Çağdaş Gazali'yi destekleme İslam tarihinde bütün 'devlet'ler, İbn Rüşd değil, Gazali'den yana tavır almayı tercih ettiler. Ama bu olay, yalnız İslam tarihiyle sınırlı bir olay da değildir. Ortaçağda Avrupa da bu aynı tartışma karşısında tavır alma zorunluluğuyla karşı karşıya geldi. Tartışma, ne üstüneydi? Gazali (1058-1111), İbn Sina'nın (980-1037) evrenin düzenini akılla çözme girişimini eleştirmiş, aklın yanıltıcı olabileceğini, bilginin nihai kaynağının vahiy olduğunu söylemişti. Daha sonra da İbn Rüşd (1126-1198) Gazali'yi eleştirdi; aklın da Allah vergisi olduğunu, gerçekliği kendimiz araştıralım ve bulalım diye bize ihsan edildiğini söyledi (tarihlerden görüldüğü gibi, bu üç düşünür aynı yıllarda yaşamadılar). 'Otorite' konumunda olanın Gazali'yi tercih edeceği açık. Nitekim böyle oldu. Yalnız, dün yazdığım gibi, Kanuni zamanında Osmanlı devletinde değil; otoriteden söz edilebilir her durumda böyle oldu. Ayrıca, yalnız İslam devletleri tarihinde de değil: Roma ve Vatikan ile Galileo arasındaki kavgayı bu tartışmanın çerçevesi dışında kalan bir konu olarak görmek mümkün mü? Katolik Kilisesi, Giordano Bruno'yu yakarken, bu tartışmanın, kendi kayıtlarına geçmiş yansımalarına yaslanmıyor muydu? Zaten Gazali o kadar değil ama İbn Rüşd, 'Averroes' adıyla, Batı felsefesi tarihinin önemli uğrak noktalarından biridir. Katolik Kilisesi İbn Rüşd'ü, Kanuni'nin sevdiğinden daha fazla sevmiyordu. Ama Katolik Kilisesi, Avrupa'nın entelektüel geleceğini İbn Rüşd ve Galileo gibi adamların belirlemesine engel olamadı. Niye? Her şeye rağmen bir hoşgörü damarı mı vardı, bu kilisenin? Yoksa, 'Batı' dediğimiz dünyada gizli ama yok edilemez bir 'ilericilik' vardı da, şaşmaz bir şekilde 'aydınlanma' yolunda yürümesi mi gerekiyordu. Hiçbiri değil elbette. Batı'nın tamamını kaplayan ve dediğini yaptırtan merkezi bir otoritesi yoktu. Dolayısıyla her şeyi tek otorite denetleyemiyordu (bizde olduğu gibi). Habsburg soyundan hafif çatlak II. Rudolf Brahe ve Kepler gibi Ptolemaios astronomisini çürüten adamları yanına davet edebiliyordu. İngiliz Hobbes Fransa'da, Fransız Descartes ise Hollanda'da, başlarında 'Ne yapıyorsun? Ne düşünüyorsun?' diyen adamlar olmaksızın, düşüncelerini üretebiliyorlardı. Hatta Galileo'nun başı İtalya'da derde girince, Amsterdamlı burjuvalar el altından haber gönderip 'İsterse kaçıralım. Bizim buraya aldıralım' diyebiliyorlardı. Ama Kanuni 'Akli ilim okutulmasın' buyurduğunda, gidip gizlice Şam'da veya İskenderiye'de bunu yapmak mümkün değildi. Böylece Avrupa, kavga dövüş de olsa, son analizde İbn Rüşd yolundan yürüdü. Güçlü devlet sayesinde İslam âlemi ve Osmanlı devleti Gazali'yi uygulamayı başardı. Tabii bu, daha bir yığın motifle birlikte, onların arasında var olan bir öğeydi. Ama sonuçta buraya vardık. Buraya vardıktan sonra da, İslam âleminde, Gazali'nin İbn Rüşd'e tercih edilmesinin kötü sonuçlar veren talihsiz bir seçim olduğunun güçlü, yüksek bir sesle söylendiğini ben bilmiyorum. Dolayısıyla, 11. ve 12. yüzyılların bu felsefe sorununun bu âlemde hâlâ kapanmamış bir konu olduğunu düşünüyorum. Ancak, Gazali/İbn Rüşd tartışmasını, bugün ele alınması zorunlu kapsamıyla ele alırsak, yani bunun 'otorite'den bağımsız, eleştirel düşünce üretme anlamına geleceğini kabul edersek, yalnız Kanuni ve Osmanlı değil, 2002 yılının Türkiye Cumhuriyeti'nin de bunu henüz yapmadığını, çünkü bunu yapmanın iyiliğine hâlâ ikna olmadığını söyleyebiliriz.
Murat Belge
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=38732 - http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=38732
|