Sayfayı Yazdır | Close Window

Bilinçsiz inanç egemenken bilinçli laiklik mümkün

Nereden Yazdırıldığı: Gazali Net
Kategori: Gazali İle İlgili Güncel Haberler
Forum Adı: Gazali ile ilgili güncel haberler
Forum Tanımlaması: Yeni tercüme edilmiş serleri, Tv programları, Belgeseller, VB.
URL: http://www.gazali.net/forum_posts.asp?TID=784
Tarih: 28 Mart 2024 Saat 11:55
Program Versiyonu: Web Wiz Forums 9.67 - http://www.webwizforums.com


Konu: Bilinçsiz inanç egemenken bilinçli laiklik mümkün
Mesajı Yazan: sibel
Konu: Bilinçsiz inanç egemenken bilinçli laiklik mümkün
Mesaj Tarihi: 21 Mayıs 2010 Saat 21:43
Bilinçsiz inanç egemenken bilinçli laiklik mümkün mü? 
  
İLÜSTRASYON: HİCABİ DEMİRCİ
 
Laiklik bir sebep değil, sonuç. Batılı ülkeler, laik oldukları için akılcı olmuş, ilim ve fende ilerlemiş değillerdir. Akılcı oldukları, insan aklını bir bilgi kaynağı olarak kabul ettikleri için önce metafizikte, sonra da bilim ve teknolojide ilerlemişler ve bunun sonucu olarak da laik olmuşlardır

17/02/2007 (1193 kişi okudu) 


CENGİZ İLHAN (Arşivi)

Laiklik siyasi bir tema mı yoksa bir yaşam biçimi midir? Bir başka ve daha genel bir soru; nasıl laik olunur? Bu iki soru, birbiri ile çok yakından ilgilendirilmiştir. Belki de başlangıcı 31 Mart olayına, jön Türklere kadar uzanmaktadır, yaşamımızda, resmiyete girmemiş olmakla beraber, hemen hemen genel kabul görmüş kriterler vardır; bu ölçütlere göre; örneğin baş örtüsünü çıkarmamakta ısrar eden bir genç kız, sünnete göre sakal bırakmış bir delikanlı, hatta, namaz ve orucuna daha çok dikkatli bir yurttaşımız, bir devlet memuru, genel ve bir başka değimle İslâm dini yükümlülüklerini yerine getirmekte ısrar eden bir kişi, genel kabule göre laik bir yurttaş kabul edilemez. Bir devlet dairesi yöneticisinin, görevlileri, Batılı görgü kuralları çerçevesini aşan giyim ve davranışlarını düzeltmeğe davet etmesi bile sırasında, hele yönetici dini bütün bir yurttaşımız ise, rahatça, gerici, laik düzene aykırı bir işlem sayılabilir. 

Devlet ve toplum 
Şüphesiz, Cumhuriyetimiz, öncesi olan Osmanlı İmparatorluğu'nun İslâm Devleti niteliğine tepkidir ve temel niteliğini laiklik olarak ortaya koymuştur. Bu açıdan bakınca laiklik ülkemiz bakımından ayni zamanda bir siyasi tema, bir ideolojidir, yasalarımız da devletimizin bu temel niteliğini hukuki, cezai yaptırımlar ile güvence altına almıştır. Ama laiklik aynı zamanda kişisel, daha da öte bir toplum değeridir. Devletin laik olması toplumun, bireylerin laik olması anlamına gelmez. Bu olayın diğer yönüdür; başta aydınlarımız, yurttaşlarımızda laiklik bilincinin oluşması şarttır. Bu elbette, toplum yaşamında, dini yükümlüklerin yerine getirilmesine karşı çıkmak değilse bile, bu yükümlülüklerin yerine getirilmemesi için moral bir baskı oluşturmakla ve bunu genelleştirmek ile mümkün olmaz. Laikliğin ölçütü ne kravat ne de türbandır. Nitekim olmamıştır, sonuç ortadadır. Laiklik bilincine varamamış yurttaşlarımızın bu baskıyı dini inançlarına karşı bir tutum ve davranış olarak algılaması doğaldır. Laiklik kişisel bir inanç değil toplumsal bir niteliktir, laik bir toplum yaratmadan kişilerden ayrı ve tek olarak laik olmasını istemek, tutumlarını laikliğe aykırı görüp, sırasında, onu yurttaşlık haklarından mahrum etmek, zulüm değilse bile, anlayışlı bir davranış sayılamaz. 


80 yıllık tartışma 
Laik bir toplum yaratabildik mi? Hayır; seksen yıldır durmadan laiklik tartışması yapılan bir ülkede laiklikten, laiklik sorunun çözümünden söz edilemez. Aslında bu konuda kendisini laik olarak tanımlayanlar ile laik olmadıkları varsayılanlar arasında temelde bir fark yoktur. Her ikisi de kişilerin, toplumun önceden tanımlanmış bir yaşam biçimine uygunluklarına, örneğin giyimine (Batılı veya geleneksel) tutumuna (namaz kılıp kılmama, oruç tutup tutmama) yönlendirilmesi üzerine kuruludur, bir başka değişle her ikisinin de temelinde kişilerin, toplumun kontrol edilmesi, belli bir amaca göre yönlendirilmesi ilkesi vardır. Bu şüphesiz bireyi, bir bilgi kaynağı olarak insanı, insan aklını reddeden bir görüştür. Şöyle de diyebiliriz, gericinin 'şeriat istemesiyle', ilericinin 'Batılı yaşam biçimi ve değerlerine uygunluk istemesi' arasında bir fark bulunmamaktadır. Temelde her ikisine göre insan, insan aklı, toplum başlı başına bir değer, bir suje değil, önceden belirlenmiş bir kalıba göre biçim verilmesi gereken, biçim verilmesi, yönlendirilmesi mümkün olan bir obje, bir nesnedir. Bu kişi özgürlüğünün, insan haklarının ötesinde, insan aklının mahiyeti ve değeri üzerinde,insana yeni bir bilgi yeni bir dünya yaratma hakkı tanımama noktasında odaklanan bir bakış açısıdır. Maalesef Cumhuriyet aydınları bütün iddialarına rağmen, bireyi, batının temel özelliği olan, değer yaratıcı bir varlık olarak görme aşamasına gelememişlerdir. Bir başka değişle, insan aklını vahiy ve nübüvvetin gösterdiği yolu bulmak ile sınırlandıran ulema(1) ile insan aklını cumhuriyetin gösterdiği (batının gösterdiği) yol ile sınırlandıran, bunun için varsayan görüş, temelde değil, varılacak hedefte farklı olan bir görüştür. Her iki görüşte de insan aklı bir suje, bağımsız bir değer, bilgi yaratıcı bir varlık olarak reddedilmektedir. Yönlendirmede, insan aklının bağımsız bir varlık olarak görmemede, insan aklının tek başına gerçeği bulmakta yetersizliği konularında her iki görüş (İslami ve çoğu cumhuriyet aydınları) birleşmektedir. Bu bakımdan sanılanın aksine laik cumhuriyet aydınları laik batılı aydınlarından çok İslamcı orta doğu aydınlarına daha yakındır. Bu bakış açısı, bütün Ortadoğu toplumlarına egemen Gazali'nin felsefeyi reddeden, İslam doğmacılığına temel olmuş, bakış açısıdır. 


İman ve akıl 
"Medrese kurumlaşırken düşünce alanındaki çatışma da sürüyordu. Sorun felsefe ile dinin nasıl uzlaştırılacağıydı, İslam geleneğinin terimleriyle "hikmet" ile şeriatın nasıl cem edileceğiydi. Aristo'nun felsefi ilâhiyat anlayışı El Kindi, Farabi ve İbni Sina gibi düşünürlerce Müslüman akidelerine yaklaştırılmış ve yeni-Platoncu görüşlerden etkilenen biçimleri geliştirilmişti. Bu yolla iman ile aklın uzlaşmasını kurmağa çalışmışlardı. 
Gazali Makasidül Felâsife ve Tehafetül Felâsife adlı eserleriyle felsefecilerin karşısına çıktı. Onları kâfirlikle suçladı. Belli bir süre sonra Mağrib'de İbni Rüşt Tehafetü'-t Tehafüt (Tutarsızlığın Tutarsızlığı) adlı eseriyle Gazali'yi eleştirerek aklın ve felsefenin gerekliliğini savunduysa da İslam dünyası daha sonraki yıllarda Gazali'nin çizgisini izledi."(2) 
Asıl önemlisi; "İslam'da akıl, Batı'dan farklı olarak entelektüel çevre ile sınırlı kalmıştır. Dış etkilere kapalı, katı Müslüman doğmacılığının (Ortodoksluğun) damarlarından içeri girememiştir."(3) "En önemli farklılık akli bilimlerin ve felsefenin ilâhiyatı desteklemek amacıyla da olsa medrese eğitiminde kullanılmamasıdır."(4) 
* * * 
İslam dışında, dinsiz bir toplum elbette düşünülemez; 'bilinçsiz inanç' yönü ağır basan bir Müslüman toplumunun seçeneği ise imam-hatipler değil, akli bilimler, fen bilimleri ve felsefe ile mücehhez, imamların, yurttaşların var olduğu bir Müslüman ülkedir. Bir başka deyişle İslam'ın özünde bulunan akılcılığı tekrar canlandırmak gerekir. Bu ülkenin ilim yolunda ilerlemesine engel değildir, aksine, bunu kolaylaştıran, olumlu yönde etkileyen bir etken olabilir. İnsanların, dini veya lâdini, önce aklın bağımsız bir bilgi kaynağı olduğunu kabul etmesi, akıllarını bağımsız olarak kullanmasını öğrenmesi şarttır. Örnek Hıristiyan Batı'dır; felsefeden korkmamışlardır, en azından gelişmesine engel olamamışlardır; "..Avrupa'da rasyonel metafiziğin gelişmesi modern bilime geçişte önemli kolaylıklar sağlamıştır".(5) Medreselerde ise asırlar boyu felsefe reddedilmiştir. Cumhuriyet'in de kısa bir dönem hariç, felsefeye iyi gözle baktığı söylenemez. Bir başka deyişle Cumhuriyet din sorunlarını, akılcı ve bilimsel açılardan çok, felsefeyi reddeden, eğitimin dışında tutan ulemalar gibi, onların açılarından bakıp değerlendirmiştir. Sonuç ortadadır. 
Laiklik bir sebep değil, bir sonuçtur. Batılı ülkeler, laik oldukları için, akılcı olmuş, ilim ve fende ilerlemiş değillerdir. Akılcı oldukları, insan aklını bir bilgi kaynağı olarak kabul ettikleri için önce metafizikte, sonra da bilim ve teknolojide ilerlemişler ve bunun sonucu olarak da laik olmuşlardır. 
Bilinçsiz inancın egemen olduğu toplumda bilinçli laiklik olmaz. 
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=213251 - http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=213251




Sayfayı Yazdır | Close Window

Bulletin Board Software by Web Wiz Forums® version 9.67 - http://www.webwizforums.com
Copyright ©2001-2010 Web Wiz - http://www.webwizguide.com