde önemli yer tutan şöhret ve etki alanı eserlerinden daha
yaygın olan ve çeşitli tartışmaların merkezinde yer almasından dolayı da her
daim güncel olan İmam Gazâlî hakkında vefatının 900. Yılı olmasından dolayı bu
yıl çok fazla etkinlik var. Kimi dergiler özel sayı hazırladı, sonbahara doğru
sempozyumların biri biterken biri başlayacak belki. Hilmi Yavuz’dan Dücane
Cündioğlu’na değin uzanan Gazâlî severler var. Genelde tartışmalar da bu
kişilerin dile getirdiği yaklaşımlar çerçevesinde biçimleniyor. Arada bir farklı
sesler çıksa da Türkçedeki Gazâlî algısının tek tip ve kutsayıcı bir
zihinselliğin güdümünde olduğu ifade edilebilir.
Bunun yanında akıp giden bir kitap yayıncılığı da var. Eserlerinin yeni
basımları, küçültülen kitapçıkları ve biyografileri anabiliriz bu çerçevede.
Henry Laoust’un Gazâlî’nin siyasi kimliğine odaklanan kitabı da bu yılın sonuna
doğru raflardaki yerini almış olacak. Yılın ilk aylarında yayımlanan Gazâlî
konulu kitaplardan biri Mehmet Ali Aynî’nin kaleme almış olduğu Huccetü’l
–İslâm İmam Gazâlî adlı çalışmadır. Genel kültür sahibi ortalama aydınları
Gazâlî hakkında donanımlı kılmak amacıyla yazılan kitap ilahiyat ve adap olarak
anabileceğimiz iki ana bölümden ve bu bölümleri alttan alta derinleştiren bol
alıntılı fasıllardan oluşuyor.
Bir buçuk yıllık bir emeğin neticesi olan eserin temelinde müsteşriklerden
Baron Carre De Vaux’un Gazâlî hakkında yayımlamış olduğu kitap bulunmaktadır.
Gazâlî’den önceki İslam düşüncesi ele alınırken Mutezile’nin düşüncelerinin
eleştirilerin merkezine konulması da dikkat çeken noktalardan biri. Ayni’ye göre
Gazâlî yazdıkları ile Ehli Sünnet akidesini ortaya koymaktadır. Gazâlî’nin bu
konudaki çabalarının sonucunda oluşan İhya bu konuda mutlaka anılması
gereken eserlerdendir. Fikre değil kalbe vurgu yapılması, âlimlere değil
insanlara hitap etmesi eseri popüler kılan hususların başında gelir. Eserin
ilimler tasnifi de bu düşünce doğrultusunda yapılmıştır. Eserde ilimler
davranışlarla ve anlayışlarla ilgili olanlar olmak üzere ikiye ayrılır
(İlm-i muâmele ve ilm-i mükâşefe). Muâmele akıl baliğ olan kişinin
mükellef olduğu şey olarak tanımlanır ve üçe ayrılır: İtikat, amel ve terk.
Eşarilerin Mutezile’ye karşı geliştirdikleri düşünsel savaşın bir benzerinin
Gazâlî tarafından felsefecilere karşı geliştirilen mücadelede göze çarptığının
düşünülmesi bunun esas sebebidir. Öte yandan günümüzde âlimlerin ya da öyle
zannettiğimiz isimlerin İhya okuyarak ders halkaları teşekkül
ettirmeleri de meselenin tartışılması gereken bir başka yanıdır.
Eşari Taraftarlığı
Müslümanların düşünce tarihi hakkında anlatılan menkıbeler içinde bir dönem
akla vurgu yapan isimler her ne hikmetse hayatlarının sonunda ya yıllarca emek
harcadıkları usullerinden döndürülür ya da bir tarikata dahil edilir. Bunlardan
gerçek olanlar olmakla birlikte düpedüz uydurma olanlar da vardır. Eşari’
hakkında anlatılanlar gerçek olanlardan. Eşari’nin düşünsel olarak Mutezile’den
ayrıldığını ilan ettiği hırka çıkarma hadisesi başta olmak üzere pek çok ayrıntı
Aynî’nin eserinin ilk faslına dahil edilmiş. Önce bu olayı anlatalım: Eşari bir
gün camiye gider, minberde geçmişteki Mutezili hatalardan derin bir pişmanlık
duyduğunu ve yanlışlardan döndüğünü ilan eder. Sırtındaki hırkayı çıkararak
atmış ve “Bunu nasıl çıkarıyorsam, geçmişteki itikadımdan da öylece kendimi
sıyırıyorum” demiştir. Ardından Mutezile hakkında pek çok olumsuz görüş serdeden
Eşari ile Gazâlî arasında şöyle bir bağ kurar Ayni: “Eş’arî mezhebi, Mu ‘tezile
mezheplerini geçersiz kılmıştır. İşte İmam Gazâlî hazretleri bu Eş ‘ari
mezhebinden yetişmiştir. İmam Eş‘ari’nin Ehl-i Sünnet mezhebine dönmesinin sırf
şöhret kazanmak için yapılmış bir şey olduğunu Maturidiler ve diğer mezhep
mensupları rivâyet etmişlerse de buna itibar edilemez.” İmam Gazâlî ve İbn
Sinâ’nın da bu tarz suçlamalara maruz kaldıklarını belirten Aynî, Mutezile,
Cebriyye ve Eş ‘ari arasında tartışma konusu olan ruyetullah, büyük günah
işleyenin durumu, kulların fiilleri gibi mevzuları ana hatlarıyla özetleyerek bu
tartışmalara ilişkin Gazâlî’nin ortaya attığı görüşleri irdelemek için bir zemin
hazırlar.
İbn Sinâ’nın vefatından çeyrek asır sonra dünyaya gelen Gazâli’nin içine
doğduğu dünya hâl tercümesi bölümünde anlatılır. Mezhepler arasında doruk
noktasına ulaşan çatışmalardan sonra Gazâlî’nin kalbi hislere göre tartışma
tekniğini öncelemesinin kendisinden önce hiçbir filozofta açık ve belirgin
biçimde görülmediğini İbn Sinâ ile Gazâlî’yi karşılaştırarak ortaya koyar: “İbn
Sinâ bir meseleyi çözmek için aklî deliller ve mantıkî kıyaslamalar düzenlemekte
insanı hayrete düşüren bir kudret ortaya koyuyor. Fakat Gazalî, bu yolda zihni
faaliyetlere küçümseyici bir nazarla bakıyor ve aklın mesele çözmekteki
çabalarının ve çalışmasının sonuçlarına güvenmiyor. İbn Sinâ selim aklın her
meseleyi hall-ü fasl edeceğine son derece güvendiği hâlde, Gazâli eserleriyle
sâbit olduğu gibi, diğerleri derecesinde kudret ve maharet gösterdiği tartışma
tekniğini aklın aczini isbat ve mertebesini düşürmek için kullanıyor. İbn Sinâ
felsefede bir kural ortaya koymuş ve onu doğrulamak ve pekiştirmekle sıhhatine
inanmıştır.Gazâli aklî tartışmaları oyuncak haline koyup bir meseleyi aklen her
yönde, yâni gerekli sayarak da inkâr ederek de, isbatlamanın kabil olacağını
okuyucularına kavratmak istemiştir.”
Müellif çalışmasında, İmam Gazâlî’nin diğer Müslüman filozoflardan belirgin
farklılıklarını öne çıkararak, akıl ve kalp arasında kurduğu denge üzerinde
duruyor. Onun kalbi hislere öncelik verdiğini; hiçbir filozofta bu istidat ve
eğilimin bu kadar açık ve belirgin bir durumda görülmediğini belirten Ayni,
Gazâlî’nin, aklın meseleleri çözmekteki çabalarının ve çalışmasının sonuçlarına
güvenmediğini ifade ediyor. İbn Sinâ’nın halis bir kalbin sükun ve sevincine,
İmam Gazâli’nin ise kalbin şevk ve vicdani coşkusuna odaklandığını belirtirken
şunu da eklemeden geçmez: Aslında görünüşte iki isim arasında olan bu farklılık
daha doğrusu iki farklı eğilim dünya kurulduğundan bu yana mevcuttur. Bir
eğilimde olan insan, akıl ve düşüncesine, zeka ve dehasına güvenerek en yüce
meseleleri kavrayabileceğini düşünürken diğer eğilimde olanlar ya çalışmaktan
elde edilen yorgunluk ve keder ile veya içine düştüğü zıtlık sebebiyle veya
hasmın tenkitlerinin tesiriyle düşünme kuvvetinden şüpheye düşerek bu alandaki
çabalarından vazgeçiyor. Bence Ayni’nin kitabının en önemli cümleleri bunlardır.
Nizamiye Medresesine konuşmasındaki akıcılık, delilleri sıralamadaki iktidarı
sebebiyle Nizâmülmülk tarafından muallim tayin edilen ve bu medresede 1091
yılından itibaren dersler veren Gazâlî, 1094 yılında İsmaili’lere karşı eserler
yazarak bir anlamda Selçuklu otoritesini güçlendirmiştir. 1095 yılından itibaren
sufilik yoluna girerek inziva içinde zahitliğe dalmayı düşünür. Düşündüklerini
uygulaması epeyce velvele koparır. Bedensel yorgunluğunu mazeret olarak ileri
sürdüyse de mesele bambaşkaydı. Onu uzlete çekilmeye zorlayan sebep daha farklı
bir sebepti. Bundan dolayı Gazâlî’nin Munkız adlı eserinde karşımıza
çıkan hesaplaşmasını kavramak için gayet kıymetli bir vesika olarak görülebilir.
Düşünme kuvvetinden şüphe meselesi bu kitapta Eşari ve Gazâlî örnekleri
üzerinden anlatılır. Elbette başka başka örnekler de bulunabiliri. Hatta
günümüzdeki kimi isimleri de bu yorgunluk kervanına dâhil edebiliriz. Gazâli’ye
dönük eleştirilerin canlılığını yitirmesi hatta sessizleşmesi bu yorgunluğun
neticesi olarak okunabilir mi? Ya da bir iktidar nesnesi olunmasından mı
kaynaklanıyor? Bu konuda birkaç yazı dışında kayda değer metin üretilemeyişi
bunun net göstergesidir kanaatimce.
Ayni, Gazâlî’nin nakle daha fazla itibar ettiği halde buna akıl ve mantığı da
eklediğini belirttikten sonra, bununla beraber nakli problemleri mantık
dairesinde toplamak ve birbirine eklemek hususundaki olağanüstü çabaları
esnasında ahlak ilmini de gözden uzak tutmadığına dikkat çekiyor. Eser, bütün bu
yönleriyle Gazâlî’nin birçok filozoftan üstün olduğunu ortaya koymayı amaçlıyor.
Gazâlî’den sonra doğu ülkelerinde felsefe mesleğinin söndüğünü; ancak ondan
yarım asır sonra Mağrib’te,İbn Bâce, İbn Tufeyl ve İbn Rüşd’ün felsefeyi
parlattıklarını da vurgular. Gazâlî din alanında yapılan kimi tartışmaları
nihayetlendirerek bir anlamda filozofları geri çekilmeye mecbur bırakmıştır.
Gazâlî’den Sonrası
Aynî’nin filozofların tutarsızlığını ortaya koyan Gazâlî’nin ihya etmeye
çalıştığı din ilimleri alanında kendisinden sonra kayda değer gelişmelerin olup
olmadığı meselesine de değinme gereği duyması önemli. Ama buna değinirken
kitabının girişinde yaptığı gibi Mutezile ve filozofların başarısızlığına çok
sık vurgu yapması kabul edilebilecek gibi değil. Sanki onun tek derdi Gazâlî’nin
ne kadar başarılı olduğunu; yazdığı kitapların daha yeni yazılmışçasına
Müslümanların ellerinde dolaşıyor oluşunu takdir etmektir. Daha sonra Nesefi,
Şehristani, er-Razi, Beydavi gibi isimleri anan Ayni kelamcıların Gazâlî’ye
nispetle akıldan daha az çekindiklerini, onun gibi hemen ümitsiz bir derecede
mutasavvıflara benzer biçimde problem çözmek için acele etmeyerek
bilinemezciliğe karşı büyük bir şiddetle mücadele ettiklerini belirtir.
Taftazani’nin sofistler, inadiler, şüpheciler karşısında sergilemiş olduğu tavrı
alıntılara naklederek ilmi temelli tartışma yapmanın ne kadar önemli olduğunu
belirginleştirir. Gazâlî’nin ve Taftazani’nin eserlerinde andığı şüphecilerden
kasıtlarının ne olduğu hususunda iki yaklaşım vardır: Bunlardan kasıt Yunan
filozoflarından bahsetmektir diyenler ilk yaklaşımı gündeme getirirler. Onlar
hakikaten mevcut olan birtakım kişileri ima etmektedirler diyenler de
ikincisini. Ayni Ömer Hayyam tipinin ikinci yaklaşımı doğruladığı kanaatindedir.
Onun kalben ve fikren şüphe içinde yaşayan değerli bir müellif olduğunu da
belirtir Ayni.
Ayni eserin mukaddimesinde “benzersiz bir dahinin eserlerini tetkik etmek,
benim gibi bir acizin göreceği hizmetlerden değil” dese de eser, Türkçe kültür
dünyasında Gazâlî’nin nasıl algılandığını göstermesi bakımından ilk örneklerden
biri olması yönüyle dikkat çekmektedir. Tabii burada zihnimi kurcalayan şu soru
da aklıma gelmiyor değil: Mehmed Âkif’in bir şiirinde bugünü eleştirmek için
örnek olarak andığı Gazâlî ile münasebeti nasıldı acaba? Neyse biz bunu bir
yandan düşüneduralım bir yandan da bu dizleri okuyalım: “Medresen var mı
senin? Bence o çoktan yürüdü./Hadi göster bakayım şimdi de İbn-ür-Rüşd’ü?/İbn-i
Sina neye yok? Nerede Gazâlî görelim?” Bu noktadaki kişisel kanaatim
Gazâlî’nin sonda anılmasından hareketle Akif’in Osmanlı toplumunda Gazâlî nin
gördüğü itibarın farkında olarak Gazâlî ’yi şiirine taşımış olabileceğidir.
Ayni, İslam Düşüncesinin Zirvesi Gazâlî adıyla yayımlan bu eserde,
onun filozoflara getirdiği eleştirilere ve akaid alanındaki görüşlerine
değiniyor. Daha sonra “edep vasıtasıyla kalbin tasfiyesi ve tasavvuf sayesinde
cilalanması bahislerine” sözü getirerek Gazâlînin tasavvufi görüşlerinden geniş
bir şekilde bahseden müellif, ondan sonra gelen Sühreverdi, Geylani, Rufai ve
İbn Arabi gibi önemli sufilerin görüşlerine de yer veriyor. Ahlak alanında da
Gazâlî’nin bilgeliğini geçen herhangi bir kişinin olmadığını düşünen Aynî, onun
eserlerindeki genişliğin ve mükemmelliğin kendisinden sonra gelenleri sükûta
mecbur bıraktığını belirterek şunları söyler: “Gazâlî yetişmesi mümkün olabilen
en yüksek olgunluk zirvesine erişmişti. O nokta derecelerin en yükseği olduğu
için orada kalmıştır.” Elbette sonradan bu genellemelere sınır çizdiği de olur
ama nihai kanaati pek değişmeksizin devam eder. İbn Miskeveyh, Nasiruddin
et-Tusi gibi isimler ne kadar mühim olurlarsa olsunlar Gazâlî en büyüktür
Ayni’nin nazarında.
Meseller ve hikemiyat tarzında Gazâlî’den sonra parlak eserler verildiğini
ifade eder. Bu bahiste Eşari düşünüşü takdir etmenin ötesinde takdis eden
müellifin, güzel söz söylemeyi bilen ve Kuran’ı tefsir eden Zemahşeri’nin ahlaka
dair eseri Etvâku’z Zeheb adlı eserini anması da önemli.
Nazariyattan ziyade pratiğin ilmini önceleyen Gazâlî için tasavvuf bulunmaz
bir nimet olmuştur. Tasavvufa meylettiğinde kendisinden evvel yazılan pek çok
eseri hazır bulan Gazâlî bizzat kendi hayatıyla mükaşefe/keşfetme sürecini
pekiştirmeyi öncelemiştir. Ancak onun bu yönteminin delillerle ispat edilmesi
oldukça güçtür.Yalnız güçlendirilebilecek veya doğrulanabilecek bu süreç
hakkında İhya’da gerekli açıklamalarda bulunan Gazâlî bir bakıma bunun
teorik tedbirini de almıştır. Gazâlî’nin sadece bu bahisle sınırlı olmayan
teorik tedbiri hususunda şunları da kaydetmeyi gerekli görür Aynî: “Gazâlî,
filozofları redde himmet ettiği gibi, sufilik yolundaki, onu birtakım büyük
suçlamaların hedefi haline getiren bazı terimlerden, sözlerden ve iddialardan
arındırarak, Ehl-i Sünnet mezhebine uygun bir şekil belirlenmesi ve ayıklanması
için himmet etmiş ve büyük bir hizmette bulunmuştur.”
Gazâlî’de eleştirdiği yahut eksik bulduğu noktalar da var kuşkusuz. Bunlardan
biri büyük bir ilim olarak tarihin Gazâlî tarafından biraz ihmal edilmiş
olduğunu düşünen Ayni, bunun dışında Gazâlî’nin ilimler hakkındaki muhakemesinin
gayet gerçekçi ve akıllıca olduğunu düşünür.
Gazâlî’nin her durum için övülmesi kadar her durum için kötülenmesi de sonu
aynı kapıya çıkan iki hatadır. Gazâlî’den hem menfaat hem de zarar görmek
vardır. Konuşulan konuların sınırlarına işaret etmesi önemlidir mesela. Allah’ı
filozofların eserlerinde olduğu gibi uzak, örtülü, yaklaşılması kabil olmayan
bir gaye gibi tarif etmeyip “Allah’ın açıklaması üzerine açıklama olmaz” diyerek
meseleyi kapatması önemli bir ilke. Buna karşın akletmeyen geleneği güçlendiren
bir enstrüman olarak sürekli gündemleştirilmesi aşılamaz bir taassubu
doğurur.
Mehmet Ali Aynî,
İslam Düşüncesinin Zirvesi Gazâlî,
İnsan Yayınları,
2011,
310 sayfa. http://www.haksozhaber.net/gazali-yorgunlugu-22572h.htm - http://www.haksozhaber.net/gazali-yorgunlugu-22572h.htm
|